Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Şubat '15

 
Kategori
Kişisel Gelişim
 

Çığırından çıkmanın arifesinde uçuruma sürüklenen toplumlar

Çığırından çıkmanın arifesinde uçuruma sürüklenen toplumlar
 

"İnsan, bir an önce kargaşasını, kendine anlam veren bir düzene çevirmezse, yıldız doğurtmazsa, karanlığında yok olacaktır." Nietzsche

“Sevmekten başka bir çıkar yolumuz yok…” Mehmet Aslan (Özgecan Aslan’ın babası)

Çılgınca artan kadın cinayetleri, haybeye ölüm haberleri, tolerans yerle yeksan, birbirini gırtlaklamak üzere olan bir toplum, bir anlık öfke ile diğerine cenk etme halleri yani toplumsal cinnet halindeyiz!

“Flört fahişeliktir” diyenlerin egemen düşünce yapısı olduğu topraklar adeta kokuşmuş topraklardır. “Kısa etekli öğrencileri taciz edin ki giymesinler!” diyebilecek varlıkların eğitim sisteminde yönetici olduğu kitleler aslında yokturlar. Son 15 yılda tecavüzden yargılanan; 241 polis, 91 asker, 17 özel timci, 15 korucu, 45 gardiyandan hiçbiri ceza almadı ise bir toplum ruhunu şeytana satmış demektir.

Çöp konteynırlarından kadın parçaları toplanıyorsa, kartopu cama geldi diye insan canına kıyılıyorsa, toplum içerisinde yaşamanın gerektirdiği karşılıklı nezaket yerini ceberut bir kıroluğa bırakmışsa, toplu taşıma araçlarında tecavüz kaçınılmazsa ve bu kanıksanıyor, abartmayın deniliyorsa o topraklarda insan vardır ancak insanlık çoktan pılını pırtısını almış gitmiştir.

Yönetenler naklen yayında birbirinin gözünü oyuyorsa, her türlü enstrüman ile kafa kırmak vacip ise, döve döve mağdur olunup çeyrek asır yönetip yine mağdur kalınıyorsa o toplumda kafalarda epey bir tahta kayıp demektir. Herkesin istediğini kesip, yakıp, soyup, dövüp, öldürüp, çalıp, tecavüz ettiği adeta bir tımarhanedir orası.

Hiçbir kuralın olmadığı, şiddetin ana eksen olduğu, kuralsızlığın tek kural olduğu vurdumduymaz, hukuksuz, adaletsiz bir bataklık... Toplum içinde ilişkilerin seviyesizleştiği ve terbiyesizleştiği; ardamarı çatlamasının genel geçer olduğu, bireyin de herkes gibi değersiz olmasının beklendiği bir tımarhane. Dört yöne yayılan pislikten, kirli kokulardan rahatsız olmayan ve erdemsizliği hatta her devrin adamı bir kaşarlığı model olarak insanlara sunan rezillik. Sahte cennetlerde ruhlar, adamlıklar, insanlıklar, erdemler, vasıflar satılırken günü kurtardığını zanneden bir sayısal yığın mevcuttur.

Bir televizyon kanalında hunhanrca öldürülen kızcağızın fotoğrafıyla dans edip göbek atanlar, her trajedide yüzyıllar öncesi gibi “idamı getirelim” diye kelle isteyenler; sokakta yürümeyi, trafikte araba kullanmayı, lokantada yemek yemeği bilmeyenler ve trafikte bir korna için inip adam öldürenlerden oluşmuş toplumlar hasta toplumlardır. Hem de ruh hastası toplumlardır.

Kendisinden, özünden uzaklaşmış insanın insanlıktan çıkma hikâyesidir bu. “Yok, artık daha da batmaz, yerin dibine geldi; bataklığın son noktası burasıdır…” dendiğinde; dibe dalıp bataklığın dibini kürekle kazan, kendi kafesinde kendini ve çevresini yerin dibine iten kafasız kafadır.

Şuursuz toplumlarda terbiyesizlik, densizlik, düşüncesizlikten öteye geçilir; arsızlık, adamsendecilik, yalakalık, güce biat, din tüccarlığı, üçkâğıtçılık zirve yapar. Kartopu yüzünden adam öldüren iğrenç yaratıkların nefes alıp verdiği yerde bu normal karşılanır.  Siyaset alanının kafaya inen çekiç ile şekillendiği bir korku halidir bu. Kendine güvenemeyen toplumların cinnet geçirmesi de doğaldır. Bu yapılarda kitleler birer esirdir, her türlü gücün esiri.

Bir ilde küçük yaştaki kızlara o ilin tüm sözde ileri gelenleri tecavüz ediyorsa, toplum bunu yadırgamayıp kamufle edelim diyorsa, her seferinde olduğu gibi “Bizim insanımız muhteşemdir, bunlar istisna” propagandası medyada zangır zangır dönüyorsa biliniz ki orası cehennemin dibidir.

Her türlü pisliğin ortasında, sözde iyi niyetli çağdaş görünümlü “Polyanna”lar oturup sürekli “biz iyiyiz, milletimiz iyidir, ruhumuzu karatma, ne yani çaresiz mi olalım, kötümser mi olalım…" diye mayhoş mayhoş gülüyorsa o topraklara sadece öfke, şiddet değil ayrıca yerle yeksan bir I.Q.’da hâkimdir. Nasıl ki Polyanna çizgi filminde: Pazartesilerden nefret ediyorum” diyene “Ama bir de şöyle düşün pazartesi günleri bir sonraki pazartesiye en uzak olduğun günlerdir…” diyorsa işte bu ekolden yetişmelerdir.“Ne yapalım o zaman hep söyleniyorsunuz ayol, bu kadar negatif olmayın, ay bakamıycam…” diye taşları yığın zihniyetinin önüne dizenler bir gün eğitimsizliğin, kültürsüzlüğün, yetişmemiş, yetiştirilmemiş kitlelerin esiri olunca içlerinde son sıkımlık pozitif enerjide cortlayarak evrenlerine kavuşacaktır.

Esnafa polislik, muhtarlık ve askerlik görevleri biçen bir toplumun ömrü maalesef azdır. Herkesin herkese karıştığı, hegemon iradenin neredeyse kuru fasulye tarifini diklenerek baskı ile verdiği kabile toplumlarında her konuya maydanoz olmak bir borç bilinir. Medya yoktur, rehin tutulmaktadır. Yağlayalım, ballayalım, pamuklara sarıp hoplatalım medyasının dışında, diğerleri de pek bir naif, pek bir saftır. Bir türlü ağzından baklayı çıkaramaz. Bir olay olunca hop başka yöne bakar, “görmezden gelin” denirse sözden çıkamaz ve aptala yatar.

Genel kitle bu ortamda değersizlikleri değer yapar hale gelmiştir. Tanımadığı bir şahsın bir kahkahasına ailesinden birini bir sohbetinde meze edip satar. Sıcakkanlı değil, katıksız bir laubalidir. Kendi yılışık tavırlarına onu bunu dürte dürte yine sadece kendisi ya da kendisi gibiler gülecektir. Kitle sürekli söylenir ama asla çözüm önermez, asla mutlu olmaz. Gözü hep daha fazlasındadır. Kendine her şeyi hak gördüğünden ve sürü halinde hareket ettiğinden ciddi anlamda da yaygaracı ve saygısızdır.

Her türlü pisliğin üstünü örtmenin ilk iş olduğu, yapılan rezillikler sonrası artık mide bulandıran “Ama bu da şu ülkede oluyor” diye normalleştirme çabasının sürekli tekrarlandığı, sürekli algı yönetimi ile insanların resmen ahmak yerine konulduğu ve ahmaklaştırılmaya çalışıldığı toplumların ömürleri uzun olmaz. Düşmanı sürekli dışarıda arayan, kendisi taşın altına asla elini koymayan, koyanın da canına itina ile okuyan toplumlar insanlık tarihinin mezarlığında yerlerini erkenden ayırtırlar. “Ceddin deden, neslin baban” nidaları da artık hiç fayda etmeyecektir.

Yabancı turistlere, “gâvur” deyip her türlü muameleyi, tecavüzü, sarkıntılığı olağan gören hatta gezmeye görmeye gelenlerin bazılarının mezar taşlarını da bu toprağa diken, "Ağır ol, molla desinler," diye gep gep gerilip adeta birer “kalas” olmayı bir değer zanneden, kendi ile barışık olmayan insanların oluşturduğu toplumların acı kaderidir, insanlık tarihi çöplüğü. Bu noktada artık bataklığın dibinde soluksuz kalmış halde daha da kazan ve bir çukur daha bulsa ona da intihar etmek için atlamak raddesinde olan toplumların geldiği son nokta “karar vermek”tir. Ya çırpınacak ve aydınlığa yönelecektir ya da daha da batmayı seçip çamurun bizzat kendisi olacaktır.

“Her ülkede tecavüz olur”diye olayları normalleştirenler, tecavüz olayını mazur görmeye çalışmaktadır. Bizim milletimiz iyidir, çalışkandır, sıcakkanlıdır, sağduyulu, cefakâr, vefakârdır…” “Sadece yöneticiler kötüdür “demek ya ben felaket safım ya da kötü niyetli bir devrin adamıyım demektir. Görmek istemeyen gözler her daim kördür. Kendi halkını cennetten çıkma diğerlerini “tü kaka” sistemi maalesef insana ait genel bir durumdur ve bu hastalığın da panzehiri bulunamamıştır. Evrensel insan olma bilinci aidiyetlerine saygı duyarak daha büyük bir bütünü de görebilmeyi gerektirir. Eşzamanlı, “Vakti zamanında böyle değildik, çok güzel insanlar da var bak…” ağlaşmaları genelde sadece birer istisna olurlar.

Kadınların başlarına gelenler ve her gün, her yıl tekrar eden bu rezillikler, bunların üzerini örtme çabası, "Amerika'da da oluyor, abartmayın" diyebilen lağım ağızlılar bizlere insanın ne kadar lanet olabileceğini gösterip, insanlığı ise çok derinlere gizlemektedir. Sokrates'leri, Giordano Bruno'ları, Hallac-ı Mansur'ları ve nicelerini yakıp kellerini alanlar aynı zihniyettir. Kitle, kitle gibi olmayandan hiç haz etmez. Ancak katlettikleri şahsiyetlerin ışığı bugüne gelirken eli meşaleli, odun kafalılar çoktan toprağa solucan, ineklere yonca olmuşlardır.

“Ulan yanı başımızda Işid her gün onlarca kişiyi öldürüyor, onlarca kişiye tecavüz ediyor. Bir kişi öldürülse ne olur sanki abartmayın” ya da “Ama o da kartopu ile camı kırmasaymış” diyebilenlerin atmosferden hava alabildikleri toplumlar yıkım toplumlarıdır. Abartılması, hatta çok daha abartılması gerekir bu tip olayların. Bu ahlaksızlığı, vahşeti normalleştirme çabasıdır. Her türlü rezilliği normalleştirme. İşte bu, toplumların altına konulmuş saatli bombadır. Her türlü rezaleti kanıksayan, normal gören, umursamayan sürü zihniyeti egemen kılınmak istenir.

İnsan efsanelerde, inanç sistemlerinde anlatıldığı gibi bir düşüş yaşamıştır. Tekâmül ederek tırmanış ise ona bırakılmıştır. Topyekûn aşağı doğru bir meyillenmenin yaşandığı bazı toplumlar vadelerini doldurunca sahneden inerler. İnmek istemiyorlarsa da kendilerine sağlam bir çeki düzen verirler.

Üç tarafı denizlerle çevrili, haybeye ölünebilecek, sopayla darp edilip dövülebilecek, tecavüz edilebilecek, soyulup soğana çevrilebilecek, birbirine kabadayı pozlarla çıkışmanın ve takibinde kafa kol dalmanın kanıksandığı ülkelerde nefes almak giderek zorlaşır. Denildiği gibi: “Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız, o ülkede insanların nasıl öldüğüne bakın.”

“AVM'lerden alışveriş yapmayın, esnafı destekleyin”diyen bir insanın o mahallenin, kendini kolluk kuvveti gören “ağır abi” esnafı tarafından öldürüldüğü toplumlarda, Allah’a emanet yaşanır, lanet olaylar hep de güzel insanların başına gelir. Bütün bu sinir bozukluğu haleti ruhiyesinde, dayanılmaz iyimser yine ortaya çıkabilir ve “Ce..eee…” der. “Sayma millete, o sensin! Sizin böyle düşünmenizi istiyorlar, evrene negatif enerji sıçratma, aman öfkelenme, duygu sağanağına kapılma, üzülebilirsin ancak ulvi ulvi üzül, yaygara yapma!”

Bu tip toplumlarda psikoloji bozulmuştur. Sabır, tolerans ve tahammül kalmamıştır. Hoşgörüden bahsetmiyorum zira onun fazlası ahmaklığa giden yoldur. Bu yapılarda kendini akil görenler de saçmalamaktadır. “Dışarısı bizi böyle yapıyor” diyen dış düşman yaratımı ile içerde kenetlenme peşinde olanlar da artık ayvayı yemektedir zira kendilerini sıkça tekrardan bu konuda da ekmek çıkmamaktadır kendilerine artık.

Hücrelerine kadar çürümüş toplumlarda keder bir gün kurtuluş ile sona erecekse bu topyekûn bir eğitim seferberliği ile olur ve bunun lamı cimi de yoktur. Kendini ak görüp herkese kara demek en kolayıdır. Herkes üstündeki tozu, çamuru silkeleyip bir arada var olma isteği ve bilincinde “hür”ce, yan yana olacak ve taşın altına elini değil kafasını da koyacaktır. İyi, çağdaş, kaliteli bir şekilde eğitilmeyen kitlelerin oyuncağı olan toplumların sonu felakettir. Zaman sıkı bir eleştiri ve nerede yanlış yapıyoruz sorusunun takiben önlemleri alıp yola koyulma zamanıdır. Eğitilmeyen kitlelerin esiri olmak istenmiyorsa toplumlar zaman zaman dibi görünce titreyip kendine gelmelidir.

Milletçe cinnet geçiren topluluklar giderek de vahşileşir. Yüzüklerin efendisindeki Ork’lardan bir farkı olması beklenir toplumların. Cehennem ülkelerinde ise bir avuç güzel insan tükenir, yığın bunu hiç umursamazken; çağdaş görünümlüler de seyirci olup oturma odalarından birbirlerine olumlu enerji fırlatmakla kalır.

Bu tip toplumlarda “Yok artık o kadar da olmaz” diye bir şey yoktur. “Çüş yani bu da mı oldu” hiç yoktur. “Bunu da mı yaptılar, çok şaşkınım” aptala yatması komik kalır. “Ama ama İnsan iyidir ama biz iyiyizdir, ne yani…” kekelemesi enseye şaplak ile geçiştirilir. Şaşıran şaşkınlığından utanmalı, yerin dibine girmelidir zira toplum ile korelâsyonu ya sıfırdır ya da kendine kurduğu bulut ülkesinde kelebekleri kovalamaktadır.

Güzel insanlar birer birer ölürken, hödüklerin giderek ceberutlaştığı topraklardır buralar. Bu nefret ve cinnet çağında sözde felsefe yapıp, üç maymunu oynayanlar ise sorumlulardır. Cennet kitlenin rüyalarını süslerken, yaşamda cinnet getirirler… “Bunu da yapmadık” demeyeceklerinin kalmadığı sağlam bir rezillik listesi mevcuttur ve giderek de kabarmaktadır…Bir vahşice ölüm sonrası bir gazete: "Batılı yaşam tarzı tecavüz ve ölüm getirdi"diye başlık atarsa, sözde bir şarkıcı: “Sizde mini eteği giyip, soyunup laik sistemin ahlaksızlaştırdığı sapıklar tarafından tacize uğrayınca bas bas bağırmayacaksın”(Türkçe hatası metnin aslındandır) diye yazabilirse o topraklarda cinnet hali egemendir…

Sıradan insan, yaşamında sadece “kendi gibi”ye yaklaşır, aynı şey yönetenler için de söz konusudur. Kitleyi kimler yönetiyorsa, kitlenin büyük çoğunluğu da odur. Kendinde gördüğüne, kendinden gördüğüne hele bir de hegemon ise yapışır sayısal yığın. Herkesin göğsüne şöyle okkalı bir sumo güreşçisi sanki oturmuştur. Zaman zaman kalkar gibi yapıyor ve insanlar o arada zar zor kalitesiz bir hava alabiliyor sonra tekrar oturuyor, akciğerler yine sıkışıyor, nefes alınamıyor. İnsan olmanın utancını yaşıyoruz. Ben insan isem o ne? diyoruz…

Sevgiyi her yöne hâkim kılmaktan ve eğitimden başka çıkar yol yok. Ben de biliyorum aslında upuzun bir macerada yine göreceli olarak uzun bir rüyada, bir durakta sözde yaşıyorum… Benim için de bu planda, bu yapıda, bu toplumda yaşadığım lütfen sadece ama sadece bir rüya olsun! Dersimi, derslerimi aldım, cenneti-cehennemi yaşadım, varsın dönüşüm olmasın!

"Ne olur bu bir rüya olsun..." Katledilen gazeteci Nuh Köklü'nün son sözü…

"Yaşadığın yeri; cennet yapamadığın müddetçe, kaçtığın her yer cehennemdir." La Edri

 
Toplam blog
: 242
: 32770
Kayıt tarihi
: 09.03.07
 
 

21 Aralık 1973, Ankara doğumludur. Lisans ve yüksek lisansını “İşletme” alanında yapmıştır. Araşt..