Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Nisan '08

 
Kategori
Güncel
 

CIA, Ergenekon ve komando kamplarından bugüne...

CIA, Ergenekon ve komando kamplarından bugüne...
 

Son günlerde 'Ergenekon' adı verilerek yapılan operasyon, çok klişe söylemle gündeme bomba gibi düştü. Aralarında emekli askerler, yeraltı dünyasının isimleri, avukatlar ve bir de köşe yazarının olduğu bu komple ekibe yapılan baskın, birçok çevrede iyimser bir hava yaratmış olsa da, işin perde arkasının eksik bırakıldığını düşünüyorum.

Ergenekon Türkiye tarihi için yeni bir ad değil. 1952 yılında Korgeneral Daniş Karebelen tarafından kurulan Seferberlik Tetkik Kurulu'nun, gayri resmi adı aynı zamanda. 2. Dünya Savaşı sonrasında, güçlenen Sovyetler Birliği'ne karşı, direk CIA'nın içinde yer aldığı gayri nizami bir oluşum NATO'ya bağlı ülkeler içinde oluşturuldu. Paramiliter bu yapılanmanın en bilindik isimleri, İtalya'da Gladio, Belçika'da Rüzgar Gülü, Almanya'da Gehlen Harekatı olarak ortaya çıktı. Avrupa'da NATO'ya üye olan her ülkede 1950'lerin başında yapılandırılan bu güçler, diğer Avrupa ülkelerinde, deşifre edilip, tasfiye edildi. Tasfiye edilemeyen tek ülke Türkiye'nin Ergenekon'u oldu.

Susurluk ve Şemdinli olaylarının ilk başlarında ciddi bir iyimserlik oluşmuştu. Yakın tarihimizle hesaplaşacağımız, yeni bir gelecek kuracağımız konusunda bir umut belirmişti. Tam da bu nokta da, Ergenekon operasyonu için tarih bize temkinli davranmamız gerektiğini iyice öğretmiş durumda. Temkinli olmamız gerek, görünen aysbergin su üstünde kalan kısmı. İsterseniz aşağılara inelim şimdi, taa ilk başa.

Ne demiştik, 1952 yılında kuruldu Ergenekon yapılanması. 1955 yılında Kurmay Binbaşı Alpaslan Türkeş Washington'a Türk Genel Kurmayı'nın NATO Temsil Heyetine atandı ve iki yıl bu görevde kaldı. Öncesinde de 1948 yılında ABD'ye gitmiş, ABD Kara Harp Akademisi ve Piyade Okulunda 'Gayri nizam harp' üzerine eğitim almıştı. 1955 yılında görevli olarak gittiği ABD'de daha ilk yıl ilginç biri ile tanıştı Türkeş. Bu kişi Özbek asıllı, Yahudi olan ABD'li CIA ajanı Ruzi Nazar'dan başkası değildi. İlginçtir, aile dostu olacak kadar çok iyi arkadaş oldular. İlginçlik bu kadarla da sınırlı kalmadı. CIA ajanı Ruzi Nazar'ın tayini 1959 yılında Türkiye'ye çıktı. Hem de ABD'nin Türkiye'de ki CIA İstasyon Şefi olarak. Nazar, Türkiye'de tam 12 yıl kaldı ve nihayetinde 1971 yılında ayrıldı. Ruzi Nazar'ın Türkiye'de ki siyasal gelişmelerle ilgisi bu süreyle sınırlı kalmadı. 1974'te de Bonn'daki Amerikan Elçiliği'nde görev yapmaya başladı. İşte bu yıllarda da Avrupa'da ki Ülkücü örgütlerle ve kişilerle ilişkileri yoğunlaştı. O dönemde Türkiye'den Avrupa'ya geçen MHP'li militanların Alman resmi makamları tarafından himayesini sağladı. O tarihlerde MHP'nin Almanya Müfettişi olan Enver Altaylı ile de dostluğu vardı ve bu iki isim yani Enver Altaylı ve Ruzi Nazar, MHP'nin yurtdışındaki aranan isimlerinin Alman resmi makamlarınca da korunmasını sağladı. Ruzi Nazar'ın CIA istasyon şefi olarak Türkiye'de görev yaptığı dönemlerde, toplumsal muhalefet ivme kazanmış, sosyalist düşüncelerde örgütlenmelere gidilmiş, partiler kurulmuş, üniversite gençliği 1968 baharının etkisiyle, daha adil ve özgür bir Türkiye sloganını yükseltmeye başlamıştı. Tam bu süreçte, 1967 yazında, CMKP ve Ülkü Ocakları bünyesinde gayri nizami harp eğitimi yapan ve adına 'komando kampları' denilen bir organizasyondan bahsedilmeye başlanıldı. CMKP Genel Başkanı Alpaslan Türkeş bu komando kampları ile ilişkin sorulan bir soruya 19 Ağustos 1968'de şöyle bir yanıt verdi: 'Komünistler memleketi sahipsiz sanıp da sokak hakimiyeti kuramazlar. Memleketimizde onların anladığı dilden konuşacak milliyetçi çocuklar var. Bunun için gençlerimizi mücadeleci olarak yetiştiriyoruz.'(Reis S.Yalçın D. Yurdakul, sy. 3l)

Aynı dönemler hızla Komünizmle Mücadele Dernekleri de bir yandan kuruldu (bu derneklerin Erzurum teşkilatında çalışan Fethullah Gülen'in bugün ABD ikamet ediyor olmasına dikkat çekmek gerekir). Bütün bunlardan sonra, daha çok Latin Amerika'da rastladığımız paramiliter güçler sokağa çıkarak, cinayetlere başladılar. Ergenekon yapılanması hakkında 1970'lerin ortasına kadar, hiçbir cumhuriyet hükümetinin haberi dahi yoktu, çünkü finansmanı dahi direk CIA tarafından karşılanıyordu. 1977 1 Mayıs'ında yaşanan barbarlıktan birkaç gün sonra Bülent Ecevit, İzmir'de kontrgerilladan söz etti. Sonucunda kendisine suikast düzenlenince, o da susmak zorunda kaldı. Kontrgerilladan bahseden, bunu açığa çıkarmaya çalışan Cumhuriyet Savcısı Doğan Öz'de 1978'de katledildi. Bütün bu süreç, ABD'nin iyi çocuklarının 12 Eylül Darbesi'ni yapmasının koşullarını sağladığı gibi, sol muhalefetinde ortadan kaldırılmasına neden oldu.

12 Eylül sonrası uzun bir sessizlikle geçildi, Susurluk kazasına kadar. Tabi bunun öncesinde susmayanlar, bu yapılanmayı farklı adlarla deşifre etmeye çalışanlar vardı. Özgür Gündem, Yeni Ülke gibi gazeteler, Kürt coğrafyasında yaşanan faili meçhullerin kaynağı için çok yazdı, çizdi. Sapanca-Bolu-Sakarya üçgeninde öldürülen Kürt işadamlarının faillerini defalarca sayfalarına taşıdı. Bu bölgenin askeri sorumlusu o dönem, şu an ki baş zanlı Veli Küçük'dü. Ora basını yazıyor, kimse umursamıyordu, dönemin Başbakanı Tansu Çiller, kurşun atan, kurşun yiyen bu paramiliter organizasyonları kutsuyordu. Susurluk kazasında birçok isim ortaya çıktı. Bu yapılanmalarda görev alanların aldıkları yeşil pasaportları kimlerin imzaladığı, kimlerin Çatlı ile defalarca telefonla muhabbet ettiği açığa çıkarıldı. Hablemitoğlu, Mumcu, Kışlalı cinayetleri için hayali adresler veren medya, hükümetler sus pus olmuşlardı. Bu işin ışık yakıp söndürmekle olmayacağı, acı bir biçimde anlaşılmıştı, olayın üstü örtüldü. Şemdinli'de olanlar ise yakın bir zamanın bir başka hukuksal trajedisi olarak, raflara kaldırılmasının üzerinden çok geçmedi.

Neden şimdi? Sonuç ne olur?

Ümraniye'de ele geçen el bombalar ve bu bombaların nerede kullanıldığı ortaya çıkınca işin vahametini anlayan Doğan Öz gibi namuslu bir savcı olan Zekeriya Öz'ün gayreti ile operasyona start verildi. İster 2009 yılı için darbe hazırlığı yapıldığı için, ister DTP'li vekil ve siyasetçilere suikast planlarının varlığından dolayı bu süreç başlanıldı denilsin, neresinden bakarsak bakalım önemli bir operasyon. Fakat diğer yandan olayın lokal kalma ihtimali çok yüksek. Veli Küçük'ü bir kenara bırakırsak, genelde birçok kez gözaltına alınan isimler sorgulanıyor. Yani daha önce bir şekilde dokunulmaya çalışılmış isimler. Bu yapılanma içinde daha üst noktalarda olan ve dokunulmamış isimlerin olduğu ciddi bir toplumsal kuşkuya neden olmuş durumda. Eğer daha üste çıkılmazsa, adına Ergenekon, JİTEM ya da ne dersek diyelim bu yapılanmanın sadece görünen kısmı ile meşgul olacağız. Bunun için 1952 yılına gitmemiz, tarihi yeniden okumamız, vicdanımızla yüzleşmemiz, hukuku işlevsel hale getirmemiz, toplumsal bir refleksi açığa çıkarmamız ve takipçisi olmamız gerekir. Özverili bir savcının içinden çıkacağı bir durum değil. Bu iç içe geçmiş sarmalı çözüp, tarihsel yolculuğumuza yeniden başlamalıyız.

 
Toplam blog
: 67
: 1679
Kayıt tarihi
: 11.08.07
 
 

Adıyaman'da doğdu. ilk ve ortaöğrenimimi yatılı bölge okullarında okudu. İzmir 9 Eylül İktisat Fa..