Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Nisan '15

 
Kategori
Öykü
 

Çocuk ve kedi

Çocuk ve kedi
 

 Bir deniz mavisi, hüzün gibi gelip oturmuştu mavi gözlerine. Bakınca derinliği belli olmayan, ama ışıltılarında ne yapsa örtmeye engel olamadığı kırık acılar yansıyan bir hüzün gibi. Karartılan hayalleriyle taşımakta zorlandığı bir kırık dünya, küçük dünyasının ve çelimsiz omuzlarının üzerine bir karabasan gibi gelip abanmıştı. Bir hoyrat el gibi, bir hoyrat kader yüz hatlarından, dudak kıvrımlarından mutluluk çizgilerini silip almış yerine kırgın bir somurtkanlık bırakmıştı, bilmeyenlerin bir ağırbaşlılık sandıkları.

  Uyandı, yeni oluyordu sabah. Bitişik odadan babasının yüksek sesli horlamaları duyuluyordu. Akşam geç saatte her zaman olduğu gibi gene geç gelmiş, kapıyı yumruklayarak açtırmış, annesine bağırıp çağırmış, belki de... Gerisini duymamak için başını yastığın altına gömmüş, kulaklarını kapamış, içinde büyüyen isyan duygusu öylece dalmıştı. Perdeyi aralayıp camı açtı. Martı çığlıkları denizin mavi aydınlığını taşıyarak doldu odanın içine. Işığa ve harekete köşede her zamanki yerinde uyuyan kedi uyandı. Sırtını kamburlaştırıp tüylerini kabartarak esnedi uzun uzun. Geldi sıcak, sokulgan mırıltılarla gözlerini çocuğun gözlerinden ayırmaksızın ayaklarına sürtünmeye başladı. Çocuk eğildi kucağına aldı kediyi. Birlikte pencereden sabahın ilk ışıklarında yıkanmakta olan, kıpırtısız görünen denize daldılar.

  Belli bir iş tutmamış, ucuz şarap içen ayyaşın birisiydi adam. Elde yok, avuçta yok cinsi. İnşaatlarda geçici işlerde çalışmak, yük taşımak, ufak tefek tamir işleri yapmak, zeytin zamanı gündelikçi olarak zeytin toplamaya gitmek boğaz tokluğuna yaptığı işlerdi. Zamanında çok iyi bir dalgıç olduğu söylenirdi. İlkel nargile usulü metrelerce derinlere daldığı, Marmara Adası koylarından birinde tesadüfen bulduğu eski bir batıktan çıkardığı amforaları el altından turistlere sattığı anlatılırdı. Hoyrat bir adamdı; dinamitçilik bile yaptığı, sağ elinin iki parmağının olmamasının ve sağ gözünün iyi görmeyişinin bu işin sonucu olduğu söylenirdi. İlk karısının ve oğlunun bir trafik kazasında ölümü içindeki deniz sevgisini ve yaşam sevincini de öldürmüştü toptan. Son zamanlarda hakkında karanlık işlere daldığı söylentileri yayılır olmuştu.

  Usulca giyindi çocuk. Ayakkabılarını eline alıp sokak kapısının önünde giydi gürültü yapmamaya dikkat ederek. Giderek şiddetlenen horultu kapıyı usulca çekip kapatmasa sokağa taşacaktı nerdeyse. Kediyle birlikte sokağa çıktılar, güneşe... Hemen deniz kıyısı sayılırdı ev. Komşu evde erken uyanmış bahçeyi süpürmekte olan yaşlı kadın süpürge elinde, belini tutarak doğruldu. Siyah başörtüsünü diğer elinin tersiyle şöyle bir düzeltti. Çocuğun arkasından ona acıyan gözlerle bakıp, başını iki yana salladı hayıflanarak. Çocuk yanında kedi, küçük adımlarla geçip gittiler. Gelip kıyıda her zamanki yerine oturdu çocuk, kedi yanında dikildi. İkisi de gözleri denizde, uzaklarda dalıp gittiler. Yağmurlu bir gün fırından ekmek almış dönerken rastlamıştı çocuk kediye. Peşine takılmış, ikircikli küçük adımlarla inatla onu izlemişti kedi. Durunca durmuş, bekler gözlerle dikmiş gözlerini bakmıştı gözlerine çocuğun. Ne  yapsa ayrılmamıştı peşinden. Islak, siyah beyaz bir sevgi yumağı gibi peşisıra gelmişti evin kapısına kadar onunla. İçini çoktandır yabancısı olduğu bir sevinç kaplamış, kucağına alıp kediyi birlikte girmişlerdi içeriye.

 - Nerden çıktı bu kedi oğlum, kızar baban görürse.

 - Kızarsa kızsın, dünyada bırakmam. Benimle geldi ta nerden, göstermem hem ona.

  Küçük, kırgın dünyasında ilk defa bir sevinç uç vermişti. Bilinç altı kendisini ele veriyordu, bilmiyordu ama adam, o' ydu onun için. Sonraları ayrılmaz bir ikili oldular kedi ile. Başının tamamını, sırtının arka tarafını, kuyruğunu ve tek ön ayağını kaplayan siyah tüyleri dışında kar gibi beyaz tüylerle kaplı, ışıl ışıl bakışlı sevimli bir kediydi. Oyuncuydu, kağıttan yaptığı küçük toplarla yaptığı inanılmaz oyunlar çocuğun gülmeyi unutmuş gözlerini neşe kıvılcımlarıyla dolduruyordu. Geceleri çoğu zaman ayak ucunda yorganın üzerinde sıcak, mırıltılı bir sevgi yumağı gibi kıvrılıp uyuyordu. Bakkala, fırına veya annesine bir şeyler almaya çarşıya gittiğinde kedi onunla birlikte geliyordu. Çocuğun küçük dünyasını renklendiren bu gelişmeden memnundu herkes. Balıkçılar bir iki balık, kasap bir iki parça bir şeyler verir olmuşlardı çocuğa kedi için. Esnaf ve ailenin durumunu bilen, adamı tanıyan komşular üzülürlerdi çocukla kadının durumuna. Bu küçük, hani derler ya büyümüş de küçülmüş çocuk için, az konuşan ama duruşu ve bakışıyla çok şeyler anlatan çocuk için içleri cız ederdi. Kapılarının önüne oturup tığ işine dalmış siyah giyimli, siyah başörtülü Girit göçmeni yaşlı kadınlar ne zaman o geçse arkasından dualarını eksik etmezlerdi dudakları kıpır kıpır. Esnaf da çok severdi çocuğu. Arkasında koruyucu dualar, etrafında bir sevgi halesi geçip giderdi kedisiyle çocuk.

  Adam uyandı. Ağzının içinde madeni bir tat, dili damağı kurumuş, başı kazan gibi. Nefesi şarap kokuyordu. Kana kana su içti, midesi bulandı. Sigaraya saldırdı, öksürük tuttu, küfretti. Kadın ellerini kavuşturmuş bekliyordu başında. Konuşmadan giyindi, masanın üzerine fırlatır gibi bir kaç kağıt para attı.

- Ben Bandırma'ya gidiyorum. gelmem bir zaman.

  Kapıyı vurup çıktı. Çocuk evde yoktu. Üç gün sonra geldi haber. Bir sabahçı kahvesinde çıkan kavgada bıçaklamışlardı. Testi kırılmıştı su yolunda...

  Çocuk kedisiyle geldi. Kapının önünde bir ayakkabı kalabalığı karşıladı onu. Evin içini komşu kadınlar doldurmuştu, odasına geçti sessiz.

- Başın sağ olsun kızım. Kaderin önüne geçilmez. Hayırlısı, nasip neyse o olur. Hem hayattan beklentileri fazla olmayanların dayanmaları kolay olur. Yaraları tez kabuk bağlar, iyileşir mi;  işte orası pek bilinmez. Oğlana anlat müsait bir dille.

  Çocuk bir şeyler olduğunu anlamış ama ne olduğunu çözememişti. Sonra annesi anlattı olup biteni.

- Üzülme oğlum, o senin baban değildi bunu bilmenin zamanı geldi. Senin baban fırtınalı bir akşam denizde, balıkta kayboldu. Çok küçüktün sen.

- Ben anlamıştım zaten onun babam olmadığını. Ben delikanlı olayım, denizci olayım bakarım sana. Üzülmedi, içinde kırılacak yer kalmamıştı ki kırılsın.

  Ay perdenin aralığından bir kağıt fener gibi geldi odanın ortasına indi. Çocuk ve kedi uyuyordu.. Işıl ışıl bir denizin içinden mavi gözlü, esmer bir gençten adam çıktı üstünden deniz suları sızan. Geldi çocuğun saçlarını okşadı, yorganını düzeltti. Çocuk döndü uykusunda memnun, gülümsedi. Çok sonra neşe içinde uyandı çocuk. Mutfaktan gelen seslere döndü.

- Anne biliyor musun, rüyamda babamı gördüm ben.

 Kedi uyandı, geldi çocuğun kucağına atladı, bir mırıltı tutturdu. Kadının göz pınarlarında iki damla gözyaşı domurcuklanıp kaldı. İçi kabardı. Dışarıda dalga seslerine karışmış martı çığlıkları ile dolu yeni bir gün başlıyordu...

 

Akın Yazıcı

9 Nisan 2015/ İzmit

 

 
Toplam blog
: 190
: 391
Kayıt tarihi
: 07.05.14
 
 

1965 Ankara Üniversitesi Tıp fakültesinden asker hekim olarak mezun oldum. Gülhane Askeri Tıp Aka..