Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Şubat '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Çiçek kulübü-3

Çiçek kulübü-3
 

Ben bahçem için yapılan bütün yorumları kapının iç kısmından canlı canlı naklen izliyorum.

Sırf kendimi oyalamak, kapı önlerini güzelleştirmek için bahçıvan olmuştum. Ama şimdi görüyorum ki insanlarımız bu olayı sahiplendi, beni kendi halime bırakmıyorlar her gün bana yeni öneriler ve yeni bilgiler sunuyorlar.

Korkarım, hobi olarak yaptığım bu işi meslek edineceğim!

Yaramaz çocuklar var sadece, iş olsun diye o güzel çiçekleri koparan, senin emeğine acımayan.

Bir tohum ekmişsin ve her Allahın günü gözün onda, kumpas ile ölçüyorsun fidenin boyunu; Bugün 5 mm büyümüş!

Yaramaz bir kedi, sabah bakıyorsun eşelemiş ve pisliğini tohumun veya fidenin yerine eklemiş!

Bir kaba kum ile karışık toprak koydum, ona öğrettim nereye edileceğini.

Bir tek öğretemediklerim.

Hollandalı fanatikler!

Zamanında yolları biraz daha geniş tutsalardı, bu kaldırım bahçemin akıbeti oturma odasının ortasında olurdu muhtemelen. O zaman bu kültür mozaiğini evimin içinde kabullenebilir- miydim doğrusu kendimi sorgulamadan edemiyorum.

Her yöremizin kendine has gelenekleri ve görenekleri var. Çok hoş çok güzel.

Bazen bazı huyları, bazı davranışları beğenmesekte, keşke bizde de böyle olsa dediğimiz güzellikleri oluyor.

Yollardan bahsetmişken bir küçük anım geldi aklıma;

Çok uzun yıllar önce, henüz bulunduğumuz semtin trafosu bütün evlerin ışıklarını yakacak elektriğe sahip değilken, annelerimiz gaz lambası veya lüks ışığı altında kazaklarını örerlerken, bizler alaca karanlık odada duvarda tavşancık oynatırken, çamurlu yolların derby'si lastik botlarla çamurlu yollarda gezerken, yollarımız o kadar dardı ki, yıllardır genişletirler halen dar gelir!

O günlerde bildiğim 2 km lik, tek düzgün yolun havaalanına giden yol olduğudur. Burada çalışan 40 lı–50 li yıllara ayit iki tane damalı Şevrolet dolmuş taksi vardı.

Biri bu durakta, diğeri karşı durakta gelir giderlerdi. Biz hep onları seyrederdik, üç beş arkadaş.

Bir gün kumbaramda biriktirdiğim 5 liramı cebime doldurup oturmuştum taksinin ön koltuğuna. Havaalanına gidiş 50 kuruştu, şoför benden 25 kuruş alıyordu, yani tek gidiş fiyatına ben gidiş geliş yapıyordum. Zaten fizik olarak kimseye rahatsızlık verecek ebatlarda değildim.

Cebimde 1 liram kaldığında rahmetli annem, bu gidiş gelişlere son noktayı koymuştu!

Eğitim görmüş insanlar farklı oluyor;

Bahçemin önemini anlatırlarken çiçeklerin ne kadar hisli olduklarını, sese ve sevgiye karşılık verdiklerini söylerlerdi.

Bizim ağzı süt kokan çocuklarımız için, onlar bizim çiçeklerimiz diyorlar.

Annesi veya bir başkası çocuğu almaya okula gelmemişse kolundan tutar evine götürürler.

Öğrencilerden biri rahatsız ise öğretmen tüm yavrukurtlarınla öğrencisini ziyarete gider.

Öğretmenler gününde verilen bir çiçek ve ellerini öpmek onların bütün sıkıntılarını giderir.

Onları anlatacak kelimeleri bulamıyorum. ''Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum'' demiş Hz. Ali. Bu durumda biz ömür boyu kölesi olmalıyız öğretmenlerimizin!

Bir ara hanım rahatsız olduğu için yılbaşına yakın veli toplantısına ben gitmiştim.

Ayrıca eşim okul aile birliğinde gönüllü başkan yardımcısı!

Okulda benim becerebileceğim bir iş olduğu zaman, eşim usta aramakta hiç zorlanmaz adres belli başım üstüne seve seve giderim.

Bu yüzden birçok öğretmen, müdür, müdür yardımcıları ile aram çok iyidir. Onlarla dertleşir konuşuruz. Kızım 6. sınıfa gidiyor, kesinlikle torpil söz konusu değil, her zaman en iyisi olsun diye hepimiz birimiz birimiz hepimiz için çalışırız. Küçük oğlum henüz 2. sınıfa gidiyor çok zeki ama kendini pek vermediğini hissediyorum bilgisayar yüzünden.

İnternette belirlediğimiz web sayfalarının dışına çıkmak yasak. Virüs programlarının dışında özel yüklediğimiz program sayesinde çocuklarımı internetin pis yüzünden koruyoruz veya korumaya çalışıyoruz.

Küçük oğlum Gökmen hangi oyun olursa olsun çözemeyeceği yok.

Kızım ise ben diyeyim dört siz deyin üç yaşındayken.

Bir akşam, dört birader oturuyoruz tabi ben olayı bildiğim için ortaya 4 adet yapboz (puzzle) oyununu döktüm, harmanladım, kartonlarını aldım.

Diğer biraderlere de her birine birer yapboz verdim ve onlara dedim ki ‘’Siz elinizdeki yapbozları, bozup kartonun üstüne yapın.

Gülden’de bu ortadaki harmanladıklarımı halının üstüne yapsın.’’

‘’Bizimle dalga mı geçiyorsun’’ dediler. Dalga geçmediğimi onlara zar zor anlatabildim.

Sonuç; Kızım dört adet yapbozu kartonsuz halının üzerine yaparken amcaları ağzı açık ona bakıyorlardı. Gülden, kendi kilerinden sonra onlarınkini de bitirmişti.

Neyse şu toplantıya gelelim, iki orta yaşın üstündeki öğretmenlerin dışında diğer genç öğretmenlerimizi ilk defa görüyordum. Hepsi birer altın parçasıydı onlar anlattı biz dinledik.

Detaylara girmeyeceğim, sevgili kızımın notları ve okul içindeki konumundan doğrusu gururlanmıştım. Ben ailemi her zaman seven takdir eden biriyim! Benim için her gün (sevgililer günü) bunun da altını burada çizeyim yeri gelmişken.

Yine yeri gelmişken;

Ben çok şükür bugüne kadar geçmişle yaşayarak değil! Geçmişten ders alarak bugünlere geldim. Bu günlerden neyi kastettiğime gelince, mutlu bir ailem, güzel bir dost çevrem ve mesleğim var daha ne olsun, Allah sağlık sıhhat versin.

Yazmaya gelince onda da biraz kusur olsun kime zararı var? Burada insanlar birbirine yardım etmiyor mu? Peşinen kabullendiğim bir olayı kabullenmek yerine ondan prim çıkarmak hangi babayiğitliğe sığar, hangi insanlığa, hangi vicdana.

Geri çektiğim yazıların bir tanesinde;

''Ben pazardan domates alırken, esnafa arkamı dönerim. Esnaf canının istediğini koyarken poşete, aslında onu imtihan ederim. Ona şans vererek yaparım bu işi.

Ben onu göz hapsinde tutmak, onu sıkmak yerine ona özgür iradesini kullanma fırsatı veriyorum. Hakkı ile adaleti ile vicdanı ile doldursun diye poşeti; Beni bir daha görüp görmek istemediğini evde domateslerden anlardım!''

Yukarıdaki veli toplantısında, kızımın durumundan ziyade asıl öğretmenlerimizin bu kadar candan, sevecen ve sabırlı zeki insanlar olmaları beni çok mutlu etmişti.

Umursamaz velilerin direnişlerini o tatlı dilleri ile öyle yola getirdiler ki işte eğitim adamı böyle olmalı dedim.

Ben bahçemde uğraşırken, kendi çocuğunla okula gidip gelen, Artvinli, Cemil öğretmen vardı!!!

Uzun zamandır görmediğim için diğer öğretmenlerden bazılarına onu sordum ‘’Hasta dediler.’’ Gel zaman git zaman halen Cemil öğretmen yok. O benim arkadaşım, dostum olmuştu gidip gelirken okula, bahçe çitlerine yaslanıp, ayaküstü muhabbet ettiğim.

Kimin hangi saatte geçeceğini, kimin ne iş yaptığını, kimin nereli olduğunu, kimin kaç çocuğu olduğunu, kimin ne sıkıntısı olduğunu öğrendiğim küçük bir dünyam vardı benim. Kimin ne derdi varsa hep paylaşırdık ayaküstü, konuştuğum dostlarla sımsıkı sarılmıştık, kenetlenmiştik, birbirimize.

Ayrı ayrı takımlar tutardık, birlikte seyrederdik maçları, atılan her gole birlikte alkış tutardık kimse anlamazdı bizim renklerimizi.

Kanser illeti sarmış tüm vücudunu, geç kalmışlığın ve yoksulluğun gözü çıksın koskoca dağ gibi adam yıkılmış erimiş, bilirim ben bu illeti yakından hem de çok yakından izledim.

O hastanın bir aspirin bile olsa ondan neler beklediğinin canlı şahidiyim ben.

Kapıdan geri döndüm giremedim ilaç kokusu sarmış o dört duvar arasını, içim el vermedi.

Daha önceden bilirim dağ gibi insanların memleket bavulunun içine elbiseleri ile birlikte sığacak kadar küçüldüğünü! Canlı şahidiyim. Ona ne diyebilirim ki bu saatten sonra.

''Sabahlara kadar yalvarıyorum, Ne olur Allah’ım diyorum. Derdi veren sensin, çaresini de ver. Arkadaşımı benden alma!

Küçük bir teşekkür idi niyetim. Hoş geldin; Diyen arkadaşlarıma.

Bilmem ne depreşti içimde birden, Döküldü bu sözler yaşlı gözlerle kalemimden....''

Hatırladınız değil mi, bunları daha önce yazmıştım.

Devam edecek...

 
Toplam blog
: 438
: 826
Kayıt tarihi
: 07.01.07
 
 

Milliyet Blog'a hangi vesile ile kayıt olduğumu doğrusu hatırlamıyorum!  Bende birçoğunuz gibi ya..