Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Haziran '08

 
Kategori
Tarih
 

Çılgınlığın böylesi...

Çılgınlığın böylesi...
 

Çanakkale askerleri


Çılgınlığın böylesi…

(Çanakkale savaşlarından bir sahne)

Seddülbahir’de 1/2 Mayıs günlerindeki akşam taarruzu saat 22.00 sularında başladı. Süngü takılmış, tüfeklere mermi sürülmemişti. Baskın taarruzu yapılacak, düşman ansızın avlanacaktı.

Saldırı başladı ve bir anda gelişti.

Ama İngilizler ve Fransızlar da sabah yapacakları taarruz için ön siperlere kuvvet yığmışlardı. Bu nedenle Türk taarruzu sanki sert bir kayaya çarpmış gibi oldu. Buna rağmen mevziler arasında ileri geri, kanlı hareketler ve boğuşmalar saatlerce sürüp gitti.

Ancak sonuçta Türk taarruzu başarısızlıkla sonuçlandı.

İşte bu başarısız taarruzun içinde öylesine müthiş, çılgıncasına, insanlık tarihinde bir eşi benzeri daha bulunmayan ve ancak çılgın Türklerin yaratabileceği bir sahne var ki, göğüsleri kabartıyor, insanı duygulandırıp gözleri dolduruyor, insanın şeref duygularını okşuyor; bir kere daha ‘Ne Mutlu Türk’üm Diyene!” dedirtiyor.

Savaşın bütün ateş ve şiddetiyle sürüp gittiği koşullarda Fransız cephesinde küçük bir yarık, küçük bir çatlak oluşmuştur. Cephede bir gedik… Bu cephenin yarılacağına delalettir. Tabiatın hoşlanmadığı gibi boşluktan, savaş cephesi de boşluktan hoşlanmaz. Bir cephede oluşan boşluğu karşı cepheden behemehal ve hemen doldurulur. 21. Alay vargücüyle Fransız mevzilerine saldırırken birdenbire oluşan bu boşluğa alayın bir takımı dalıyor. Türk mevzilerinden askerler akıp gelmektedir. Boşluğa dalan takımın arkasından boşluğa akıp giden askerler düşman cephesi içinde kaybolup gittiler.

Fransız cephesinin derinliklerine doğru ilerlemiş olan bu dirilen Türkler, bu çılgın Türkler bir süre yıldızların aydınlattığı gecenin alaca karanlığında ilkel ıssızlığı ve sessizliği bozan ordan burdan gelen tek tük silah seslerini dinlediler. Anlaşılıyordu ki, taarruz durmuştu.

Fransız cephesinin içinde birkaç subay ve 300 kadar savaşçı toplanmış, bir süre dinlenerek ne yapacaklarına karar vermek için düşündüler. Birkaç fedai subayın sevk ve idaresinde 300 kişilik bir askeri birlik yaman bir kuvvettir. Artık burada gerilla yöntemleriyle savaşacaklardı.

Cephe içinde, düşman cephesinin derinliklerindeki çeşitli hizmet ünitelerini yerle bir ettiler. Önlerine çıkan ikmal birimlerini, düşman cephe gerisindeki yardımcı birliklerine saldırdılar. Geldikleri yere, kendi mevzilerine doğru vuruşa vuruşa geri dönerken baskın verdikleri Fransız cephe gerisi birimleri arasında ve merkez üsleri arasında panikli ve çığlıklı yardım çağrılarına neden oldular. Önlerine çıkan birkaç tane sahra mutfağını basıp darmaduman ettiler. Birkaç erzak deposunu tarumar ettiler. İçlerindeki görevli askerleri ve muhafızları çil yavrular Silver Stolen’ın çevirdiği ve hiçbir zaman gerçek olamayan, yani Amerikan emperyalizminin hiçbir yerde ve hiçbir zaman diliminde gerçekleştiremediği, sadece hayali film stüdyolarının kahramanı olan Rambo işte böyle, tarih içinde Türkler tarafından canlı canlı yaşanmıştır.

“Fransız cephesinin gerisindeki bir kesimi harman yerine çevirmişlerdi. (Aslında harman yerine değil ama sürülmüş tarlaya döndürmüşlerdi) Bir masalın hayal kahramanı gibiydiler. Morto koyu’nun yakınına kadar geldiler.”

Ancak gün ışımak üzereydi. Çok az bir zaman sonra ortalık aydınlanmaya başlayacak, herkes her şey ayan olacaktı. Zaten Fransız cephesi içinde ve gerisinde “ateşten bir top” gibi dolaşan bu gerilla birliğine karşı tüm Fransız güçlerinin alarma geçtiğini bilmek için allame olmaya gerek yoktu. Ayrıca hışım gibi yararak yel gibi geçip ilerledikleri gediği de büyük olasılıkla onarmış ve kapatmışlardı. Bir kuytulukta toplanarak bir durum değerlendirmesi yaptılar. Şimdilik hiç kayıp vermemişlerdi. Ufak tefek sıyrıkların dışında ciddi yaralı da yoktu. Ama bundan sonrası için durum gerçekten umutsuz görünüyordu. Topluca sabah namazını kıldılar. Dualar edildi. Karar verildi. Dövüşe dövüşe cepheyi yeniden yaracaklardı. Ama bu kez Fransız cephesini tersten, onların cephe gerisinden yaracaklardı. Bu müthiş bir şeydi. Tarih böyle bir olayı yazmamıştı o zamana kadar.

“Silme Fransız askerleriyle dolu cepheye bu kez tersten daldılar.

Neye güveniyorlardı?

Görünmez adam mıydı bunlar?

Kanatlı mıydılar?

Silahları sihirli miydi?

Dev gücü mü vardı her birinde?

Hayır.

Bunlar Çanakkale askerleriydi.”

Sonra ne mi oldu?

Dendi ya; onlar Çanakkale aslanlarıydı.

Fransız mevzilerine tersten daldılar. Zaman zaman toplaşıp zaman zaman dağılarak ve saklanarak vuruştular. Kâh silah arkadaşına siper olarak kendini feda ettiler, kâh süngü atağına kalktılar. Zaten taarruza kalkmak üzere olan düşman ordusunun şaşkınlık ve gerginlik içindeki askerlerinin, nerden geldiğini anlayamadan yıldırım gibi geriden hayal gibi, masal kahramanı gibi, rüzgâr gibi aralarına dalan bu askerlere karşı koyma cesareti gösteremediler.

“Sayıları yarıya düşmüştü.

Sağ kalanlar inanılmazı başardı. Düşman cephesinin içinden geçerek birliklerine kavuştular.

Adlarını az kalsın şehit defterine yazacak olan tabur komutanı hepsini sevinçle tek tek kucakladı. Sonra da izinsiz ileri geçtikleri için açtı ağzını yumdu gözünü, bir mucize gerçekleştirmiş kahramanların topunu tepeden tırnağa kalayladı.

Biri bile gık demedi.”

Ben bu öyküyü Diriliş’te okuduğum zaman uzunca bir süre düş gibi, hayal gibi gelmişti, inanamamıştım. Sonra sindirdikçe kendi kendime ne müthiş bir milletin evladı olmaktan göğsüm kabarmıştı.

Tarih bilinci işte böyle bir şey!

Atalarının gerçekleştirdiği büyük ve inanılmaz olayları öğrendikçe Türk insanı kendine güven gelmekte, kendinde daha büyük, daha müthiş işler başarma cesareti edinmektedir. Atatürk’ün dediği gibi…

 
Toplam blog
: 510
: 505
Kayıt tarihi
: 04.04.08
 
 

"Cv" Dedikleri Özgeçmişim 1953 yılının karanlık günlerinde Haziran ayının 24. günü, ağaçların mey..