Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Nisan '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Çikolata: Ruhumun alternatifsiz efendisi

Çikolata: Ruhumun alternatifsiz efendisi
 

Hayatımdaki erkeklerin hem en zor sınavı, hem de en güçlü silahı olan çikolata ile tanışıklığımızın ne kadar eskilere dayandığını hatırlamıyorum bile. Baba, sevgili, sevgili adayı, sıfatı ne olursa olsun hayatımdaki erkeğin en zor sınavıdır çikolata. Çünkü, genelde tutturmak, şımarmak, kapris yapmak, ısrarcı olmak gibi huylar barındırmayan bu bünye eğer bir çikolata krizinin eşiğindeyse, zaman ve mekan tanımayan bir hale gelir, huy değiştirir. Tarifi pek mümkün olmayan ve genelde bir erkek için pek de anlaşılır olmayan bu durum karşısında “Bu saatte nerden bulayım”, “Onun yerine evde olan bir şey yesen”, “Çok yorgunum, uykum var, eve servis yapan bir bakkal yada pastane bulsak” gibi sözler sarfedilmesi, sadece kırılgan ve alıngan halimi tetiklemekle kalmaz, karşımdaki kişinin bu sınavdan kırık not almaya doğru ilerlemesine sebep olur. Aslında bu acınası hallere düşmekle, hayatımdaki erkeklere en güçlü silahı da kendi ellerimle teslim etmiş olurum. Diyelimki, bir kavga var, sebebi belirsiz, durum ortada. Kavga mahaline hissettirilmeden sokulan bir çikolata yoluyla aslında durumu ortada olan kavgada, tüm ipleri kendi elimle verebilirim. Ya da tarafımdan verilecek cevabının “Hayır, niye, ne gerek var” olma olasılığı yüksek soruların yanına usulca yerleştirilmiş bir çikolata sayesinde “Evet, tamam, sen nasıl istersen” gibi cevaplar dudaklarımdan dökülebilir.

Her çikolata bir değildir benim için. Hepsinin farklı farklı özellikleri ve doğal olarak farklı hazları vardır. İçi yoğun bir Tadelle gofret mesela, genelde çocukluğumu hatırlatır bana ve bir tanesi o anki ihtiyacımı kesmek için yeterli olabilir. Bir süredir bakkallarda marketlerde göremediğim, çok sevdiğim Milka gofret ise genelde bir tanesi ile ihtiyacımı karşılamaya yetmez, iki yada üç tane yemeden kendimi iyi hissedemem. Ya da Nestle’nin baton çikolataları; sütlü, bitter, damak...Her biri ayrı bir ruh halinin ilacı. Hangisi olursa olsun buzdolabından çıktığı gibi yemeyi sevmem, tarafımdan afiyetle yenilebilecek kıvama gelmesi için oda sıcaklığında bir miktar beklemesi gerekir. Beyaz çikolatayı ise hiç sevmem, çikolataya ihanet etmek olduğuna dair tuhaf fikirlerim de vardır ama özünde tadını sevmem. Bundan yaklaşık on sene önce, canım arkadaşımın Almanya’dan bana düzenli aralıklarla gönderdiği, artık ülkem sınırlarındaki bazı şarküteri ve marketlerde de bulunan Ferroro Rafaello çikolataları ise beyaz çikolata sınıfına tabiiki girmezler. Onun dışındaki beyaz, hindistan cevizi, içi ise muhteşem sıvı çikolata ve badem bileşimidir. Tek seferde yenmesi ile oluşan mutluluk, eşine benzerine pek az rastlanır bir andır. Bir diğer sakinleştiricim olan profiterol, söylenişindeki zorluk itibarıyla pastane ve cafelerde en az sipariş edilen tatlı olabilecekken, ben ve benim gibiler sıralamada onu zirveye taşımışızdır. İçinde fıstık, parça çikolata olan çeşitleri olduğu gibi, bunların hiçbirinin olmadığı versiyonları da vardır. Ve herbiri tartışmasız biribirinden güzeldir. İstiklal Caddesindeki İnci Pastanesinin senelerdir hiç değiştirmeden ürettiği profetirol, favorilerimin başında gelir. Çok geç keşfettiğim bir cafe-pastane ürünü de sufledir. Sütlü tatlıları pek sevmem. Belirsiz bir sebepten ötürü zihnim bana bir oyun oynadığı ve sufleyi, sütlü tatlılar arasında kodladığı için kendisiyle tanışmam yaklaşık 20 yaşımı bulmuştur. Sufle bir alemdir, masana gelmesi uzun sürer, geldiğindeyse çok sıcaktır, yiyebilmek için beklersin, ama beklediğin için seni pişman etmez, sana güzel süprizler hazırlamıştır. Ve son olarak, en özel olan, kapağını zaman zaman yırtarak, zaman zaman büyük bir özenle açtığım, açtığım anda muhteşem kokusunu aldığım, her daim, tam kıvamında hazır olan, nutellam...

Nutella ile olan derin bağlılığımın açıklaması zor durumlara yol açtığı olmuştur. Daha alındığı gün bitmiş olan nutellanın, bittiği anlaşılmasın diye boş olarak dolaba konulması, bunu takiben boş kavanozun bulunması ve ardından, benim ciddi bir bağımlı olduğumla ilgili duyduğum sözler... Aslında bu sözlerin tamamen haksız ve insafsız olduğunu söylemeye de vicdanım elvermiyor. Çünkü, çikolotanın yarattığı etkinin biyolojik temellerini de az çok biliyorum. En azından serotonin denilen beyin kimyasalından haberdarım. Üniversitede aldığım bazı derslerden hatırladığım kadarıyla serotonin maddesinin vücuttaki oranı, açlık, yorgunluk, menstürasyon dönemi gibi fiziksel sebeplerle düşebiliyor. Ama onun düşmesini sağlayan bir başka faktör daha var; “stres”. Yaşamda, önemsenmediğini düşünmek, trafikte takılı kalmak, işe ilgili bir şeylere kafayı takmak, okunulan bir habere içlenmek, bu ve bunun gibi bir çok şey bir araya geldiğinde, stres denilen herkesin çok tanıdık olduğu durum oluşuyor. Bu da beyinin ürettiği ve kişiye, “huzur” “dinginlik” olarak tanımlanabilen bir duyguyu (“mutluluk” tam olarak değilse de en azından “keyif”) sağlayan serotonin maddesinin (ve benzer görevli başka nörotransmitterlerin) üretiminin yavaşlamasına ve vücuttaki miktarlarının azalmasına sebep oluyor. Bu durumda devamlı dengede olmak gibi bir hedefi olan vücut, bu eksiğini dış yollarla gidermeye çalışıyor. Kendi içeriklerinde serotonin ihtiva eden, çikolata, portakal, mandalina, domates ve peynir gibi gıdalara olan ihtiyaç ortaya çıkıyor. Kişi bu gıdalardan hangisini seçerse seçsin vücüdunda serotonin seviyesinin artacağı kesin. Bu durum ise bir başka süreci, öğrenme sürecini tetikliyor. Yani, ben, portakal değil de çikolatayı tercih ettiğim için, ve onun bana iyi geldiğini daha önce defalarca kez deneyimlediğim için ne zaman kendimi kötü hissetsem (biyolojik olarak, serotonin seviyem düşse) yine aynı şeyi, çikolatayı isterim. Kabaca özetlediğim bu olaylar zinciri de beni çikolota konusunda az iddialı bir uzman haline getiren yolun yapıtaşlarını oluşturuyor.

Sonra bir gün ben, bu az iddialı uzman, çok iddialı çikolatasever halimle, çikolata ile ilgili bir yazı yazmaya oturabilirim. Çok acı bir tesadüf olarak, tam kendimden geçmiş bir halde bahsi geçen yazıyı yazarken, çok düşünceli bazı arkadaşlarım tarafından son zamanlarda verdiğim kiloların bir miktarını geri aldığım konusunda kibarca uyarılabilirim. Tahmin edilebileceği gibi keyfimi fazlasıyla kaçıran bu konuşma yüzünden hiç ama hiç istemediğim halde bir parça çikolata yemek zorunda kalabilirim. Ve gözlerimi kapatıp, kendimi portakal ya da mandalina yerine çikolata yediğim için duyduğum suçlulukla karışık mutluluğun kollarına bırakabilirim...

Öz.

 
Toplam blog
: 9
: 2431
Kayıt tarihi
: 28.02.07
 
 

2000'de psikoloji bölümünde lisansımı, 2003'de yine psikolojide yüksek lisansımı bitirdim, doktoramı..