Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Ocak '10

 
Kategori
Öykü
 

Çıkmaz yol - son bölüm

Çıkmaz yol - son bölüm
 

“Hanımefendi... Hanımefendi iyi misiniz?”. Sesler yavaş yavaş bir uğultu olmaktan sıyrılıp tanıdık cümlelere dönüşmeye başlamıştı. “Bayan duymuyor musun?”. Gözleri tamamen açıldı. Etraf aydınlıktı. Arabasının içinde olduğunu farketti. Önündeki araba ile arasındaki boşluğa girmeye çalışan kırmızı renkli bir arabayı donuk gözlerle seyretti bir süre. Tanıdık bir koku, egzost kokusunu hissetti genizinde. Arka taraftan gelen bir korna sesi kulaklarını tırmalıyordu.

“Ulan size ehliyet verende kabahat be, düz yolda gidemiyorsun, geldin bir de bizim tampona yasladın. Şuna bak alık alık bakıyor, kadın cevap versene!”.

Adamın yüksek tondaki sesi kulaklarında patlar patlamaz irkilerek vücudunu aksi yöne doğru eğdi ve sesin geldiği yöne doğru çevirdi bakışlarını... Gözleri kan çanağına dönmüş bir çift göz ile kesişti. Kemikli bir surata sahip, esmer mavi gözlü bir adam camdan kafasını uzatmış bağırıyordu. Derya halen ürkek bir tavır içinde birşeyler söylemeye çalıştı. “ Ben... Özür dilerim... Kaza mı yaptık?” Adam sinirli bir şekilde güldü. “Ablacım sen benimle kafa mı buluyorsun?”. Derya ciddi bir tavır takındı ve kararı bir ses tonu ile karşılık verdi: “Beyefendi benim epilepsim var. Absans epilepsi. Yani bazen böyle donup kalıyorum bir süreliğine... Ne zarar verdiysem karşılarım...” . Yan koltuğun üzerindeki çantasından kartını çıkarıp adama uzattı. “Buyrun kartım, siz tampondaki hasarı tamir ettirin ve faturasını bana yollayın. Adam kartı aldı. Bir süre inceledikten sonra Derya'nın kucağına fırlattı. “ Ya bayan yok hasar falan, gelip dayandın sadece. Sen arabayı sür ben başka birşey istemiyorum!”. Adam pencereden uzaklaşır uzaklaşmaz Derya bakışlarını yavaşça iç dikiz aynasına çevirdi. Aynadan yansıyan arabasının arka camı ve ardındaki arabaların görüntüsü karşısında rahatladı. Herşey normale dönmüştü tekrar. Nöbet geçirmiş olduğunun farkındaydı. Büyük ihtimalle epilepsi nöbeti başlayınca otomobilin hakimiyetini kaybetmiş ve geri geri gelip arkadaki arabaya dayanmıştı. En son nöbeti yedi sene önce geçirdiğini hatırladı. Daha önce yaşadığı nöbetlerden uyandıktan sonra hiçbirşey hatırlamamıştı. Hatırlayamadığı rüyalar gibi bilinçaltının köşelerinde saklananlar yedi sene sonra çarpıcı bir şekilde ortaya çıkmıştı belki de...

Arkadan gelen keskin bir korna sesi aklından kontrolsüz bir hızla geçen düşüncelerin önüne bir duvar gibi dikildi. Dikiz aynasında arabasından el kol hareketleri yapan mavi gözlü adamı gördü. Adam haklıydı, devam etmeliydi artık. Sağ elini kontak anahtarına uzatırken aracın saat göstergesini inceledi. Akü ışığı yanıyordu. Nöbet anında bilincini yitirdiği için debriyaja basılı ayağı geri atmış ve arabayı stop etmiş olmalıydı. Kontağı çevirip arabayı çalıştırdı. Işığa baktı, araçlar için yeşil yanıyordu. Vitesi bir’e taktı ve henüz ikiye takmaya imkan bulamadan birkaç metre öndeki araç konvoyunun sonuna ekledi mavi sedanını. Frene basıp, debriyajı boşa aldı. Camdan dışarı bakıp gökyüzünü seyretmeye başladı. Bir yandan da düşünüyordu. Taşında ismi yazan canlı mezarı, mezardan gelen hırıltılı sesi, önüne ve arkasına çekilen siyah perdeyi, tam tepesinden hiç ayrılmayan mavi gökyüzünü ve saatinde 18.10 rakamlarını gördüğü o anı... O an anlamıştı o rakamların anlamını. Varlığıyla yokluğu belli olmayan, kaybedene kadar değeri bilinmeyen, dost mu düşman mı olduğu meçhul, esrarengiz bir yol arkadaşı idi zaman. Neden vardı? Gerçekten var mıydı? Geçmiş, gelecek, şu an... Hepsi insanların ürettiği kavramlardı belki de...

Bir başlangıç ve bir son arasında sıkışıp kalmış insanın hayatta kalmak için duyduğu temel bir ihtiyaç idi zamanı üçe bölmek... Böl ve yönet... Kavrayamadığımız olgulara isimler, sıfatlar yükleyerek ona hükmettiğimizi sanıyor ve kendimizi iyi hissediyorduk... Bakışlarını tekrar dikiz aynasına çevirdi ve mavi gözlü sinirli adamı seyretti. Adam arabasının burnunu sağ tarafa vermiş Derya’nın arkasından kurtulmaya çalışırken bir yandan da kendisine yol vermeyen arabalara küfredip el kol hareketleri yapıyordu. “Acelesi var herhalde...” diye düşündü. “Nereye gitmeye çalışıyor acaba? Geçmişe mi, geleceğe mi? Yoksa şimdiki zamandan mı kaçıyor?” Kendi kendine gülmeye başladı. Düşüncelerinin devamında aklına gelen ve aslında uzun zamandır kendisini rahatsız eden bir düşünce ile yüzündeki gülümsemenin yerini düşünceli bir ifade aldı. “Adam en azından çabalıyor...”. O ise yıllardır yerinde sayıyordu, bastığı yerin hareket ettiğini hiç farketmeden. Sanki o yürümezse bu yol hiç bitmeyecekmiş gibi davranıyordu. İlerlemeliydi artık. Kol saatinin kayış kilidini açtı ve saati camdan dışarıya fırlattı. Kolunda takılı olanın zaman olduğu yanılgısı ile yaşamıştı hep, halbuki o sadece bir saat idi. İnsan işi bir nesne... Önündeki arabanın fren lambaları söndü ve hareket etti. Muhtemelen birkaç metre daha sürecek bir yolculuk için ayağıyla debriyajı kavradı Derya. İlerlemeliydi artık. Yavaşça gaza bastı...

 
Toplam blog
: 89
: 618
Kayıt tarihi
: 16.12.06
 
 

İlk kitabımı, 'Pal Sokağı Çocukları'nı okuduğumdan beri yazıyorum. Yazmak beni o çocuklar gibi öz..