Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Haziran '10

 
Kategori
Anılar
 

Çikolata sever misiniz?

Çikolata sever misiniz?
 

“Rafları silme kitap ve çikolata dolu bir ev… Yok, hayır, rafları silme kitap ve çikolata dolu bir şatom olmalı büyüyünce” diye hayaller kurardım çocukken. “Sabahları erken kalkıp o siyah önlüğü giymesem, okula falan gitmesem; bütün gün, biri bitince diğerine başlayacağım kitapları okuyup, dörde pay edilmemiş (dört kardeştik) çikolataları bol bol yesem… Amma da güzel olurdu haaa!” diye düşünürdüm hep.

Hayaller gerçekleştirmek için kurulur.

İleriki yaşlarda kitap ve çikolata sevdam artarak devam etti. Kendime ait bir evim olunca ilk aldığım eşya bir kitaplık rafı oldu ve kitaplarımın sayıları da çoğaldı. Öte yandan evime gidip gelenler “Yahu bu çikolataların kitaplık rafında işi ne?” diyordu ama ben pek renk vermiyordum tabii. Anlatsam anlamazlar ve belki de gülerler diye düşünüyordum. Ben o kadar emek verip hayaller kurmuşum; söyleyin Allah aşkına; çikolata kitap rafında durmayacak da nerede duracak?

Ama hayallerin de içine edilir bazen.

Bugün çikolatadan nefret ediyorsam, sebebi çok değişik ve hikâyesi de uzundur.

2002 yazında, Münih’teki tünel inşaatında çalışırken firmadan bir telefon geldi. Ekibimi alıp hemen Hamburg’daki inşaata başlamamı söylüyordu patron. Hamburg’a gönderdiği ikinci ekip de işi bırakmıştı. Hemen o akşam yola çıktık, Hamburg’daki işi bırakan ekip de Münih’e geldi. İş acil olduğundan “Hayırdır yahu, niye bıraktınız Hamburg’u?” diye soramadım da. 700 kilometrelik yolu aşarak sabah Hamburg’daki inşaata ulaştık.

Bedava sirke baldan tatlıdır.

Şantiyeye girer girmez mis gibi çikolata kokusu karşıladı bizi. Dünyaca ünlü bir çikolata fabrikasıydı (N…..e) burası ve biz de bu fabrikanın ek binasını yapacaktık. Sevinçle işe başladık tabii. Öğlen yemeklerini fabrikanın yemekhanesinde yiyorduk(Bedava). Fabrikanın imalatı olan çeşitli meşrubatlar kolilerle veriliyordu bize(Bedava). Öyle ki, her akşam, bir fırt içilip sağa sola atılmış yüzlerce meşrubat şişesini toplamak için bir arkadaşımızı görevlendirmiştik. Çikolata deseniz sebil! İster fındıklısını ye, ister gofretlisini. Hemen yan taraftaki ana binada oluyordu imalat. Paketleme makinesinden çıkarak yürüyen bantlarda arzı endam eden yüzlerce, binlerce, on binlerce çikolata… Üstelik de mis gibi çikolata kokuyordu şantiye.

İşin içinde her zaman bir bir yeniği vardır!

İşimin yoğunluğundan beleş çikolata yemek nasip olmamıştı henüz bana ama bizim çocukların ağzı boş kalmıyordu nedense. Hoş, şantiyeyi saran o mis gibi çikolata kokusu yetiyordu bana. Şantiye güzeldi, yiyecek içeceğe para vermiyorduk, kaldığımız otelin odaları temiz ve rahattı ama bizden önce gelen ekipler niye ağlaya zırlaya terk etmişlerdi bu güzelim şantiyeyi? Aklımdan “bizim millete rahat batar zaten” düşünceleri geçti ama “beleşe”de bayıldıklarını ve kolay kolay beleşten vazgeçmeyeceklerini de biliyordum açıkçası. İşin içinde bir bit yeniği vardı ama ne?

Koklamaya kıyamam.

Üçüncü günün akşamı durumu anlar gibi oldum. Otelde yıkanmıştım ve temiz çamaşırlar giymiştim ama hâlâ çikolata kokuyordum ve bu durum bana rahatsızlık veriyordu artık! İçtiğim sigaraya, paydosta zıkkımlandığım biraya, başımın altına koyduğum yastığıma ve ıslak havluma dek sinmişti bu yağlı kakao kokusu. Otele, arkadaşlara, işe gelip gittiğimiz minibüse de hâkimdi bu koku ve nereye gitsek bizimle beraber geliyordu. Çikolata
İmalathanesinin havalandırma borusundan direkt ek inşaata, yani bizim üzerimize üfleniyordu bu iğrenç koku. İnşaat bitince ek binanın havalandırma sistemiyle birleştirilip bacaya verilecekti ve ortalık çikolata falan kokmayacaktı ama öncelikle ek binanın bitmesi gerekiyordu.

Ölen öldü, kalan sağlar yetmedi.

Daha bir hafta dolmadan bizim ekip mızıklamaya başladı. İştahları kesildiğinden beleş yemekten bile vazgeçmişlerdi ve ikide bir “Çekilir nane değil bu koku yahu” demeye başladılar. İkinci hafta üç eksikle başladık işe. Firma hemen işçi takviyesi yaptı tabii. Yeni gelenlerin beleş çikolataya saldırmaları pek eğlenceli oluyordu ama karşımıza geçip katır kutur yemeleri mide bulandırıcıydı doğrusu. Üçüncü hafta sonunda, başta ben olmak üzere hepimiz teslim bayrağını çektik ve kesin bir dille tayinimiz istedik. Patron yeni bir ekip oluşturarak Hamburg’a gönderdi ve bana da telefonda“Yeni gelenlere bir şey söylemeyin haa” diye tembih etti.

Sonuçta...

Yeni gelenler “Oh beee, mis gibi çikolata kokuyor burası” diyerek iştahla işe başladılar. Üç gün sonra anlayacaklardı “tabakhaneye” geldiklerini. Onlara bir şey söylemeden pılımızı pırtımızı toplayarak evimize döndük. Bize de işe başlarken bir şey söylenmemişti zaten! Diğer arkadaşları bilmem ama ben o günden beri çikolata yemiyorum. Kitaplığımda da sadece kitaplarım duruyor artık.

“Rafları silme kitap ve çikolata dolu büyük bir şato” hayallerim vardı küçükken.

Ne diyelim?

Çocukluk işte.

 
Toplam blog
: 312
: 1658
Kayıt tarihi
: 10.02.07
 
 

Önceleri konuşurdu insanlar, "yazmak", sonraların işi... Duygu ve düşüncelerimizin yanı sıra gözl..