- Kategori
- Doğal Hayat
ÇIRÇIR
İstanbul gibi bir şehirde geçerse hayatınız daha çocuk yaşta balığa ilgi duymamanız da imkansız.. O yüzden daha küçük yaşta edindiğiniz ilkel bir el oltasıyla balığın peşine düşersiniz…
Bizim çocukluğumuzda Kadıköy sahili henüz doldurulmamıştı…
Lodosta sahildeki evleri su basardı..
Kurtçu Mahir diye biline bir adam eline aldığı bir kürekle yarı beline kadar denize girer, iskele boyunca izmarit peşinde olanlara taze yem çıkarırdı…Geçimi buydu. Herkesin yapacağı bir iş de değildi..
Rıhtımdan, hemen Haydarpaşa giden yolun başındaki ET ve Balık kurumunun iskelesi yanında bir de kullanılmayan, yarı parçalanmış bir iskele vardı.. Altı tamamen kumdu ve deniz billur gibiydi..
Orada kaya balıklarını, yengeçleri izler, ilkel el oltamızla da tekir balığı yakalardık. Orada ufak da olsa çok tekir olurdu..
Bu fotoğraftaki kayıklar Haydarpaşa-Kadıköy arasın çalışan ve hepsi de Çankırı’lı olan kayıkçılarındı.. Akşam oldu mu kayıkları bu kızaklara çekerlerdi…
Bu kızakların altı sazlıktı fakat deniz berrak olduğundan baktığımız zaman bir sürü balık görürdük.. Çırçır derlerdi… Küçük balıklardı ama onları öyle görünce içimizden yakalamak geçerdi..
Bazen eğlenmek için, daha doğrusu onlarla cenk etmek için oradan olta salladığımız olmuştu.. Çünkü çok akıllı bir balıktı.. Kolay yakalanmıyor, yakalayayım derken, yem yetiştiremiyorduk..
Sonunda birkaç tane belki yakalıyor ama yakaladığımızı da hemen denize bırakıyorduk. Bu balığın zaten yenmediğini öğretmişlerdi.. Bir de yapışkan bir gövdesi vardı. Bu nedenle ilerde Haydarpaşa Limanında yakaladığımız iri çırçırları (ki bunlara Lapin derlerdi., tam bir kıyı balığıydı) oltadan kurtarır kurtarmaz deniz atardık…
Kaya balığı gibi, çırçır veya Lapin de bu yüzden yakalandıktan sonra bile yaşama şansı en yüksek balıklardı…
Geçen kış balıkçı tezgahında kaya balığı görmüştüm de ‘’vay be bunlar zmanında bizim denize attığımız balıklardı, Kala kala bunlara mı kaldık’’ diye geçirmiştim içimden…
Bu fotoğrafı görünce aklıma bunlar geldi.. Kadıköy’deki çocukluğumuz..
Bizim zamanımızda her çocuk mutlaka çırçırla tanışırdı…
O zor bir balıktı. Küçüktü ama büyüdükçe kendine güveni arttığından olacak, oltaya hemen o atlardı…
Bu yüzden küçük meselelere önemsiz anlamında ‘’çırçır’’ ……
Her söze atlayana, tongaya basana da ‘’atlama Lapin gibi’’ derlerdi…
Bu kızakların arasındaki sazlıklarda bir gün oltamı dibe sarkıtmış, öyle bekliyordum.
Birden olta gerildi. Farklı bir balık yakalamıştım…Beyaz yassı bir balık geldi.. Çok sevinmiştim.. Karagöz dediler… Avuç içi kadar ya var ya yoktu. …
Daha sonra burada çırçırı bırakıp Karagöz’e gelmeye başlamıştık.
Ama daha sonraları bunun karagöz değil ispari olduğunu öğrendim. Üstelik mesela İzmir Özdere’de denize girdiğimde etrafımda bana eşlik edecek kadar, insana yakın, insanların onlara çırçır muamelesi yapıp, görmezden geldiği bir balıktı…