Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Ocak '07

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Çocuk da yalan, İğneada da...

Çocuk da yalan, İğneada da...
 

Güç bela arabamı yolun kenarına park ettim, arabamın etrafında üçüz altmış derece dönüp aynaları kapattım, kapıları tek, tek kontrol ettim. Alaylı gözlerle beni izleyenlere, bende aynı kanaldan tebessüm ettim.

Buraya, henüz ne için geldiğimin farkında bile değilim, farkında olduğum tek şey karşı lokantada yemek yiyenlerin olduğu gibi karnımın müthiş acıkmış olması.

Bir iki kere ardıma bakıp, arabamın güvende olduğunu görünce rahat ve huzurlu olarak bende lokantanın yolunu tuttum.

Cüneyt baba arabasıyla yanımdan geçti, şaşkınlığımdan ona selam vermeyi bile akıl edemedim, etraftaki insanlarda, bir değişiklik yoktu herkes onunla yıllardır bu mekânda beraberlermiş gibi sessiz ve sakindiler.

Yıllardır bildiğim, içine girip çoluk çocuk yemek yediğim, bol kepçe lokantası gitmiş, yerine aynalı camlı, dairesel yana kayar fotoselli tam otomatik kapısı ile deniz restaurant gelmiş.

Bir başkası da Ada Restoran olmuş velhasıl lokanta, hele kepçeli şişko tiplemesi kalmamış hepsi Avrupalı olmuş.

"Limitsiz yerli içki dâhil, mezelerimiz ve ara sıcaklarımızdan Mevsim balıklarından istediğinizi seçiyorsunuz. Üzerine tatlınızı da yiyiyorsunuz... Çayınızı ve kahvenizi içiyorsunuz. Afiyet Olsun! İsteğe göre özel menü oluşturulur."

"Hergün canlı fasılımız vardır. (Oturaklı)"

Gözüm birde çamlık kahvesine takıldı, o da ne? Çamlık Kahvesi olmuş Çamlık Cafe, olmasına olmuşta içi de ünlülerle dolup taşmış sanki karşımda duruyor; Yeşilçam Cafe...

"Ücretsiz Kahve Tarot Falına Bakılır.
Ana Yemekler • Ara Yemekler • Salata Çeşitleri
Tatlılar• Soğuk ve Sıcak İçecek Çeşitleri İle Hizmetinizde.''

Derken restourant’a girdim siparişimi verdim, kuzu kuzu bekliyorum, bu arada da hep beynimi meşgul eden bir gariplik var, etrafımda herkes çatal, kaşık bıçak muhabbetinde, "ne gelirse bana inat götürüyorlar mideye" diyorum ki, kendi kendime neden bir tanıdık yok, hep ünlüler ve yabancılar var etrafımda, isim versem reklâm olacak yani herkesin bildiği tanıdığı sinemadan TV'den olan kişiler.

Sonunda masama siparişler geldi nefis ızgara lüfer, yanında kırmızı lâhana ağırlıklı rokalı göbekten bol limonlu salata, tatlımız yolda, çayımız sonda içkimiz yok elhamdurullah ne?

İçkimi hem de bu Ramazan ayında ha. Tövbe tövbe, ne ramazan mı yani oruç, yani bugün tüh eyvahlar olsun, nasıl unuttum...

Siparişin geç geldiğine mi üzülsem, oruçlu olduğumu hatırladığıma mı sevinsem. Yemediğim yemeğin ödediğim parasına mı yansam, bir de üstüne üstlük kolonyayı bahşiş için gözüme sokan garsona bıraktığım bahşiş var!

Artı biraz da pahalı yemiştim balığı! Eh ne olacak canım temmuzda lüfer yemek kolay mı, buzhane çoktan bitti, bunlar yaz balığı taptaze, bugün var yarın yok, saman alevi gibi yedin yedin yiyemedin! Beklersin alamanayı. Sonra sağın solun hep ünlü adı bile değişmiş buranın, Deniz Restaurant! Yok, artık bol kepçe filan helal olsun canım Avrupai olmuş, İğneada.

Kasiyer beni tanımadığı için ben söylemeden (!) fişi kesmiş elime sıkıştırmıştı dürüstlük abidesi gibi.

Her yer o kadar temiz ve sessizki etrafta insanı rahatsız edecek hiçbir titreşim yok. Yeşili de bir o kadar bakımlı ve temiz, cadde kenarlarına dikilmiş günlük ağaçları şemsiye gibi yolu örtmüş ve gölgelemiş. Zaman tünelin de yolculuk yapıyor gibiyim!

Şortumu giyip sahile indiğimde denizin bardaktaki su gibi temiz ve durgun olduğunu gördüm, yan yana demirlemiş gemiler, yatlar, kotralar bir başka yerde ise suya inen, Mr. No'daki gibi uçaklar, bir veya iki değil düzineyle birbirine bağlandığını görünce burada olmaktan ve buralı olmaktan mutluluk duydum.

Etrafta ne bir sigara izmariti, ne burun silinip atılmış kâğıt mendil, ne bir hayvan, ne de tezek kokusu vardı. Çekirdek kabuğu, fındık fıstık kabuğu, şarap şişesi, bira şişesi çöp denebilinecek küçücük bir olgu yoktu. Rüzgâr bile önüne sürüklediği tozu toprağı naylon poşeti, gazete parçalarını ayıp olur diye çok yükseklerden ayit olduğu yere bırakıyordu.

Denge o kadar güzel sağlanmış ki çay bahçeleri, disko, bar gibi eğlence merkezleri, işine gidecek yerli halk ile tatilin tadını çıkaracak turistler arasında bir eyyam yaratmıyordu.

Güney ucunda denize giriliyorsa, mangalcılar ve orman tutkunlarının bulunduğu yer kuzey oluyor, kimse bulunduğu yerde birbirinden çok farklı bir şey yapmıyordu.

Herkes birbirine saygılı sevecen davranıyor, cömertlikte yarış halindeydiler. Bir şeyler var anlamadığım anlayamadığım. Neden insanlar bu kadar rahat mutlu ve huzurlu oysa her zaman her yerde bir oyunbozan vardır, biz böyle gördük böyle biliriz, stresimiz bizimle seyahat ederdi şimdi o da görünmüyor!

Acı haber çabuk duyulur derler, bir çocuğun limanda denize düştüğü ve boğulmak üzere olduğu haberi geldi birden, nasıl geldi, kim söyledi, nasıl duymuş bilmiyorum...

Hemen kendi çocuklarım geldi gözlerimin önüne, onlarda çok istemişti buraya gelmeyi ama ben iş için gelmiştim, tatil daha sonra ağustos gibi, kalabalık biraz azalsın diye düşünüyorduk.

Denize düşen çocuğun ailesi yerine koydum kendimi, kahroldum, mahvoldum, perişan oldum

Bir an önce gidip kurtarmalıydım o çocuğu!

Keşke dedim, Süpermen gibi olsam elimi göğe kaldırıp ileri atılsam, gidip o çocuğu kurtarsam.

Ben de halkın kahramanı olsam, iyinin, mazlumun, yanında olsam.

Hırsla elimi kaldırdım ve ileri atıldım, aman Allah’ım o da ne, uçuyorum!

Süpermen oldum! Saatte iki yüz kilometre süratle uçuyorum çocuğu kurtarmaya gidiyorum!

Bulutların arasında anladım acı gerçeği, çocuk da yalan, İğneada da yalan, hepsi bir rüyadan ibaretmiş.

(Umarım mavi bayrak yolunda yetkililer, bir an önce üzerine düşeni yapar ve rüyalarımızı gerçekleştirirler)

 
Toplam blog
: 438
: 826
Kayıt tarihi
: 07.01.07
 
 

Milliyet Blog'a hangi vesile ile kayıt olduğumu doğrusu hatırlamıyorum!  Bende birçoğunuz gibi ya..