Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Temmuz '06

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Cirdigo'ya (*)

Nedendir bilmiyorum, sabah kalktığımdan beri Beatles'ın 'Yesterday' adlı şarkısını söylüyorum. Bulutlu ve rüzgârlı, kısacası kasvetli bir gün. Atmosfere çabuk adapte olduğumdan mıdır nedir, ben de sıkkınım bugün. Yesterday' ı mırıldanarak açtım radyoyu. Bir güzel türkü; “Çeşmi Siyahım”. John Lennon' un karşısındaki tabureye oturdu Mahzuni.

—Merhaba, kusura kalma Coni gardaş rahatsız ettik.

—Estağfurullah hocam, sizi dinlemek bizim için şeref.

Bir anda taze kahve kokusu yayıldı odaya. Daha kimler gelmedi ki. Vivaldi, Arif Sağ, Frank Sinatra, Fikret Kızılok, Âşık Veysel, Jöel Perri, Janis Joplin... Ezginin Günlüğü ailece geldi. Zülfü dünkü çocuk. Pir Sultan gelince hepsi ayağa kalktı.

“İşte gidiyorum çeşmi siyahım, önümüze dağlar sıralansa da....”

Televizyonun siyah beyaz ve tek kanal olduğu, belirli saatler arasında açılıp kapandığı dönemdi. Haber almak için radyo açılır, ajans dinlenirdi. Babam yurt dışındaydı ve ben aile büyüğü olarak dedemi görüyordum. Nişantaşı'ndaki evimizin balkonunda oturur, radyodan 'Yurttan Sesler Korosu'nu dinlerdik. Dedemin gözleri uzaklara dalar, bir süre öylece sessiz kalır, sonra tabakasından bir sigara çıkarıp yakardı. Babaannemin getirip dedemin önüne bıraktığı o nefis kahvenin kokusunu hala duyuyorum. Böyle zamanlarda dedemle babaannem arasında hiç bir diyalog geçmezdi. Daha doğrusu dedemle kimse arasında diyalog geçmezdi. Sadece bir tek kişiye bir şeyler mırıldanırdı, o kadar. İlk göz ağrısı, hem ilk hem tek erkek torununa. Minicik ellerimi ellerinin arasına alır, şefkatle okşar, küçücük gözlerimin derinliklerine bakardı. Kafasından neler geçerdi kim bilir...

—Dede canım çıkıldı, payka didelim.

—Hah hah hah... Esen, kızları özlemiş bu kerata. Şunu biraz süsleyin de sevgilisine götüreyim.

Allah' ım, nasıl da utanırdım. Önce ellerimle yüzümü kapatır, sonra da başka bir odaya kaçardım. Babaannem beni giydirirken, dedem de kendi hazırlığını yapardı. Saçlar taranır, bıyıklar düzeltilir, gardıroptan neler seçileceğine bakılırdı. Tabakasındaki sigaralar azalmışsa doldurur, ilaveten piposuyla tütününü de alırdı yanına. Jilet gibi pantolon, kırışıksız bir gömlek, ceket, fular ve fötr şapka. Daha çok, aksesuar amaçlı bir baston. Tam bir Fransız seksapeli... (Büyüyünce ben de dedem olucam).

Küçük ellerimle paçasından çekiştirir;

—Hadi didelim.

Neler yapmazdık ki dedemle... Evin içinde top oynardık ve ben mutlaka bir şey kırardım. Dedem at olurdu, kovboyculuk oynardık. Sonra çok güzel illüzyon numaraları vardı. Her yaptığı numaraya bir hikâye uydurur, beni bambaşka bir dünyaya götürürdü. Kimsenin yediremediği yemeği, dedem türlü oyunlarla, kendi elleriyle yedirirdi.

O zamanlar nereden aklıma gelirdi ki, çok yıllar sonra dedeme yemeğini ellerimle yedireceğim... Hastahanede geçen iki hafta boyunca dedemin yemeğini ben verdim.

—Dede bak, uçak geliyor. Hadii, hooooooooppppp…

—Bak eşek sıpasına! Büyümüş de dedesini yedirirmiş.

Eski günlerden konuştuk. Çocukluğumdan, Nişantaşı' daki evden, Rum ve Ermeni komşularımızdan, bana piyano çalmayı öğreten Madam' dan.

Hastaneden çıkarıp eve götürdüğümüzde, artık yardımsız bir şey yapamayacağını biliyordu. İki ay sonra, bir haziran akşamı, sessizce ayrıldı aramızdan.

Bugün tam yedi yıl oldu.

Dedemi çok özledim...

(*) Cirdigo, rahmetli dedemin gururla taşıdığı ve gerçek isminden daha fazla kullanılan lakabıdır.

 
Toplam blog
: 70
: 1618
Kayıt tarihi
: 23.07.06
 
 

Milliyet Blog'un ilk yazarlarındanım. Uzun yıllar gazetecilik yaptım, sonra bir sabah uyandım ki ..