Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Nisan '19

 
Kategori
Edebiyat
 

Cibranî-41 (Nam ve İn'am)

Musa (a.s.)’dan binlerce birkaç yüzyıl sonra namı nişanı ve dahi ihsanları duyulmuş bir padişah sanatı öylesi severmiş ki sanatçıları ihya edip in’am ihsanları bir tarafa yedi düvelin yedi inine kadar değerli bulduğu sanatçının da namını duyururmuş. Gel zaman git zaman başka diyarın küçük şahı padişaha danışıp yeteneğe bir ödül verelim demiş ve o da “Dobel” ödülü vermeye başlamış. Şahın maksadı her ne kadar iyi olsa da bu ödül sonraları istismar edilir bir araç olmuşsa da ödül dünya üzerinde bir prestij kazanmış. Bir hayli de nama meraklı in’am’a bağlı istekli ancak noksan maharetli ortaya çıkmış.

Bu nam ve in’am mahir olsun, olmasın bir hayli insanı cezbetmekte olduğundan padişahın sanat gecelerine birçok namzet gelip kendini göstermeyi denemekteymiş. Günlerden bir günün bir saati orman kanunlarınca yaşayan bir orman adamı sanatçıyım deyu padişah’ın meclisine gelmiş, dinleyenleri de etkilemiş ancak adamın vaziyeti tutumu dilindekilerle bir hayli zıtmış. Padişah sonraki gecelerde meclisinde bulundursa da vezirine tembihleyip demiş:

“Takip edin bakalım şarlatan mıdır, hikmetân mıdır?”

Vezir bu tembih ile peşine bir düzine casus takmış, her biri belirli saatlerde takip altına almış ve kimselerin ruhu duymamış ve bir gece casuslardan biri orman adamını bir marangozun camının dibinde kağıt kalem elinde yazar dururken görmüş, sabah araştırıp soruşturmuş ki bu adam esasen köle pazarındayken burada satışta olan bir cariyeye derunî bir aşk duymuş ancak cariye artık padişahın hareminde kulmuş. Bu aşk ile kendini tutamaz, duyulsun da istemez olarak geceleri evinde kendi meclisini kurmuş. İşte bu orman adamı marangozun meclisinde dile getirdiklerini bu yolla alıp padişahın meclisinde şakırmış. Aslında orman adamı bu eylemde bir ilk değilmiş bunu da başkalarından öğrenmiş ya...

Casus marangozun canı ve cananı, can parçasının hayatta kalması için olayın özünü demese de adamın hikmetân olmadığını padişaha iletmiş. Padişah veziri ile istişare etmiş ve karar vermiş ki uygulanan bir ceza olarak orman adamı eşeğe ters bindirilip eşeğin kuyruğu da eline verilip Bağdat’dan Viyana’ya kadar bu vaziyette ifşa ettirilecekmiş. Orman adamı bilmese de son durakta kadı boynuna ilmeği geçirecekmiş.

 Ancak vezirin düşüncesince bu sırada padişahın hikmetân ancak alçakgönüllü tebaasından da meydanda öğüt dinleyecekmiş.  Orman adamı eşek üzerinde ibret dersine çıkarılınca ilk olarak vezir demiş “ Bu gibilerin eylediği deryada yüzüp inci getirmek ile getirilmiş inciyi çalıp zengin geçinmek gibidir. Zengin değil, zenginlik göstericisidir.” Sonrasında da bu devam etmiş her bilge, hikmetân meydan ortasında ders olması için  söyleyerek Viyana yoluna sürmüşler. Her şehrin her bilgesi birer birer söylemiş, bakmalı ki neler denmiş:

“Düşüncenin caddelerinde gezip de ayak izi bırakmadan koridorun sonundaki hazinenin nasıl kendine ait olduğunu iddia edebilir insan. Ve fakat iddia edebilir şarlatan”

“Ayyar inciyi çalar. Derya deneyimini ve hünerini değil”

“Ayyarın incis olur, usta dalgıcın inciciliği. İlki hazinenin birine sahiptir, diğeri simya ilmine, deryanın derinliğine. Usta dalgıçtır ikincisi, kolaydır onun için diğerleri.”

“Ayyarlar hikmeti çalabilirler lakin onun kaynağı deryaya inemezler. İnemediklerinden bu çamurlu göle taliptirler.”

“Ayyarlığın bayağı  ilmini satıyorlar ”

“İnci deryada oluşur. Deryadan başka yerdeyse deryalardan çalınmış olur, buna delil olur.”

“İnci hırsızı derya ehli olmadığını haykırır yaptığıyla”

“İncilerin hangi deryalardan çıktığı kestirilemeyebilir ama bataklıkda görünürse oradan çıkamayacağı da görülür.”

“İnciyi deryanın dışında bir yerde görüyorsanız deryaya karşı yapılmış hırsızlığı da görüyorsunuz demektir”

“Orijinal ve sıradan olmak evladır, ayyar ve çelişkili olmaktan. Kurmaca olduğundan fazlaca ç*lmaca”

“Şarlatan ayyarın ayak izleri yoktur lakin hazineleri vardır. Çalınarak var olmuştur elbet, değer kazanılarak değil.”

“Düşüncenin caddesinde ayak izi yok, evi var.”

“Uyuşuk ayyarlar kendilerini başka insanların renklerine, duygularına boyuyor pazarlıyorlar. Ressam olanlar anlar, bakmazlar.”

“Üzeri ıslak değil, deryadan inci çıkardım diyor”

“Ya olduğun gibi görün ya göründüğün gibi ol! Ne yersiz bir öğüt. Şarlatanlar şarlatanım deyu gezmezler tarihde. Dikkat edin kişileri üzerinde ünvana, üne”

“Ne beklenir ki alemde beklentisi ün olandan. Ne beklenir ki beşerde beklentisi çıkar olandan. Ne beklenir ki kişide kişiliği özenti olandan”

“Aklndan çıkanları çalabilirler, kaynağını çalamazlar. Gönlünden çıkanları çalabilirler, kaynağını tadamazlar. Şu hayatta yaşıyor olabilirler Bu hayatta yaşıyor olamazlar. En önemlisi çalıp satıyor olabilirler ama yaşayıp tad alamazlar”

“Bunca yıldır okurum. Bir akıl edemedim ç*lıp satmayı. Belki o kadar sefil  tıynette değildim.”

“Gidip bir kitap okuyayım. Oradaki en manalı cümleyi saptayayım. Yahu aynı şeyi düşünmüşüz dur şunu biraz çarpıtayım. Çünkü gördüm ve anladım, ben de aynı şeyi düşünüyorum ama farkında değilmişim. O halde bunu beğendim, benzer bir şey diyebilirim. Ben aslında doğuştan bilgeyim..”

 

Sadece bunlar değil halktan da neler dökülmüş ancak bunlar ne kadar iş görürmüş? Orman adamının bindiği eşek bir ağaca fısıldayıvermiş:

“Nafile bunlar, beyhude.. Fırsatını buldukça duyduklarını not etmekde biraz zaman geçince bunlardan da faydalanmayı düşünmekte… Nam ve İn’am bu tıynetlileri cezbetmekte, ne ilgileri olabilir bilgelikle, hikmetle..

 

 
Toplam blog
: 231
: 52
Kayıt tarihi
: 04.10.17
 
 

Gelmiş, gider. Görür, seyreyler, anlam çıkarır. Yazdıkları kalbinden taşanlar aklından uçuşanlard..