Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Mart '10

 
Kategori
Anne-Babalar
 

Çocuğunuzu kime emanet ediyorsunuz?

Çocuğunuzu kime emanet ediyorsunuz?
 

Tabi ki ilk akla gelen Allah’tır ya da öyle olmalı. Sanırım diğer akla gelenler; anneannesi, babaannesi, ağabeyi, ablası, bakıcısı ve öğretmenleri olacaktır. İşin özü; sevdiğiniz, güvendiğiniz birisine emanet ettiğiniz ya da edebileceğinizdir. Gerçi son yıllarda da yeni bir sendrom daha ortaya çıktı: Bakıcı abla sendromu. Çalışan ebeveynlerde ortaya çıkan bu travmayı ayrı bir başlıkta ele almak gerekecek.

Yıllar önce öğrencilerime çok basit ama oldukça önemli bir ödev vermiştim. Ödevin konusu öğrencilerimin babasıyla evde bir gün boyunca karşılıklı konuşmaları ve bu konuşmaları A4 kâğıdına yazıp getirmeleriydi. Ödevi verdiğim anda öğrencilerden ‘’Öğretmenim babam benimle pek konuşmaz!‘’ tarzında itirazlar geldi. Daha sonra bu ödevin kapsamını genişleterek anne ile olan konuşmaları da ilgili ödeve eklemiştik. Ertesi gün öğrencilerimden yine itirazlar geldi. Çalışma sonucunda ev ortamında kayda değer konuşmaların gerçekleşmediği ortaya çıkmış, dolayısıyla bu ödevi bir hafta süresince en çok konuşmanın yapıldığı gün değerlendirmeye alınacak şeklinde değiştirmiştik. Bir hafta sonra tüm kâğıtlar toplandı ve bunları merakla incelemeye başladım. Okudukça hem gülüyor hem de bir o kadar üzülüyordum. Zira konuşmaların kâğıda aktarılmasında anne-babanın aile içinde kullandığı konuşma dili kendisini açık bir şekilde gösteriyordu. Karaman’a has, Mut’a has kullanılan kelimeleri, cümleleri okudukça gülümsüyordum. Ancak birçok kâğıdın ortak özelliği içeriklerinin de çok vahim olması idi: ‘’Oğlum/kızım, bugün okulda ne yaptınız? Hadi dersinin başına geç! Bana soru sorma, çok yoruldum. Git çizgi film izle, dersine çalış, Sofrayı kur, bağırma vs…” tarzındaki ifadeler, hemen hemen herkesin aile ortamında yapılan konuşmalardı. Anne-baba çalışan ailelerde ise durum daha vahim. Ebeveyn zaten eve işin yorgunluğu, stresi ile gelmektedir. Çalışmıyorsa da onun sıkıntısıyla çocuğunu hep ihmal etmekle karşı karşıyadır. Tabi ki bu durumun istisnaları vardır. Ama pek çok aileden yansıyan tablo bu şekildedir. O topladığım isimsiz kâğıtları da velilerin karnesi olarak dağıtmıştım. Bu noktada bir parantezle açmak istiyorum. İlimizde de birçok seminer ve konferanslar veren eğitimci yazar Fatih Kalkınç’ın ‘’Okul Evde Başlar’’ kitabı gözlerimin önüne geliverdi. Israrla tavsiye ediyorum, gerçekten de birçok aileye örnek olabilecek bir kaynak diye düşünüyorum. Çocuklarımızın ilk ve en önemli eğitimini aldığı yer ailedir. Özel eğitimin ana kaynağı da aile eğitimidir. Ailelerin çocuk üzerindeki desteği, ilgilenirliği, çocuğunun farkındalığı ve kabullenişi çok önemli bir faktördür. Peki, ebeveynler olarak bir öz eleştiri yaptığımızda bu aslî görevimizde ne kadar başarılıyız? Belki de birçoğumuz farkındayız bu gerçeklerin. Ancak işin aslı böyle değil. Farkında olduklarımızın dışında çocuklarımızı tehdit eden birçok tehlikeyle karşı karşıyayız maalesef. Televizyon ve bilgisayar çocuk bakıcısı değildir!

Günün stresi, yorgunluğu, çocuğunuzun sesinin beyninizi tırmaladığını düşündüğünüzde kurtarıcı olarak televizyonu, bilgisayarı görmektesiniz. Çözüm veya bir kurtuluş olarak bu yönteme asla başvurulmamalıdır. Televizyon ve bilgisayar çocuk bakıcısı değildir. Bu ekranlardan yansıyanlar çocuğunuzu nasıl etkilemekte? Hele izledikleri filmler, reklamlar, hatta çizgi filmler. Biliyor muydunuz bilinçli olarak yapılan ve birçoğumuzun özellikle çocuklarımızın da fark edemediği ‘’25.kare ve subliminal(şuur altı) mesajlar’’ın direkt olarak etkili olduğu gerçeğini? Özel gereksinimli öğrencimin dikkat ettiği ve aktardığı bu durumu araştırmaya koyuldum. Neydi bu 25. kare ve şuur altı mesajlar? Şuur altı mesaj, o anda insanın fark edemediği, başka bir öğenin içine gizlenen ve bilinçaltı tarafından algılandığı öne sürülen mesajlardır. Bunlar; film ya da reklamlarda gözün görüp beyne sinyal gönderemeyeceği fakat bilinçaltının algılayabileceği hızdaki, 25.kare görüntüleri ve farklı objelerin bir araya gelmesiyle bilinçaltında oluşan toplu resimlerdir. İnsan gözü doğası gereği saniyede en fazla 24 kareyi algılayabilmektedir ve bu kareleri birbirine benzeterek akıcı ve doğal olan görüntüleri beyninde oluşturur. İşte bu noktada film ya da reklam tasarlarken 25. kareyi kullanan kişiler bu kareye yerleştirdikleri görüntüye esas fikirlerini koyarak bunun bilinçaltı tarafından algılanmasını sağlar. 25. karenin temel mantığı da mesajı şuuraltına göndermektir. Bu bakımdan dünya sinema sanayisinde bu tekniği kullanmayan yok gibidir. Yani sizler, evlerinizde rahat koltuklarınıza oturup herhangi bir televizyon kanalındaki herhangi bir dizi/film ya da bir belgeseli izlerken aynı zamanda 25. karelerle şuuraltınıza gönderilen mesajlara, telkinlere, saldırılara maruz kalabiliyorsunuz. Önceleri neredeyse tüm sinema filmlerinde “kola iç, kola iç” şeklinde bu 25. kare mesajlarından yararlanılıyordu ve insanlar sinema aralarında kola tüketmeyi çok istiyorlardı. Birçok televizyonda “başka kanal izleme, başka kanal izleme” denmekteydi. Gençlerin teknoloji adına aldığı kullandığı mp3, iphone gibi aygıtlarda dinledikleri bazı müziklerin alt belleklerine verilen mesajlarda bu işlerin bir parçasıdır. Daha vahim olanı ise birçok sinema filminde, çizgi filmde gizli karenin içersinde müstehcen resimlerin, yazıların, konuşmaların gizlendiğinin tespit edilmesidir. Çizgi filmlerde karşılaşılan uygunsuzluklardan tespit edilebilen örneklerse şöyledir: Kurtarıcı (Rescuer) adlı çizgi filmde bir anda parlayıp sönen çıplak kadın resimleri ekrana yansıtılmıştır. Alaaddin çizgi filminde ise “evet gençler soyunun” (good teenagers take of clothes) sesi hipnotik bir tonda gizli olarak tekrarlanmaktadır. Aslan Kral (The Lion King) adlı meşhur çizgi filmde yıldızlarla gökyüzüne “sex” kelimesi yazılmıştır. Jessica Rabbit (Who Framed Roger Rabbit) çizgi filminde, filmin kahramanı Jessica’nın kaçış sahnesinde eteği açılır ve kahramanın iç çamaşırsız olduğu görülür.


Liste yazdıkça uzayıp gitmektedir. Bu konuyu merak edenler internetten her türlü resme, görüntüye ve seslere ulaşabilecektir. Bizim hatta babalarımızın zamanında ‘’Ten Ten’’ çizgi film karakteri vardı. Şimdi ise ‘’Ben 10(ten)’’. Tüm çocukların en büyük kahramanı, en büyük kurtarıcısı, tüm dünyanın en güçlüsü… Hatırlıyorum da geçen senelerde bu kahraman ‘’Spider Man’’di. Bütün çocuklarda bu karakterin resmini içeren kalemini, çantasını, anahtarlığı, saati, defter ve kitaplarının kaplığını görmeniz mümkündür. Hadi sıkıysa almayın kırtasiyeden. Hangi anne baba vazgeçirebildi ki çocuğunu bu isteğinden? Bir anda bu tutku, bu bağlılığın sebebi nedir acaba, diye geçiyor insanın içinden. Geçenlerde 2, 5 yaşındaki kız yeğenimin “Ben 10”un hareketleriyle bana karşılık vermesi de çok dikkatimi çekmişti. Aslında küçükten büyüğe hepimizin bu türden takıntısı yok mu? Üniversite yıllarımda ticaretle uğraşırken ne satmıştım, ne paralar kazanmıştım kapaklı Deli Yürek’in gümüş yüzüklerinden. Giyim tarzımızdan, saç şekillerine, kullanılan telefonlarımıza dek kimlerden etkilenmekteyiz, hangi film ya da resimlerin etkisinde kalmaktayız? Peki, çocuklarımızı göremediğimiz algılayamadığımız bu çizgi filmlerden nasıl korumalıyız? Ya da hiç önlem alınmıyor mu? Dikkat ederseniz film ya da programların başında “BU FİLMDE/DİZİDE SANAL REKLÂM UYGULANMAKTADIR” uyarısını görmediğinizi söyleyebilir misiniz? Çizgi film diyorum, zira bizlerin takıntısı olan dizilerin çocuklarımızla birlikte izlendiğini var saymıyorum! TRT Çocuk kanalının, takip ettiğim kadarıyla, çok olumlu ve seçici olduğunu gözlemledim. Yeni nesil çocukların hiçbiri ne Keloğlan’dan haberdar ne de Nasreddin Hoca’dan. Gerçi senede bir Akşehir’de sakallı bir dede çıkıyor ama bu da kim deyiveriyor çocuklarımız. Bu kanalda zaman zaman bizim kültürümüze has, bizi anlatan ve bizim insanımızın yaptığı çizgi filmler de yayınlanmakta. Gerçi Keloğlan’ın heybesi ve eşeğiyle mucizeler yaratan Ben 10’u yenmesi mümkün görünmüyor olsa da yine de çocuklarımızın bizden birisini tanıması hoş olsa gerek. Zira bizi biz eden değerler her geçen gün tükeniyor. Peki, ne yapabiliriz/yapmalıyız? En azından çocuğunuzla zaman geçirme maksadıyla birlikte oturup onun izlediği eğitici çizgi filmleri birlikte izleyin. Onlara biraz daha fazla zaman ayırın, birlikte kitap okuyun, oyunlar oynayın. Unutmayın ki onlar, hepimizin geleceği. Sonradan hataları başkalarında aramaya gitmeyin. Sonuç olarak bu satırları yazan bir baba olarak ben, kendi şahsıma düşen görevi iyi biliyor ve uygulamaya gayret ediyorum. Çocuğumu emanet ettiklerimin farkındayım ve önlemlerini alıyorum. Sayın Sabri Gökmen Hocamızın da dediği gibi dünyayı değiştirmeye kendimden, sonra da ailemden başladım.
Peki ya siz?
K.Önder DEMİRKOLLU
Özel Eğitim Öğretmeni
ozelegitim@hotmail.com
http://www.zihinengelliler.com/

 
Toplam blog
: 3
: 3451
Kayıt tarihi
: 18.01.08
 
 

Karamanoğlu Mehmet Bey İlköğretim Okulu Özel Eğitim Sınıfı Öğretmeniyim meslekte ve Karaman ili..