Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Prof Dr İrfan Serdar Arda

http://blog.milliyet.com.tr/driserdararda

14 Mart '15

 
Kategori
Meslekler
 

Çocuğunuzun hekim olmasını ister misiniz?

Çocuğunuzun hekim olmasını ister misiniz?
 

Hekimlik giderek keyifsiz bir hale geliyor..


Neden acaba hekim anne ve babalar çocuklarının da hekim olmasını istemiyor artık, düşündünüz mü hiç? Üniversite sınavlarına en yüksek puanla girilen yerler Tıp Fakülteleri olduğu halde, neden hekimler kendi çocuklarının hedeflerinin Tıp Fakültesi olmasını istemiyorlar? Belki de hala işsiz kalma olasılığının en az olduğunu bildikleri halde, çocuklarının kendilerinin geçtikleri yollardan yürümelerine izin vermiyorlar? Hekim olmayan bir kişinin bu soruya yanıt vermesi biraz zor olabilir. Ama, hekimlik mesleğinde yıllarını geçirmiş kişiler ne yazık ki günümüzde artık böyle düşünüyor.

 

Tıp, eğitim olarak diğer hiçbir meslek ile kıyaslanmayacak derecede ağırdır. Altı yıllık eğitim sonunda, üç ya da altı yıl arasında değişen sürelerde üzerine bir de uzmanlık eğitimi almanız gerekir. Aynı  yıl liseden mezun olmuş ve biri Tıp Fakültesini, diğeri de beş yıllık eğitim veren başka bir fakülteyi kazanmış iki arkadaşa baktığınızda, ikinci kişi arkadaşı henüz daha mezun olmadan meslek yaşamına başlamış olacaktır. Tıp Fakültesinden mezun olanın bir de üzerine ortalama beş yıllık bir uzmanlık eğitimi aldığını düşünürseniz, gerçek anlamda mesleğe adım atma zamanını belki de gözünüzde canlandırmak daha da kolaylaşır. 18 yaşında üniversiteye giren iki arkadaştan hekim olan 29 yaşında profesyonel iş yaşamına merhaba derken, arkadaşı aynı yaşta çoktan o aşamaları geçmiş olacaktır. Bir başka deyişle, yaşdaşları mesleklerinde “çaylaklık” dönemini bitirip artık yavaş yavaş yönetici konuma gelmeye başladıklarında, bir hekim daha yeni yeni basamakları tırmanmaya başlamıştır!

 

Kuşkusuz ki bu durum Tıp mesleğinin seçilmesi için bir engel olamaz. Çünkü, bu meslek gerçekten istemeden ve kişinin içinden gelip de özveride bulunmaksızın yapacağı bir meslek değildir. Ancak, günümüz gerçeklerine bakıldığında, uygulanan sağlık politikaları ve neredeyse her gün değişen kurallar nedeniyle zevkle yapılabilecek bir meslek olmaktan giderek çıkmaktadır. Öncelikle şunu söylemek gerekir. Hekimlik mesleği, sürekli olarak kuralların değiştirilmesiyle bir tür yaz boz tahtasına dönmüştür. Hekim, hangi kurumda çalışırsa çalışsın geleceğini güvence altında görememektedir. Dünyada “gelişmiş” ya da kuralları oturmuş olarak kabul edilen ülkelere bakıldığında, gelir ve gelecek güvencesinin en üst düzeyde olduğu meslekler arasında hekimlik gelir. Oysa ki ülkemizde, hekim şu anda, devlet ve özel sağlık kurumları arasında güvencesiz kalmış durumdadır. Her ne kadar devlet kadro garantisi veriyor olsa da, uygulamada bir sabah iş yerine geldiğinizde, önünüze uzatılan bir “geçici görev”le karşılaşma olasılığınız çok yüksektir. Hele de her alanda artık aşırı derecede politize olmuş bir toplum içerisinde, sudan gerekçelerle bu ve buna benzer yer değiştirmeler gerçekten hekimleri bezdirmektedir. Muayenehanelerin kapatılmasıyla daha iyi sağlık hizmeti verileceğini savunan görüşün aslında bir kandırmaca olduğu görülmüştür. Madem ki muayenehaneler kapatılıp hekimlerin hepsi hastaneye dönmüştür, o zaman neden hala hastanelerde yüzlerce hasta bakan hekimler ve akşama dek bitmeyen kuyruklar vardır? Hekimlerin aldıkları “gerçek ücret” kesinlikle emeklerinin karşılığı değildir. Bunun üzerine ek olarak verilen ve hekimler arasında “promosyon”  olarak adlandırılan para ise ne standarttır, ne de emeklilik hakkında yansımadığı için sürekli alınacağı garantisi vardır. Kaldı ki, artık devlete ait her sağlık kurumu birer işletme haline dönüştüğünden, bir hastane ne kadar “kâr” ediyorsa, hekime de o oranda bir ücret yanısmaktadır. Peki, bu ne anlama gelmektedir? Bu soru, bir hastane yöneticisinin birlikte çalıştığı hekim arkadaşlarına söylediği şu sözlerle yanıtlanabilir: “Arkadaşlar, ne kadar çok hasta bakar ve ne kadar çok ameliyat yaparsanız siz de biz de o kadar çok kazanırız!” Düşünün. Bu sözler özel bir sağlık kuruluşunda değil, bizatihi devletin kendi kurumunda söylenmektedir. Ve ne yazık ki, günümüzde devletin tüm sağlık kuruluşlarında artık görünmeyen ama “de facto” olarak kabul edilen bir gerçek halindedir. Bri başka deyişle, kurallara uyar ve hastaya saygınızdan ötürü 15 dakikalık aralarla randevu verirseniz, yorgunluğunuzun sonraki hastalara yansıyacağını düşünerek günlük ameliyat sayılarınızı belirlenen uluslararası standartlarda tutarsanız, hastanıza ultrasonografi ya da MRI incelemeleri yaparken uygun zaman harcar ya da ince kesitler alarak herhengi bir küçük tümörü atlamamaya çalışırsanız, ay sonunda hem elinize geçen para azalır ve hem de hastane yönetiminden fırçayı yersiniz. Üstelik bu durum, “hastaneye kazandırmadığınız” nedeniyle bir “görev değişikliğine” gerekçe sayılabilir.

 

Özel sektörde ise, hiçbir hekimin gelecek güvencesi yoktur. Her ne kadar devlet kurumlarına göre biraz daha fazla ücret ödenmesine karşın, ne çalışma saatleri bellidir ne de gelecek güvencesi vardır. Yapılan tüm iş sözleşmeleri işveren lehine düzenlenmiş olup, hekim o kurumda sadece bir “işçi”dir. Hastalık, gebelik, çocuk bakımı ya da özel durumlar gibi doğal nedenlerle işte oluşan aksamalar görevden çıkarılmak için gerekçelerdir. Bu nedenle, özel kurumlarda çalışan hekimlerin gelecekleri ile ilgili olarak hiçbir güvenceleri yoktur.

 

Bunların hepsi bir yana, hekimlerin işvereni olan ve haklarını savunması gereken Sağlık Bakanlığı, her zaman, hekimden değil hastadan yana bir tutum izlemektedir. Kuşkusuz ki bakanlığın görevi, halkın sağlığını en üst düzeye çıkaracak politikalar üretmektir. Bunu da kimler aracılığı ile yapacaktır? Kuşkusuz, başta hekimler olmak üzere tüm sağlık personeli ile. Hekimlerin doğal savunma haklarını yok sayan, hasta-hekim arasında ortaya çıkan çatışmalarda kendi personelinin değil de hastanın yanında olan bir Bakanlık varken kendinizi nasıl güvencede hissedersiniz? Yıllarca önce acil servise “penisilin” yaptırmaya gelen bir hastaya, bu ilacın öyle olur olmaz şekilde kullanılmayacağını anlatan bir hekime doğrudan Sağlık Bakanının telefon açarak “yapacaksın kardeşim o iğneyi” dediğini çok iyi anımsıyorum. Bugün, devletin hemen her kurumunda olduğu gibi, devlet sağlık kuruluşlarındaki tüm yönetici atamaları ne yazık ki tam anlamıyla “politize” olduğundan ve bu yöneticiler de, istemeseler bile kendilerini atayan kişi ya da kurumlara bağımlı olduklarından, bir hekim, sadece kendisinin karar verebileceği bir mesleki uygulamayı, sağlıkla uzaktan yakından ilgisi olmayan birilerinin zorlamasıyla değiştirmek zorunda kalabilmektedir! İstediği ilacı yazdıramayan, raporu istediği şekilde çıkmayan, kapıda sıra beklemekten sıkılan, başhekimi tanıyan, il yönetiminde arkadaşı olan birileri hekimi dövebilmekte, hatta öldürebilmektedir. Hekimlik, bu ülkede artık iş ve güvenlik güvencesi olmayan bir meslek haline gelmiştir.

 

Şu anda neredeyse sayıları yüze yaklaşan ve hemen her kentte bir tane olan Tıp Fakültelerinden yetersiz eğitimle mezun olup, Sağlık Bakanlığı gözünde ülkenin uluslararası düzeyde en iyi eğitimi veren kurumlarından mezun olan hekimlerle aynı kefeye konup, ülkenin dört bir tarafında dağılan sevgili genç meslektaşlarımın yaşadıkları meslek içi sorunları konuşmak ise günleri alır!  

 

Düşünün. Çocuğunuzun hekim olması için gecenizi gündüzünüze kattınız, çalıştınız, okuması için her tüylü olanağı sağladınız. Ne için? Toplum içinde yeri olan, geleceğini düşünmeyeceği, yapmaktan zevk alacağı bir mesleği olsun diye. Ya sonuç? Akşam eve savaştan çıkmış gibi yorgun gelen, mesleğin temel ilkelerini uygulayamamanın verdiği huzursuzlukla mutsuz olan, bu mutsuzluğu doğal olarak önce hastaları sonra da hiç istemese de yakın çevresine yansıyan, sürekli değişen uygulama ve politikalar ile iki arada bir derede kalıp ne yapacağı konusunda kararsız kalan biri. Bu sizin çocuğunuz! Ve biliyor musunuz? Bu nedenlerle, artık mesleğinde deneyiminin zirvesine ulaşmış, daha çalışacak gücü olan çok sayıda hekim zamanını doldurur doldurmaz emekliye ayrılmış durumdadır. Hani bu ülkede hekim açığı vardı?

 

Farkındayım. Bugünkü tablo sisli-puslu. Yarın ise karanlık ve belirsiz. Ama bu meslek öyle bir meslek ki; ister pratisyen hekim olun ister akademisyen, tedavi ettiğiniz bir hastanın yüzündeki gülücük ya da iyi bir dergide kabul edilen yazınızdan aldığınız keyif sözcüklere sığmaz. Kucağındaki bebeğiyle birlikte ağlayan annenin, solunum sıkıntısı içinde ölüm korkusu yaşayan yaşlı teyzenin, beyin kanaması geçirmiş amcanın meraklı ve korku dolu gözlerle bakan çocuklarının, doğum sancısı içinde kıvranan bir kadının, böbrek taşı düşürürken sancı içinde kıvranan adamın, ateşler içinde yüzü kıpkırmızı olmuş halsizlikten başını babasının omzuna koymuş çocuğun ya da henüz dünyadan bihaber yeni doğmuş bağırsakları çalışmayan bebeğin, hepsinin ama hepsinin umut beklediği hekim, bilin ki, hiçbir şey beklemeden ve o an sadece sizi düşünerek size elini uzatmaktadır. Siz, o hekimin, o güne dek tedavi ettiği onlarca, yüzlerce belki de binlerce hastadan birisiniz aslında. Ve o, sizin için orada. Siz farkında olmasanız bile, sağlığınıza kavuşmanın yansıdığı yüzünüz o hekimin her zaman en büyük mutluluk kaynağı.

 

Özveriyle çalışan ve direnen tüm meslektaşlarımın Tıp Bayramını kutluyorum.

 

Bu arada, karar verebildiniz mi çocuğunuzun hekim olup olmamasına?

 

Sağlıklı günler dileklerimle.

 

Prof. Dr. İrfan Serdar ARDA

Çocuk Cerrahisi Uzmanı

 

driserdararda@gmail.com

http://driserdararda.com

https://www.facebook.com/ArdaCocukCerrahisiSayfasi

https://twitter.com/drserdararda

https://tr.linkedin.com/in/isarda      

 
Toplam blog
: 59
: 16759
Kayıt tarihi
: 02.03.13
 
 

Prof. Dr., Çocuk Cerrahisi Uzmanı...   "Çocuk Cerrahisi", çocuklarda tedavisinde cerrahi yöntem g..