Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Ocak '11

 
Kategori
Psikoloji
 

Cinsel saldırı ve nedenleri

Cinsel saldırı ve nedenleri
 

Cinsel Saldırı

Cinsel saldırı, insanın temel hak ve özgürlüğüne, bireysel özgürlüğüne ve bütünlüğüne yönelmiş en ağır fiziksel saldırıdır. Cinsellik kavramının boyutlarının çok karmaşık olması nedeniyle “cinsel saldırı” topluma ve kültüre göre farklılık gösteren evrensel bir sorundur.
Searles ve Berger cinsel saldırıyı, karşılıklı uzlaşmayı içermeyen, vücuda zarar verme tehdidiyle ve güç kullanarak yapılan oral, anal ya da vajinal penetrasyon olarak tanımlamışlardır.

Brownmiller’e göre cinsel saldırı, bedenin cinsel yönden zorla kuşatılması, özel ve kişisel iç alanın kişinin rızası olmaksızın saldırıya uğramasıdır, kısaca, birçok yoldan ve birçok yöntemden biri kullanılarak gerçekleştirilen duygusal, bedensel ve akılsal bir bütünlüğün bilerek bozulmasına neden olan bir saldırıdır.

Cinsel saldırı Gise’ye göre, bir çeşit cinayet, kişinin iç ve en özel kısmının ihlalidir.
Moscarello cinsel saldırıyı bir kişinin başka bir kadın veya erkeği zorla öpme, okşama veya cinsel ilişkide bulunmak şeklinde seksüel aktivitede bulunmak olarak tanımlamaktadır.

Yavuz’un tanımına göre cinsel saldırı; rızası olmayan veya herhangi bir sebepten dolayı rızası kabul edilmeyen bir kişinin, fiziksel güç kullanımı, tehdit, korku, hile ve kandırma gibi zorlamalarla cinsel içerik taşıyan bir davranışa maruz kalmasıdır. Bu yasal olmayan davranışlar cinsel amaçlı bir dokunuştan ırza geçmeye kadar geniş bir spektrum içerir.
Cinsel saldırı suçunun dünya üzerinde kabul gören geleneksel hukuki tanımı; “Kadının rızası dışında ve zorla yaşadığı cinsel deneyimdir.”Cinsel deneyim terimi yalnızca penisin vajinaya girişini içerir; diğer cinsel saldırılar dışlanmıştır.

Bu genel tanım dışında son yıllarda birçok ülkede cinsel saldırı suçunun tanımı ve ilgili kanunlarla yenileştirmeye gidilmiştir. Cinsel saldırı, cinsel kötü davranış, suç oluşturan cinsel girişim ya da penetrasyon, suç oluşturan cinsel tavır, kaba cinsel üste çıkış, rızasız cinsel ilişki gibi saldırganın eylemlerini, cinsel saldırının cinsel boyutu yanında içerdiği şiddeti de vurgulayan yeni tanımlar oluşturulmuştur.

Bu konuda yapılan çalışmalar sonucunda bugün dünyada genel olarak kabul gören tanım şunları kapsamaktadır. “Kadın ve erkek arasında, kurbanın rızası olmadan vajinal ilişki ve cinsiyet ayrımı olmaksızın anal ilişki, yüzeysel de olsa vajinal ya da anal girişin olduğu durumlar eşi de kapsamak koşuluyla suç oluşturur”.

Cinsel davranışlar toplumların gelenek, görenek, ahlaki değerler ve yasal yaptırımlarına bağlı olarak farklı biçimlerde değerlendirilseler de, ülkemizde hukuksal boyutta bir cinsel davranışın suç olarak nitelendirilmesinde bazı ortak kavramlar bulunmaktadır. Bunlar;
1. Davranışın rızası olmayan bir kişiye yönelik olması,
2. Yasalarda belirtilen yaş gruplarındaki kişilere karşı yapılması,
3. Mental veya beden hastalığından yararlanılması,
4. Zor kullanılması,
5. Kişiyi alkol, uyutucu, uyuşturucu bir madde etkisi altında bırakarak yapılması,
6. Hile ve kandırma yolu ile gerçekleştirilmesi.

Cinsel Saldırının Nedenleri

Cinsel saldırılar insanlık var olduğundan beri kültür, dini inanç, sosyo-ekonomik düzey, rejim farkı olmaksızın, bütün toplumlarda bireyin mahremiyetine, kişiliğine, fiziksel ve ruhsal varlığına ve çevresine karşı işlenen, cinayetten sonra en ağır suç olarak süregelen bir şiddet biçimidir.

Toplumsal düzeyde cinsel saldırı, eşitsizliğin bir sonucu ve daha zayıf bireylerin, çoğunlukla kadınların tahakküm altına alınma mekanizması olarak görülmektedir. Bir takım çalışmalar cinsel saldırının nedenlerine sosyo-kültürel etkenleri, kişiler arası ilişkileri, psikolojik etkileri, alkol ve madde kullanımını, cinsel deneyimleri, çocukluk dönemi ve anne-baba ilişkilerini sebep göstermektedir:

1.Çocukluk Dönemi ve Anne-Baba İlişkilerinin Etkisi

Yapılan araştırmalara göre, özellikle aile içinde yaşanan erken çocukluk deneyimlerinin kişilerin gelecekteki davranışlarını belirleyecek en önemli unsur olarak, diğer tüm etkilenimlerin ya da sonradan edinilenlerin üzerinde bir önceliği vardır. Özellikle cinsel saldırılarla ilgili olarak kadının hâkim olduğu ailelerde yetişen erkek çocukların “fazla erkeksi” oldukları ileri sürülür. Bu sava göre, bu tür ailelerde yetişen erkek çocuklar dişil kimliklerini aşırı ölçüde dengelemeye ve çoğunlukla kadınlara yönelttikleri saldırgan davranışlarla erkekliklerini ispat etmeye çalışırlar.

Örneğin Ohio’daki bir erkek okulunda suçlular üzerinde yapılan bir araştırmada annenin hâkim olduğu evlerde yetişen erkek çocukların erkeklik ve sertlikle ilgili abartılı algılara sahip oldukları sonucu ortaya çıkmıştır. Bunun yanında sert davranışlara büyük önem verdikleri, cinsel atletikliği ve kadınların ele geçirilmesi gereken nesneler oldukları fikrini vurguladıkları, daha itkisel ve düşmanca oldukları ve fazlasıyla baskı uygulamaya eğilimli ve heyecan merkezli, riski yüksek davranışlara eğilimli oldukları sonucu ortaya görülmektedir.

Öte yandan, eğer ataerkil toplumlardaki anne-baba ilişkileri ailedeki yetişkin bireylerin taşıdığı cinsel şiddet ile bağlantılıysa, bu araştırmanın bulguları kuvvetli bir şekilde göstermektedir ki, suçlu olan öncelikle anneler değil babalardır. Babanın rolü ile ilgili kültürel beklentilerden yoksun olunduğu için, babanın olmayışın ya da uzak oluşu erkek çocukların toplumsal ve psikolojik gelişimleri üzerinde olumsuz bir etki yaratmaktadır.
Görülüyor ki çocukluk dönemindeki anne baba ilişkileri ilerleyen zamanlarda ortaya çıkabilen cinsel saldırı nedenleri arasında önemli bir etken olmaktadır. Evlilik içi ilişkilere bakıldığında erkek, çocukluk dönemindeki anne-baba ilişkilerinin etkisi altında kalmakta, anne ve babanın kişilik özelliklerini, davranış ve tutumlarını, evlilik ve cinselliklerini model almakta ve bunu evliliklerinde eşlerine uygulamaktadırlar. Alınan yanlış modeller evlilik içinde erkek tarafından eşine karşı yapılan birer cinsel saldırı olgusu olarak geriye dönüş şeklinde kendini gösterebilmektedir.

2.Aile İçi Şiddet ve Çocuk İstismarının Etkisi

Ailede var olan şiddete yönelik açıklamalar, çocuğun istismarı ve özellikle çocukluk yıllarındaki cinsel taciz, erkek cinsel şiddetinin temel nedenlerinden biri olarak büyük ölçüde kabul görmektedir. Çelişkiler olmasına rağmen araştırmalar cinsel saldırıda bulunanların, bulunmayanlarla karşılaştırıldığında çocukken belli oranlarda cinsel mağdur olduklarını ortaya koymuştur .

Cinsel istismarın yanında bir diğer etkili faktör de fiziksel istismardır. Cinsel saldırıda bulunanlarda çocukluk çağı fiziksel istismarı yaşantısı oldukça sık görülmektedir. Cinsel ve fiziksel istismara uğramış çocuklar istismar edilmemiş çocuklara göre cinsel suçlara 4, 7 ve 4, 1 kat daha yatkındırlar. Çocukluklarında fiziksel istismara tanıklık etmenin de cinsel saldırı olasılığını arttırdığı belirtilmektedir. Fiziksel istismara tanıklık eden erkek çocukları, direkt olarak fiziksel istismara uğrayan erkek çocukları ile karşılaştırıldıklarında benzer uyum problemleri göstermektedirler. Bu, onların bilişsel, duygusal ve davranışsal gelişimlerine yansımaktadır. Bu nedenle şiddet görüntüleri ve yaşanan fiziksel istismar benzer tepkiler doğurabilmektedir.

Eşe karşı yapılan cinsel saldırı durumlarına bakıldığında, eşlerine cinsel saldırıda bulunan birçok erkeğin geçmiş yaşamlarında aile içi şiddetle büyüdükleri, aile içinde şiddete ve cinsel istismara tanıklık ettikleri ve ayrıca kendilerine karşı yapılan çocuk istismarına maruz kaldıkları görülmektedir. Buradan da görülüyor ki, cinsel istismarı yaşamak ve tanıklık etmek, ilerleyen zamanlarda kurulan bir aile ortamında eşe karşı uygulanmaktadır .

3.Psikolojik Etkenler

Cinsel saldırı nedenleri ile ilgili belki en sık tekrarlanan açıklamalar, erkekleri bu suçu işlemeye iten şeyin psikolojik bir bozukluk olduğu yönündedir. Birçok çalışmada özellikle antisosyal kişilik bozukluğunun şiddet dayanışına risk oluşturduğu bildirilmektedir. “Psikopati” tanısı alanların genel popülâsyondaki oranı %1 iken saldırganlar arasında %15 - %25 oranındadır. Bu nedenle psikopati ve kriminal davranış arasında ilişki kurulmaktadır. Genel hükümlü popülasyonları arasında yetişkine yönelik cinsel saldırıda bulunanların %12.2’si, çocuk tacizcilerinin %7.5’i psikopati tanısı almışlardır .

Saldırganların psikolojik özellikleri, mağdurların yaşlarına göre farklılaşmaktadır. Psikopati tanısı konan saldırganların %38.9’u yalnızca yetişkin mağdura, %16.8’i yetişkin ve çocuğa, %4.2’si yalnızca ensest, %3.2’si aile dışından çocuklara, %1.1’i hem aile içi hem de aile dışından çocuklara saldırıda bulunmuştur. Seto ve Barbaree’nın çalışmasında da yetişkine yönelik cinsel saldırıda bulunanlar, ensest saldırıda bulunan ve aile dışı saldırıda bulunan çocuk tacizcileri arasında psikopati skorları açısından anlamlı farklılıklar saptanmıştır. Aynı çalışmada psikopati skorları yüksek olan saldırgan erkeklerin daha genç, daha düşük eğitim ve sosyoekonomik düzeye sahip olduğu belirlenmiştir .

Cinsel saldırganların sosyal olarak güvensiz, suçluluk duyan, izole olmuş ve yetersiz kişiler olduğuna ve bu yetersizliklerini kapatmak için tepkisel olarak saldırgan olduklarına işaret edilmiştir. Saldırganların özsaygıları zayıf, sosyal becerileri yetersiz, sosyal olarak izole, pasif, çekingen, hakkını arayamayan, duygusal kontrol stratejileri zayıf, kendi duygu ve düşünceleri üzerinde durup, partnerinin duygu ve ihtiyaçlarına dikkat etmeyen kişiler olduğu vurgulanmaktadır. Cinsel saldırganlarda narsistik ve bağımlı kişilik bozuklukları sıktır ve bazı pedofililer katı kişilik örüntüleri sergileyen, çocuklar ile cinsel aktivitelerini ussallaştıran kişilerdir.

Yapılan bir çalışmada Eysenck Kişilik Envanteri sonuçlarına göre pedofililerin içedönük, çekingen, duygusal ve depresif oldukları görülmüştür. Kişilik testi sonuçlarını güçlendiren bu hususlara ilaveten duygusal olarak olgunlaşmamış, yetişkin heteroseksüel ilişkilerden korku, sosyal çekilme bulunmuştur.
Eşe karşı yapılan cinsel saldırı olaylarında da, eşlerine karşı cinsel saldırıda bulunan bazı erkeklerin birtakım psikolojik problemlerinin olduğu, özellikle antisosyal bir kişilik yapıda bulundukları, bazı yetersizliklerini kapatmak için eşlerine karşı tepkisel davranışlarda bulundukları gözlenmiştir.

4.Sosyo-Kültürel Etkenler

Cinsel saldırı nedenlerini araştırmaya yönelik yapılan araştırmalar cinsel saldırının kültürel tutumlara, kadınların, yaşadığı topluluğun erkeklerine göre bulundukları toplumsal ve ekonomik statüye ve toplumdaki diğer şiddet biçimlerinin miktarına bağlı olduğu göstermektedir.

Sosyo-kültürel yapı ve bunların uzantısı olan toplumun ideolojik yapısı cinsel saldırı sıklığını ve tavırlarını etkileyen en önemli faktörlerden biridir. Çoğu toplumlarda erkeklik ve erkek genital organı ile kuvvet, kudret, saldırganlık arasında sembolik bir bağ vardır. Kültürün mesajları her zaman kadının edilgen, erkeğin ise daima cinselliğe istekli ve hazır olduğunu öğretmektedir. Kişinin cinsel gelişimi erkeklerin cinsel ilişkileri başlattığı ve kontrol ettiği, kadınların ise cinsel arzularını dile getiremedikleri, hayır derken aslında evet demek istedikleri şeklindeki cinsiyet rollerine ilişkin kalıp yargılardan etkilenmektedir. Cinsel kimliği ortaya koyuş kalıpları, kadının daha öte cinselliğe hayır deme hakkını elinden alarak, erkeği cinsel yönlendirici konumuna koyup, kadını da bundan sorumlu göstererek saldırıyı desteklemektedir. Genelde toplumda öğretilen cinsel kalıplar, gençler çıktıklarında erkeğin cinselliği yaşamak için her yolu, stratejiyi denemesi, kızların da buna sessizce katılmaları ya da cinsellikten kaçınmak için her yolu kullanmaları biçiminde oluşmuştur. Daha da ötesi birçok genç kız ve erkeğe “Kadın evet demek isterken bile hayır diyordur.” kalıbı öğretilmiştir. Birçok erkek “Erkeğin kadından daha fazla cinsel hakları” olduğuna inanarak toplumsallaşmışlardır. Ve bu toplumsallaşma da cinsel saldırıya neden olan ya da tetikleyen bir durum haline gelmiştir.

Araştırmalarında Sanday, “cinsel saldırı görülmeyen” ve “cinsel saldırı görülen” toplumlar arasındaki farkları incelemiştir. Bu araştırmaya göre, toplumların dişil doğurganlık yetenekleri yerine eril yıkıcı becerilerine dayanmasına koşut olarak, erkek egemenliğinin ve kadınları zorla denetim altında tutma eğiliminin arttığını ileri sürmüştür. Cinsel şiddeti, dişil yetenek ve becerilerinin küçümsenmesine bağlayan Sanday’a göre cinsel saldırı, şiddet kültürünün bir unsuru ve erkek egemenliğinin ifadesidir.

Farklı kültürlerde kadınlar üzerinde yaptığı incelemeler sonucunda Blumberg, kayda değer bir ekonomik güçlerinin bulunmadığı durumlarda, kadınların cinsel şiddet konusu da başta olmak üzere birçok konuda ezilme olasılığının arttığını ve önlerine farklı yaşam seçeneklerinin çıkmadığını ileri sürmüştür. Schwendinger ve Schwendinger de Bumberg gibi araştırmalarında benzer bir sonuca varmışlar ve cinsel saldırının cinsler arası eşitsizliğe, kadınların toplumsal üretime katılımına ve şiddetin kültürün başka yanlarında ne kadar kurumsallaştığına bağlı olarak değiştiğini savunmuşlardır.
Yaygın olarak inanılan, ancak doğruluk payı az olan bazı cinsel inanışlar mit olarak adlandırılmaktadır. Cinsel saldırılarla ilgili mitleri şöyle sıralayabiliriz:
“Kadınlar ayaklarını yerden kesen kuvvetten hoşlanırlar.” , “İyi kızlara cinsel saldırıda bulunmaz.” , “İstemeyen bir kadına saldırıda bulunmak imkânsızdır”. , “Hayır, aslında evet demektir.” , “Cinsel ilişkiyi erkek başlatmalıdır.” gibi cinsel mitler sosyal etkileşim sonucu cinsel agresif tutum ve modellere maruz kalma ile öğrenilir.
ABD’li araştırmacı Frank Costin ve arkadaşlarının dört ayrı ülkede yaptıkları araştırma sonuçlarına göre; bu yanlış inanış ve mitlerin benimsenmesi veya reddi, o bireyin kadınların toplumsal rol ve haklarına değin tutumuyla paralellik göstermektedir. Bir başka deyişle, genel olarak kadınların cinsel saldırı suçuna yol açtıkları, ortam hazırladıkları şeklindeki inanışları, mitleri benimseyen bireyler, kadınların toplumsal rol ve haklarının erkeklere göre daha kısıtlı olmasını desteklemek eğilimindedirler.
Fincancı, Sözen ve İnce’nin cinsel suçlara toplumsal yaklaşım içerikli yaptıkları bir anket çalışmasında; değişik yaş ve eğitim düzeylerinden 42’si kadın, 32’si erkek 74 kişiye, cinsel suçları algılayış biçimini, zarar gören kişilere karşı bakışı ve cinsler arasındaki değerlendirme farklılığını ortaya çıkarmayı hedefleyen bir anket formu uygulanmıştır.

Cinsel saldırıdan erkeği sorumlu bulanlar tüm ankete katılanların %59.4’ünü kapsamaktadır ve %26.6’sı cinsel saldırının gerçekleştiği olaylarda kadının direnme gücünün önemli olduğunu düşünürken, %59.4 önemli olmadığını belirtmiştir. Cinsel saldırının gerçekleşmesinde kadın cazibesinin davetkar tavrının payı sorulduğunda, katılanların %20.3’ü olumlu, %60.8’i olumsuz görüş bildirmiştir. Uyuşturucu kullanan kadınların cinsel ilişki için istekli olup olmadığı sorusunu %32.4 olumlu, %21.7 olumsuz, %44.6 ise yorumsuz olarak yanıtlamıştır.

Ankete katılan kadın ve erkeklerin yanıtları ayrı ayrı değerlendirildiğinde; oranların değiştiği gözlenmektedir. Kadınların 3/4’ü cinsel saldırıdan erkeği sorumlu tutarken, erkeklerin ancak 1/3’i erkeğin sorumlu olduğunu düşünmektedir. Ancak, her iki grubun da cinsel saldırıya uğrayan kadını büyük oranda masum bir mağdur olarak gördüğü dikkati çekmektedir. Her iki grubun da önemli bir bölümü, kadının toplumsal kimliğinin cinsel saldırı suçunu hafifletici bir etken sayılamayacağı görüşünde olmakla birlikte, kadınların %43’ü, erkeklerin ise %59’u toplumsal kimliğin cinsel saldırı iddiasının inandırıcılığını azaltacağını belirtmektedir.

Kültürlerin normal davranışlar kadar, belirli koşullarda kabul gören sapkın davranışlara da zemin hazırladığı gözleminden yola çıkarak, cinsel saldırının çoğu zaman toplumsal olarak öğrenilmiş bir davranış olduğu belirtilmektedir. Scully’e göre davranışlar toplumsal olarak başkalarıyla kurulan dolaysız ilişkiler ve kültürel olarak başkalarıyla kurulan dolaylı ilişkilerle öğrenilmektedir.

Yapılan araştırmalar sonucunda görülüyor ki; sosyo-kültürel etkenler evlilik içi eşe karşı yapılan cinsel saldırı nedenleri arasında önemli bir rol oynamaktadır. Cinsel mitler, erkek egemen aileler, eşler arasındaki ekonomik ve kültürel farklılıklar evlilik içi cinsel saldırıların olmasında önemli ölçüde etkili olmaktadır.

5.Fizyolojik Etkiler

Cinsel saldırganlığın gelişiminde rol oynayan fizyolojik faktörler olarak cinsel uyarılma ve hormon düzeyleri gösterilmektedir. Ancak bu konuda yapılan çalışmalar bir yorum yapmaya izin vermeyen birbirleriyle çelişkili sonuçlar verdiği için fizyolojik faktörlerin, cinsel saldırganlık davranışını güdülemek veya ortaya çıkarmak için önemli bir faktör olduğu söylenememektedir.

Cinsel saldırganlığı cinsel uyarılma paterniyle açıklamaya çalışan görüş, cinsel saldırganların uyarıcıya daha fazla genital uyarılma sergiledikleri bulgusuna dayanmaktadır. Yetmişlerin sonu seksenlerin başlarındaki çalışmalar cinsel saldırganların cinsel uyarılma paternlerinin saldırgan olmayanlardan farklı olduğunu savunmaktadır. Fallometrik ölçümlerle bu görüş desteklenmeye çalışılmıştır. Fallometrik ölçümler erkeklerin normal ve sapmış uyarılara verdikleri penil cevapları ölçerek cinsel tercihlerini belirlemeyi amaçlamaktadır. Bu ölçümlerde işitsel ve görsel uyarılar kullanılarak, kişilerin cinsel saldırıda zorlama veya şiddet kullanımı ya da mağdurun yaş ve cinsiyeti gibi uyaranlara verdikleri cevapları belirler. Oysa bazı fallometrik çalışmalarda cinsel saldırgan olanlar ile olmayanların fallometrik profilleri benzer bulunmuştur. Her iki grubun da cinsel uyarılma düzeylerini birbirine çok yakın bulan çalışmalar vardır. Bu çalışmalarda iki grupta, zorlayıcılık özelliği taşımayan rızaya dayalı cinsel ilişki uyaranına nazaran, cinsel ve cinsel olmayan saldırı özelliği taşıyan davranışlara daha az cinsel uyarılma düzeyi sergilemişlerdir.
Cinsel saldırganlığın ortaya çıkışında hormonların özellikle de testosteronun etkili olduğunu ileri süren görüşler, cinsel istek, cinsel birleşme ve cinsel fantezi gibi görüntülerin testosterona bağlı olduğunu söylerler. Testosteron, maskülen karakteristiğin oluşumunu ve gelişimini sağlayan bir androjendir. Saldırganlığın fizyolojik boyutu ile ilgili açıklamalarda testosteronunu etkili olduğu öne sürüldüğünden testosteron, psikoloji ve kriminolojinin de ilgi odağı olmuştur.

İnsanlarda testosteron ve agresyon arasındaki ilişkiyi araştıran çalışmalar çelişkili sonuçlarla yaklaşık otuz yıldır devam etmektedir. Ancak hala çelişkili sonuçlar mevcuttur Çeşitli çalışmalar testosteron ve cinsel saldırganlık arasındaki ilişkiyi gösterecek sonuçlar ortaya koymamıştır. Cinsel şiddet öyküsü olan ve olmayan erkek mahkûm gruplarını karşılaştıran çalışmada şiddet derecesi fazla olanların testosteron düzeyi, şiddet derecesi az olanlara nazaran yüksek bulunmuştur. Archer ve arkadaşlarının yaptıkları bir çalışmada, bir partnere yönelik fiziksel şiddet kullandığını rapor eden grubun yalnızca çok azında testosteron düzeyi yüksek bulunmasına rağmen genel ilişkilerde gösterilen agresyon ile testosteron arasında anlamlı bir ilişki bulunamamıştır .

Cinsel saldırganlarla yapılan çalışmalarda da benzer farklılıklar dikkati çekmektedir. Rada, Laws ve Kellner’ın çalışmasında 5 şiddet uygulayan tecavüzcü, 47 düşük derecede şiddet uygulayan tecavüzcü, 12 çocuk tacizcisi ve 48 kişiden oluşan kontrol grubu karşılaştırılmıştır. Gruplar arasında plazma testosteron düzeyleri açısından; düşük derecede şiddet uygulayan tecavüzcüler, çocuk tacizcileri ve kontrol grubu arasında anlamlı bir farlılık bulunmazken, ağır şiddet uygulayan tecavüzcülerin diğer gruplar ile karşılaştırılmasında bu grubun testosteron düzeyleri yüksek bulunmuştur. Rada ve arkadaşlarının bir diğer çalışmasında bu kez çocuk cinsel istismarcıları arasında şiddet kullanan bir grubun testosteron düzeyleri - istatistiksel olarak anlamlı olmasa da – ortalamadan yüksek bulunmuş, fakat diğer gruplar arasında da anlamlı bir farklılık saptanmamıştır.

Fizyolojik etkiler ile cinsel saldırı arasındaki ilişkiyi araştırmak adına yapılan pek fazla çalışma bulunmamaktadır. Yapılan çalışmalarda fizyolojik etkilerin özellikle de testosteron hormonunun eşe karşı yapılan cinsel saldırı olaylarında zaman zaman etkili olduğu gözlenmektedir. Açıkçası yapılan çalışmaların çelişkili sonuçlar vermesinden dolayı, fizyolojik faktörlerin etkisi hakkındaki şüphelerin bulunduğunu vurgulamak gerekir.

6.Alkol-Madde Kullanımının Etkileri

Alkol ve madde kullanımının cinsel agresyonunun kontrolünü ortadan kaldıracağından mağdura yönelik agresyonu arttırdığı ileri sürülmektedir. Alkol ve madde kullanımı, cinsel uyarılmadan kaynaklanan stimülüs kontrolünü engellemektedir. Bazı saldırganlarda da aşırı kontrol edilmiş düşmanlık, alkol ve madde kullanımı ile kontrolün ortadan kalkması sonucu ortaya çıkmakta ve kişi cinsel saldırıda bulunmaktadır.

Polat ve Batuk tarafından Bakırköy bölgesinde eşleri tarafından şiddet gördükleri için Adli rapor almaya gelen 100 kadın üzerinde bir çalışma yapılmıştır. Çalışmanın sonuçlarına göre; araştırma dâhilindeki, eşleri tarafından cinsel saldırıya maruz kalan kadınların %18’inin eşlerinin alkollü iken cinsel saldırılarına maruz kaldıkları tespit edilmiştir.

Cinsel saldırı mahkûmları ile yapılan bir araştırmada, alkol ve uyuşturucu madde kullananların %77’si alkol ve uyuşturucu kullanmalarını cinsel saldırıda bulunmalarının sebebi olarak göstermişlerdir .

Cinsel saldırı ile ilgili diğer araştırmalar alkol ve madde kullanımı ile cinsel saldırı arasında bir ilişki olduğunu ortaya koymaktadır, ancak Coid’in işaret ettiği gibi, kadınlara karşı cinsel saldırı ile alkol-madde arasındaki özgül bağlantı konusunda şaşırtıcı ölçüde az araştırma yapılmıştır. Örneğin Groth, bir yandan araştırmasındaki cinsel saldırganların kullandıkları alkol-madde miktarının alıştıkları miktardan fazla olmadığına işaret ederken, diğer yandan da alkolün cinsel saldırıya sebep olmasa da bu süreci etkileyen hızlandırıcı rolünün olabileceğini belirtmiştir.

Cinsel saldırı ile alkol-madde arasındaki ilişkiyi desteklemeyen bir araştırma da Carpenter ve Armenti tarafından yapılmıştır. Bu araştırmaya göre, alkol ve maddenin vücuttaki kimyasal etkisi ile cinsel arzu arasında bir ilişki kurulamamıştır. Aynı şekilde Brain de araştırmalar üzerine yaptığı incelemelere dayanarak, alkol ve maddenin insanları saldırgan yapmadığı görüşünü desteklemiştir.

Yapılan bazı çalışmalar alkol ile cinsel saldırının ilişkisini açıklar nitelikte olsa da bazı çalışmalar da ilişkiyi açıklayamamaktadır. Fakat evlilik içi eşe karşı yapılan cinsel saldırı olaylarında, kadınların eşlerinin alkollü olduğu zamanlarda cinsel saldırının daha sık gerçekleştiğini belirttikleri de göz ardı edilmemelidir. 

 
Toplam blog
: 25
: 2655
Kayıt tarihi
: 10.12.10
 
 

Uzman Psikolog Sabahat Erler, İstanbul Ticaret Üniversitesi Psikoloji Bölümü'nden mezun olmuştur...