Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Eylül '08

 
Kategori
Siyaset
 

Çıkarlarını düşünmeyenler unutulacaktır!

Çıkarlarını düşünmeyenler unutulacaktır!
 

KONDA’nın çalışmalarına göre iktidar partisi oylarının neredeyse tamamını eğitim düzeyi lise – ortaokul ve altı seviyesindeki seçmenden almıştır. Üniversite mezunu seçmen oyunu daha çok ana muhalefet partisine vermektedir. Eğitim seviyesi düştükçe CHP’nin oyları da düşmektedir.

Buradan şöyle bir sonuç çıkarmak mümkün müdür, “CHP’nin bu ülkede iktidar olabilmesi için ülke genel ortalamasının üniversite mezunu olması gerekmektedir.”

Ya da, ülkemizdeki eğitim seviyesi bu şekilde kaldığı sürece iktidar partisi ya da benzer bir siyasi oluşum sürekli hükümette kalacaktır.

Bu bir paradokstur.

Hükümetler bir taraftan ülkemizde eğitimin seviyesini arttırmak için programlar yaparlarken diğer taraftan dayandıkları şeyin, tabanın bu eğitimsizliğinden kaynaklandığının da bilincindedirler.

Üniversite mezunu tabanın da politika ile ilgisi hızla yok olmakta. Aslında genel olarak tüm yurtta bütün vatandaşların politika-siyasetle ilişkisi seçim sandığı ile sınırlı kalmaktadır.

Bu noktaya getirebildiğimize göre devam edelim.

* **

Bu girişi neden yaptım?

Politika ile ilgili olmak; işin ucundan da olsa biraz felsefeyle temas halinde olmak; felsefe ise “bilgelik sevgisi” ya da “hikmet arayışı” içinde olmak demektir.

Elbette bu sevginin iki insan arasında gerçekleşen aşk ilişkisinden farklı bir niteliği vardır.

Politika ve siyaset belli bir ideolojik temel üzerinde yapılır. İdeoloji de sınıf, etnik ya da kimlik çıkarları doğrultusunda oluşturulan güçlü bir yapıdır.

Örneğin burjuvazinin bir ideolojisi vardır; sahip olduğu partileri aracılığıyla bu temel üzerinde siyaset yapar. Kuşkusuz işçi sınıfı ve küçük burjuvazi için de sistemin benzer bir şekilde işlediğini söyleyebiliriz.

Ulusal kurtuluş savaşları ya da mücadelesi verenlerin de bir ideolojisi vardır.

Sınıfların tam olarak gelişmediği ülkelerde, demokratik platformu bürokratik devlet aygıtı kaplar. Kuşkusuz onun da dayandığı bir sınıf çıkarı vardır; ama devletin zaman zaman sınıfları gözetmeden çatışmaya girdiğine de şahit oluruz.

Siyasetin yapıldığı alana “demokratik platform” diyoruz; ya da kısaca demokrasi.

Siyasetin içinde kalarak “çıkar çatışması” yapıyor oluruz.

Politikacıların güvenilmezlik derecesinin en altında yer almalarının özünde onların bu çıkar ilişkisinin direkt olarak içinde olmaları yatar. Bu aslında eşyanın tabiatına uygun bir davranıştır; fakat “bizde” olmayan veya yanlış çalışan şey, ideolojinin dayandığı sınıf, kimlik, etnik her neyse, ona hizmet etmek ya da onun çıkarlarını gözetmekle, “kişisel” olan arasında ayrımı tam olarak yapamamaktan kaynaklanmaktadır.

Kuşkusuz yukarıda yazdığım şeyler hatırlatma notu olmaktan öteye geçemez. Hepimizin bildiği temel gerçekler. Bununla birlikte biz bize ait olan sorumlulukları giderek biraz daha fazla şekilde başkalarına devretmeye hazırlanıyoruz.

Üniversite mezunu tabanın politikadan uzaklaşmaya başladığı yönündeki yargımızın nedeni de budur. Politikadan uzaklaşıyor olmak; belli bir ideolojinin içinde yer almamak ya da bir başka ideolojinin çıkarlarına uygun davranıyor olmak demektir; çoğu zaman farkında bile olmadan.

İnsan varlığı hayat mücadelesini çıkarı için yapıyor. Bu, çıkarını düşünmeyenlerin insan varlığı sınıflandırmasının içinde kalamayacağı demek midir?

Peki…

Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar romanından çok çarpıcı ve konuyla yakından ilgili bir alıntı yapmak istiyorum. lütfen sonuna kadar okuyun.

“...çıkarlarını düşünmeyenler unutulacaktır. Her olayda bir kenara çekilenler gerçekten de bir kenarda kalacaklardır. Yaptıkları işlerin gizli kalmasını isteyenler, bunda başarıya ulaşacaklardır. Kimse, onların varlığıyla tedirgin olmayacaktır. Bir gün öldükleri zaman, arkalarında küçük bir iz, bir anı, bir gözyaşı, bir eser bırakmadan yok olacaklardır. Gazetedeki ölüm ilanı bile, yedinci sayfada bir kenarda kalacak, kimsenin gözüne çarpmayacaktır. Hayattan çıkarı olmayanların, ölümden de çıkarı olmayacaktır. Ölüm bile onların adlarını duyurmaya yetmeyecektir. Herkesin mezarında güller ve menekşeler büyürken, onların mezarlarını otlar bürüyecektir. Mezarları bir kenarda kalmasa bile, büyük ve muhteşem anıtların arasına sıkışıp kaybolacaktır. Cennetteki muhallebicide de garson onlarla ilgilenmeyecektir. Ağız tadıyla bir keşkül yiyemeden masadan kalkacaklardır. Hayattan çıkarı olmayanların hayatı, çıkmaza sürüklenecektir. Kendini beğenmişliğin cezasını daha bu dünyadan çekmeye başlayacaklardır. Sıkıntılarını kimseyle paylaşmasını bilmedikleri için, yalnız başlarına ıstırap çekeceklerdir. Duygu alıverişinden nasipleri olmayacaktır. Duygusuz, hareketsiz, tatsız bir hayat yaşadıkları sanılacaktır. Çektikleri acılarla, yüzlerinin buruşmasına, saçlarının beyazlaşmasına izin verilmeyecektir. Güldükleri zaman sevinçli, ağladıkları zaman kederli oldukları sanılacaktır. Hayattan çıkarları olmadığı da asla kabul edilmeyecektir. Böyle bir yanlışlığa düşülmeyecektir. Aslında, hayattan çıkarları olduğu ispat edilecektir, çıkarlarını korumak için canları çıktığı halde, bunu beceremedikleri için, çıkarlarıyokmuşdabirşeybeklemiyormuşçasınagillerden göründükleri yüzlerine vurulacaktır. Onlar da bu saldırılara bir karşılık bulamayacaklardır. Kendilerini yokladıkları zaman, bütün ileri sürülenlerin gerçek olduğunu, hayatlarını boş yere harcadıklarını, ne yazık ki artık çok geç kaldıklarını onlar da açık ve seçik olarak göreceklerdir. İşte o anda dahi, delice bir harekette bulunmalarına, anlamsız bir hayatı anlamlı bir şekilde bitirmelerine göz yumulmayacaktır. Kendilerini öldüremeyeceklerdir. Onlara anlatılacaktır ki, böyle bir davranış bütün yaşamlarıyla çelişki içindedir, gerçekle ilgisi yoktur: Kendilerini öldürürlerse, onlar hakkında varılan isabetli yargıları çürütmek için gene boş bir çaba göstermiş olurlar. Bu hiçbir şeyi değiştirmez. Onlar, bu rezilliğe de katlanarak sürünmeye devam edeceklerdir. Hayatlarıyla yanlış olanların ölümleriyle doğru olmalarına imkân var mıdır? Hayattan çıkarı olmamak, hem tanrının hem de insanların gözlerinde affedilmez bir suçtur; gelişip yayılmaması için gerekli her türlü tedbir alınacaktır. Bütün tarih, bütün iktisat, bütün sosyoloji, bütün psikoloji, kısaca bütün “lojiler,” hayatın çıkarcılığa dayandığını göstermek için yırtınacaklardır, yırtınmalıdırlar. "Ben çıkarıma bakarım" diyeceksiniz, bunun için "babamı bile tanımam" diyeceksiniz. Kimseyi tanımayacaksınız; hele hayattan çıkarı olmayanları hiç!

Yazımızın anlatmak istediği şeye karşı ironi içeren bir yaklaşım gösteren bu alıntıyı özellikle ekledim. Arada kurulması gereken dengenin ne olduğunu, ahlakın ya da insani duruşun bu çıkar savaşında neye ne kadar izin verdiğini de göstermek istedim.

Atomize olarak birbirinden kopmak, bir anlamda çıkarının olduğu yerde olmamak ya da çıkar ilişkisini yanlış kurgulamak; bireyselleştirmek, kişiselleştirmek veya bencil bir noktaya indirmek, siyasetten uzaklaşmak, düşünmeme alışkanlığı edinmektir.

Ülkemizde demokrasinin geldiği nokta, onu algılama şekli, politik duruşun ne olduğu artık çok belli. Herkes bir şeylerden şikâyetçi ama düşünülmesi, sahip çıkılması gerekenler başka; yapılanlar bambaşka.

Hatayı biraz da kendimizde aramaya başlamanın zamanı geldi, sanırım.

Demek istediğimizin anlaşıldığını umuyorum.

Uzay Gökerman

 
Toplam blog
: 2033
: 1268
Kayıt tarihi
: 09.06.06
 
 

"Keyif verici bir yalnızlık" olarak gördüğüm yazma serüvenimin en önemli merkezlerinden bir tanes..