Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Ekim '07

 
Kategori
Anılar
 

Çileli kuşak II

Çileli kuşak II
 

Bir gün, dedem telaşla eve gelir. -''Melek çabuk çarşaflan seni bir yere götüreceğim'' der.

Eşrefpaşa'dan Kemeraltı'na inen kestirme bir yol vardır. Damlacık yokuşu. Bu yokuştan aşağı inerlerken -''mama, mama'' diyerek ağlayan, annesini kaybetmiş 3-4 yaşlarında bir oğlan çocuğu görürler. Babaannem karakola götürelim der, dedem olmazlanır, çocuğu olduğu yerde bırakıp yollarına devam ederler. Acaip bir gürültüye doğru yürümektedirler.

Kemeraltına yaklaştıkça insan feryatları artar. Kollarının altındaki kızlarla adamlar ara sokaklara dalmaktadırlar. Babaannem durumu o zaman anlar. Yunanlılar gemilerle İzmir'i terketmektedirler. Ortalık mahşer yeri gibidir. Dedeme -'' Beni bu rezillikleri görmem için mi getirdin '' diye çıkışır.

Ben bile hatırlarım, şimdiki Yeşilyurt semti yakınında Karafatma Dağı vardı. Koca dağı dinamitlerle patlata patlata, peynir gibi ufaladılar. Şimdi yerinde Eşrefpaşa Lisesi vs. var.
İşte bu dağa, günlerce, at arabalarıyla cesetler taşınmış ve İzmir günlerce yanık et kokmuş.

Bir kaç gün sonra, Türk askerleri İzmir'e girmişler. Babaannnemlerin yaşadıkları bölgeyi askeri bölge ilan etmişler. ( şimdiki Konak Anadolu Lisesinin atındaki boş arazi ) Kule'de ordu karargahı olmuş. Emir demiri keser ya, babaannemlerde evlerini askerlere teslim edip, buldukları başka bir eve başlarını sokmuşlar.
Babaannemin okuma yazması yok, annesi tek kelime Türkçe bilmiyor, erkek kardeşinin yaşı küçük, dedem hasta. Kısacası ellerindeki evi ve araziyi hiç bir hak iddia etmeden kaybetmişler.
Yaşadığı, sürece babaannem o arazinin kendisine ait olduğunu ispatlamak için çırpındı. En büyük arzusu buydu. Hatta bu dava için tuttuğu avukatı adeta maaşa bağlamıştı. Her ay düzenli olarak Karşıyakadaki avukatını ziyaret eder, ücretini öderdi. Nasıl bir insansa bu avukat, onun kuruş kuruş biriktirip topladığı parayı, hiç bir şey yapadığı halde almaktan utanmazdı.

Dedem, babamın doğumundan iki yıl sonra vefat eder.
Babaannem için asıl zor günler de o zaman başlar. Ekip biçebilecek toprak olmayınca, her şeyi parayla almak gerekir. Parayı bulmak için de işten işe koşmak.

Sanırım şimdiki kuduz hastanesi, o zamanlar, çalışan annelerin çocuklarını bıraktıkları günümüz kreşlerine benzer bir kurum. Babaannem her sabah babamı ve babamdan bir yaş büyük olan amcamı kuruma bırakıyor. Akşam iş çıkışı alıyor. Büyük nine de evdeki diğer iki çocuğa bakıyor.
Bir gün, babaannem yorgun argın eve gidiyor ( araba vb. yok işten eve yaya yürünüyor ) bir eksiklik var. Annesi sorunca, çocukların yokluğunu farkediyor. Babaannem onları yuvadan almayı unutmuş. Bu olayı her anlatışında, hüzünlenir, dudklarında hep aynı iki kelime dökülürdü.
Çok yorgundum.

 
Toplam blog
: 74
: 1691
Kayıt tarihi
: 17.06.07
 
 

Emekliyim ama, yaşamdan değil; işimden. Eşim ve iki kızımla birlikte İzmir’de yaşıyoruz. Yazmak, oku..