Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Ağustos '11

 
Kategori
Anılar
 

Çiçekten anılara

Çiçekten anılara
 

Çiçekler anıların kapılarını açabilir mi? Sabahattin Gencal


Önceki gün sabah, saat 10.00’a doğru İzmit’e inmek için durağa gittim. Durağın hemen yanında emlâk bürosu olan Emekli ziraatçı Fuat Bey ve bir müşterisi incir ağacının altında oturuyorlardı. Merhabalaştık. Hal hatırdan sonra güneşte beklememem için beni de ağacın altına davet ettiler. Yanlarına gittim. Fuat Bey bürodan bir tabure getirdi bana. Ben her ne kadar zahmet etmemesini söylediysem de O “Benim için bir zevktir.” dedi. Taburenin üzerindeki sünger minder sanki tabureye giydirilmiş gibiydi. Bu da ayrı bir zevk. Dahası var, bürodan üzerinde bir çiçek olan küçük bir orta masası da getirdi. Bu ince davranış memnun etti beni. On dakika sonra, bilemedin on beş dakika sonra minubus gelecekti. Buna rağmen zahmet etmesi, ya da kendi deyişiyle zevk uygulaması görülmeye değerdi, anılmaya değerdi. 

Çiçeğin getirildiği anda bir anı canlandı kafamda. Hemen oracıkta anlatıverdim: 

İstanbul’da bir vakıf lisesinde yöneticiyken okula vakıf kurucularından 80 yaşlarında bir beyefendi geldi. Hoş beşten sonra bahçedeki çiçeklere bakmaya başladı. Bakmak demeyelim, incelemeye, denetlemeye başladı. Eksiklerimizi hiç kırmadan, tatlı bir üslupla söylüyordu. Bakanlık müfettişlerinden takdir almaya alışmış olan biri olarak mahcubiyet değil; ama eksiklik duygusuna kapıldım. Çiçeklerin dilini de bilmeli insan. Öğrencileri yetiştirir gibi çiçekleri de yetiştirmeli. Sözünü ettiğim beyefendi “ Çiçek olmayan yemek masasına oturmam.”dedi. Allah rahmet etsin bu sözünü hiç unutmadım. Zaman zaman da söz ve yazı ile başkalarına aktardım. 

Orta masadaki çiçek ay çiçeğine benziyordu. Ama sapları sağa sola öyle kıvrılmıştı ki hem çiçeğin boyunu kısaltıyor, hem de ayrı bir hava veriyordu. Bu arada hemen yanı başımızdaki alandaki çiçeklerin ne çiçeği olduğunu sordu müşteri. Yaseminmiş; güzel kokuları olurmuş. 

Biz çiçek muhabbeti yaparken ismini unuttuğum için müşteri diye andığım orta yaşlı beyin 28 aylık kızı, yerdeki incirleri alıp alıp atıyordu. Müşteri incirlerin çok döküldüğünden söz edince Fuat Bey, o ana kadar bilmediğim bir durumu anlattı. Ağaçlar fazla meyvelerini, kalanları iyi yetiştirmek için dökerlermiş. Bazı bahçıvanlar, bu durumu bildiklerinden ağacı silkelerlermiş. Doğadaki denge kanunuydu bu. Müşteri de leyleklerden örnek verdi. Leyleklerin genellikle üç yavrusu olur. Bir yavru yuvadan atılarak ölüme terk edilir. 

Doğa kanunlarını da çok okudum, insanların yaptıkları kanunları da çok okudum. İnsanların kanun oyunlarını anlamadığım için bu konulara hiç girmedim. Ben, doğa kanunlarının pratiğini de bilmiyormuşum. Ayaklı kütüphane olmak bir işe yaramıyor. Pratiği bilmek gerek. 

Fuat Bey’in pratiğine maşallah. Küçük kıza, ismini sordu. Aldığı cevap üzerine isminin de kendisi gibi güzel olduğunu söyledi. Güzel kelimesi sihirli bir anahtar gibi herhalde. Küçük kız açıldı. İzmit’e niçin gitmekte olduğunu anlattı. Derken minubus geldi. Fuat Bey’e teşekkür ederek minubuse bindik. 

Ben minubusle sorsanız İzmit’e gidiyordum; ama hayalen öyle yerlere gittim ki: 

Ben çiçekten niye bir şey anlamadığımı sordum kendi kendime. Evimizde birkaç sene öncesine kadar bir çok çiçek vardı. 47 yıllık eşim çiçeklerle sohbet ederdi. Sohbetin ötesinde onları nazlardı. Büyük oğlum için çiçek uzmanı desem yanlış söylemiş olmam. Böyleyken ben çiçekten anlamıyorum. Çiçekleri çok sevmeme rağmen, onları anlamamamda bir gariplik olduğunu düşünüyorum. Üstelik çocukluğum çiçekler arasında geçti. 

Çocukluğum kelimesi geçmeye görsün hemen çocukluğuma gidiveriyorum. Evet, minubus İzmit’e giderken ben Trabzon’un Dernekpazarı’na bağlı köyümüzün mesiresine gidiyorum. Ancumah denilen meşhur bir yerde Altıkardaş düzlüğündeydi komumuz. (Mesire evimiz). Komun arkasında dereye bakan yamaçta, yine önündeki yine başka bir dereye bakan yamaçta komarlar, cifinler, likarpalar…vb. bir çok çiçekli ağaçlar vardı. Başkalarının pek uğramadığı bu yerlerde çok güzel vakit geçirirdim. Özellikle çiçekler için gitmezdim buralara. İnce taneli kirazlara benzeyen likarpa yemeye giderdim. Likarpa yerken derenin şırıltısını işitmek ne güzel. Bu arada arıların çiçeklere konup kalkmasını da izlemek bir başka güzel. Yeri gelmişken söyleyeyim, Ancumah balı meşhurmuş. Cifin çiçeklerinden deli bal oluyormuş. Şunu da ekleyeyim çiçek kokusu nedir bilmiyorum. Sanırım o yörede yaşayanlar da benim gibi. Çünkü çiçek kokusu içindeydik. Bu koku tabii geliyordu bize. 

İlköğretmen okuluna gidince ayrıldım bu yerlerden. Ben 1957’de öğretmen okuluna gittim. Annem babamda 1958’de Bursa’ya yerleştiler. Yaz tatilinde Bursa’ya gitmeden önce dedemleri ziyaret ettim birkaç kez. O ziyaretlerim sırasında da bu yerleri inceledim. Gördüm ki çiçekler sadece yamaçlarda değil. Çayırlar çiçek dolu. Hatta şiir yazmaya kalktım. İneklerin kaynaklardan su içtiklerini, çiçeklerle doyduklarını ve de insanlara şifa verdiklerini işlemiştim o kaybolan şiirlerimde. O yörelerde çiçekleri ne vazoda gördük ne de saksıda. Ağaçlarda, bitkilerde, çayırlarda gördüğümüz çiçeklere hiç alıcı gözüyle bakmadık. Şimdi o taloyu gözümde canlandırıyorum. Kabak çiçekleri, karalahana çiçekleri de, eriklerin, kirazların çiçekleri, komar ve cifin çiçekleri kadar güzeldiler. Ya menekşeler, rengarenk çiçekler, papatyalar. Nasıl anlatılır bu tablo. Bu tablo ruhuma işlemiştir. Uzatıyoruz;ama konuya girmişken tamamlayayım. 

Benim bir hayalim vardı. Emekli olunca Mudanya’nın batı kıyısında bir köyde, yarım ya da bir dönümlük yerde çevresi çevrili kerpiçten bir ev yapacaktım. Evi kerpiçten yapacaktım ki çocuklarım kat atmasınlar. Evin çevresine Ancumahtan getirteceğim komar, cifin, likarpa, karayemiş vb. ağaçları, çiçekleri yetiştirecektim. Ağaç oluklarından sülenler, çeşmeler de yapacaktım. Başka deyişle ben Ancumah’a gidemiyordum, Ama, Ancumah’ı bulunduğum yere getirecektim. Emekli olmadan bir yapı kooperatife yazılınca hayalim suya düştü. Hayalim masal anlatmak gibi gelmesin size… 

İhtiyarlık bu mudur, anılara başlandı mı sonu gelmez. Bu anılara çiçekten girdik. Çiçeklerle, arılarla, kelebeklerle beraber büyümeme rağmen, tüm ruhumda, hücrelerimde çiçeği hissetmeme rağmen çiçeklerle konuşamıyorum. O dokunuyor bana. Hayalimi gerçekleştiremediğim için mi çiçekler küs bana. Gerçi bulunduğum yer de çiçek bahçesi. Her dışarı çıkışta ismini bile bilmediğim onlarca çiçek var, böcekler, kelebekler, kuşlar da. Ama benim gözlerim … 

Emekli Ziratçı, şimdilerde emlakçılık yapan Fuat Bey kardeşimizin on dakikalık bir zaman diliminde gösterdiği incelik, naziklik, insanlık beni duygulandırdı. Bu duygularla anılarımdan da söz ettim, gerçekleştiremediğim hayalimden de… 

Hayatımızın da, hayallerimizin de çiçekler gibi olması dileğiyle… 

Sabahattin Gencal, Başiskele – Kocaeli, 10. 08. 2011 

 
Toplam blog
: 181
: 635
Kayıt tarihi
: 29.03.11
 
 

1943'te Trabzonda doğdu. Erzurum Yavuz Selim İlköğretmen okulunu bitirdikten sonra girdiği Bursa Eğ..