Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Hakan Karaduman (Akdenizli)

http://blog.milliyet.com.tr/akdenizli

27 Eylül '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Çin'i...

Çin'i...
 

Küratör: Müze, kütüphane, sergi, hayvanat bahçesi vb.ni yöneten ve etkinliklerini düzenleyen yetkili kimse.

Bineal: Yılaşırı (TDK)

Küratör Hou Hanruo…

Ukrayna deniz kuvvetlerinden aldığı motorsuz uçak gemisini boğazdan geçirebilmesi için ortak bir protokol imzalanmıştı Çin’le. Halkın tepkilerini –ki, hep abartılır- hafifletmeyi de göz önüne alarak milyonlarca Çinli turistin önce İstanbul’a, sonra da kartal Anadolu’ya yayılıp birikmiş emekleri olan paralarını ülkemizde bırakacakları yolunda işleri garantiye alacak bir protokoldü. O günlerde zıpkın zekalı girişimciler Çince kurslar açmışlardı. Hatırı sayılacak kursiyerleri de oldu sanırım. Olayın bu kısmıyla ilgi değilim, gelmeyen Çinliler de beni ilgilendirmiyor.

Geçen yıl bir blog yazarı arkadaşımız Çince ile ilgili son derece güzel bir yazı dizisi yayınlamıştı. Çince ömür boyunca öğrenilen bir dilmiş. Karakterler o denli çokmuş ki, bir ömür bile öğrenmeye yetmeyeceğini duymuştum. Ama şu an Çinceyle de ilgili değilim.

Avrupalılar Çin’e ellerinde tablolarla gittiklerinde mandarinler rengarenk resimlere bakıp “ne çocukca ve basit çizimler” demişler. Onlara göre resim, hayatın boyutlarını en geniş ama en kısa perspektifle anlatabilmekti. Sıra sıra dizilmiş dağların yüksek heybetli derinliği içinde bir patikada sırtında odunlarla yürüyen bir Çinli köylüyü resmetmek diye tanımladılar resmi. Açıkcası bu hoş konuyla da ilgili değilim şu an. (Ama Çin resim sanatı hep ilgimi çekmiştir).

Çinlilerin uzun yaşam sırlarından biri kabul edilir üç beyazdan uzak durmaları: Un, şeker, yağ.

Yazdıklarımdan hiçbiri ilgilendirmiyor şu an beni. Beni ilgilendiren, benim ülkemde, ülkemi kuran, bağımsızlığımı bana veren büyük önder Atatürk’e bilgisiz ve bilinçsizce eleştiriler “getiren” Çinli küratör de değil.

Ne mi peki?

Benim köklü ülkemde, tarihinde, benim liderime söz kesip, ahkam kesmesine karşı rahatlığımız. Ne gariptir ki, şimdiki zenginliğinin(?) ve gücünün sebeb-i lideri Mao’nun, emperyalizmi yenilgiye uğratmış Atatürk’ten etkilendiği bir gerçekken.

Ülkemin tarihçileri, tarihi yıkayıp kurutmadan insanların üzerine giydirmeye çalışınca soğuk algınlığına yol açıyorlar.

Tarih güçler savaşı mıdır?

Bizden sonra da bu yılları anlatırlarken; Irak savaşı, Afganistan savaşı, İran savaşı deyip, bizleri dilimleyip, yani bizleri yine sayılara hapsedip, kestirip atıverip, geçiştiriverirlerse tüm hayatlarımızı, ne yapacağız?

Tarih görünen midir, gösterilen midir?

Ülkemin değerlerine kadar, dünyanın bir ucundan(Paris) gelip eleştiri haklarını kendilerinde bulanlardan öğrendiğimiz demokrasiye göre; ne bize ne de dünyaya yar olmamış öz kaynaklarımıza ulaşabilmeleri için önlerindeki tek engel gibi duran Atatürkçülüğü ayak bağı olmaktan çıkarmak dertlerinde olan dünyalılar bize değişimden söz ederler.

Ama ne hikmetse bizim tarihçilerin bir kısmı hala görünmeyen düşman Ermenilerle uğraşırken, Atatürkçülüğün ‘izm’leştirilmesine ses çıkarmadılar.

“Kemalizm” kelimesinin başından bu yana bilinçli olarak üretildiğini, asıl amacın Atatürk ideallerinin içini boşaltmak olduğunu, 20 yüzyılın ‘izmlerin çöküşleriyle’ bilinç altlarına girdiğini anımsatmak isterim. Militarist bir güç elde etmek amacıyla, eğer gençlerin de ilgisini çekmek için böyle bir izm düşünülmüşse yapılan hata daha vahimdir.

“Azaltmak” için keskin isimler seçmek bir strateji olsa gerek.

Daha önce de yazmıştım, biz Türkler tarih şımarığıyızdır. Bir devleti yer bitirir, diğerini kuracağımızı biliriz. Devletli ve bağımsız yaşama özelliğimiz karakterimizdir. Ama yirminci yüzyılda kurduğumuz bu devlet aslında ulaştığımız uygarlığımızın en güzel örneğidir.

Şımarıklık işte…

Tarihçiler sayın küratöre bir iki laf söyleceklerdir sanırım. Adam da gitmeden bir iki özür diler de iş tatlıya bağlanır umarım.

***

Biraz da bizden bahsedip, bağlayıp gideceğim.

MB’da her kategorinin yılmaz bekçileri var. Çok hoş bir durum bence. Zamanla ilgili kategoriniz sizi veya siz onu buluyorsunuz.

Mb son derece güzel ve nitelikli bir yapıda ilerliyor. Yeni eklentilerden “önerdiklerim” bölümü çok iyi olmuş. Video bölümü yeterince kullanılmıyor. Eğer biraz daha kayıt için yer verilirse videolarımızı kesmek zorunda kalmayacağız. En azından beş dakika kadar kayıt olanağının çok iyi olacağını düşünüyorum. Beş dakika bir parçanın ortalama süresi kadardır. Tabi maliyeti arttırıcı bir konu.

Kitap konusunda tartışmak benim açımdan çok yararlı oldu. Öğrendiklerim;

1) Her konuda olduğu gibi yazın dünyasının da bir feodalitesi ve keskin kılıçlı bekçileri var. Yüz yıl önce yazılmış tüm eserler inanılmaz öğreticiyken, şimdi, yani yanıbaşımızdaki tüm insanlık tarihi birikimlere ve gelişmelere rağmen yeni bir şeyler ortaya çıkarılamayacağı görüşünde olan muhafazakar bir çevre de var. Onlara da saygı duyuyorum. Onca edebi beklentileri olan o insanların MB’ da gezindiklerini de görünce de umut doğuyor insanın içine. İnsanın her şeyi bilmesi mümkün değil veya her yeri görmesi. Kafka’nın 10 bin kişilik bir kasabadan hiç çıkmadan yazdığı eserlere şimdi hayranlıkla bakanların yüce önyargı tapınaklarına bir mum daha…

2) Artık kolay kolay bir arkadaşıma yorum yazmayacağım. Bunun nedeni yorum yazmanın da artık zaman gerektirdiği. Eğer aceleniz varsa sakın bulaşmayın derim. İnsanlar anlayamadıkları bir şeyle karşılaştıklarında, temelde de olumsuz olduklarından hayata, karşıdaki insanla ilgili "hemen saldırabileceği" zayıf noktaları arıyor gözleri. Kendi bulması önemli değil toplumunda "okeylemesi" gerekeceğinden, biraz da üstü kapalı hafif mırıldanma şeklinde haleti ruhiyelerini belli ediveriyorlar. Gereksiz, saçma sapan kırgınlıklara şu sıralar hiiç mi hiç ihtiyacım yok. Benim savaşım insanlarla değil, dayatmalarla ve hayatla. Kavgadan bunu anlarım.

3) Kitap konusunu kısaca derleyip kapatıyorum: Damla yetince damlar.

4) İzmir konusuna gelince;

Bir ay önce sevgili Pirmete’ye gelemeyeceğimizi söylemiştim. Üstelik Pirmete de bu konuda şartlarımızı biliyor ve görmüştü. Ancak, daha önceki toplantı tecrübelerimden de yola çıkarak toplantı öncesi olumsuz bir hava estirmek istemediğim için açıklama yapmak istemedim bu konuda. Son güne kadar bekleme nedenim de ondandı.

Gelelim toplantıyı organize eden dostlarımıza. Sevgili Pirmete’nin bir sözü vardır, eğer “dümendeysen gemiyi gidelecek yere sen ulaştıracaksın” der. Bir işin başına geçmeden önce ağrılığını iyi hesaplamak gereklidir; kalabalıklaştıkça, çoğaldıkça azalabileceğimizi de.

Bu topraklar devrimcidir. Zemini sürekli hareketlidir, bazen kaygandır. Bu topraklarda yaşamak zordur, zorludur. Bu toprakların sahipleri çoktur deyip geldim yazımın sonuna;

şimdi geldi en zorlu kısma. Bu yazıya kategori bulmaya. Yazmak zamanımı almıyor ama şekli şemaline çeki düzen vermek zaman alıcı.

Sevgili Neşe'nin dediği gibi, gündelik yaşam diyelim ve geçelim…

not: resim; bienalden, milliyet.

not: artık blog önerilerini not düşerek yazmayacağım. çünkü derli toplu bir "önerdiklerim" başlığımız oldu. zaman bulduğumda bir liste hazırlayıp o başlık altında yazacağım.

not: müzik konusunda herzaman yazmak istemişimdir ama fırsatım olmadı. onun yerine, güzel parçaları, eserleri, yorumlayanları tanıtmaya çabalayacağım görüntülerle. sonatların kralı var şimdiki seçkimde. artur rubinstien'ın parmaklarından... tamamını dinleme şansı bulursanız son bölüme dikkat.
http://www.youtube.com/watch?v=k6qO1e2WmbA&mode=related&search=

 
Toplam blog
: 470
: 551
Kayıt tarihi
: 28.08.06
 
 

Ateşten denizleri mumdan gemilerle geçmeye" benzer hayatımız. Mutlaka mavi gökyüzü görünecektir. Gid..