- Kategori
- Sosyoloji
Çocukları harcamayın !
Çocukları harcamayın !...
Adı yok, hiç önemli de değil…
Yaşadıkları, ömrü boyunca aklının bir yerinde
çakılı kalacak o görüntüler önemli!
O, bu ülkede yaşayan, yaşama tutunmaya çalışan
milyonlarca bahtsız çocuktan biri…
Türkiye’de bahtsızlık bile katman katmandır;
bazılarının yok, bazılarının daha çok parası olduğu gibi,
bahtsızın da bahtsızı vardır, yoksulun da yoksulu,
dibin de dibi olduğu gibi!
Bu ülkede çocuklar tacize, cinsel istismara uğrar,
hayvanın birinin açtığı ateş sonucu “kazayla” ölür,
daha parmak kadarken ustanın yanına çırak verilir,
olmadı boyundan büyük tekerlekli çuvalla kağıt toplar,
binlerce, on binlerce, yüz binlerce çocuk,
çocukluğunu yaşamadan heba olur gider…
Onlar ölür, onlar gözümüzün önünde itin, uğursuzun elinde
ya hırsız, ya uyuşturucu müptelası ya da biraz büyümeyi becermişse
külhanbeyi, kabadayı, tetikçi ya da mafya elemanlığına yükselir;
ama hiçbirimiz onları görmeyiz, görmeyi de istemeyiz,
karanlıkta kaldıkları sürece dert değildir!..
9 yaşındaki kahramanımız salgın hastalık sürecine kadar
orta karar bir ailenin ferdiydi.
Yukarıda anlatılan zavallılarla uzaktan yakından ilgisi de yoktu.
Babası kıraathane işletiyordu, o da okuluna giden,
arkadaşlarıyla oynayan sıradan bir çocuktu…
Sonra, bir gün babası salgın hastalık nedeniyle
iş yerini kapatmak zorunda kaldı…–Zor günler de başlamış oldu!
Devleti de, zabıtayı da tanıma vakti yaklaşmıştı…
Milyonlarca benzeri gibi iş bulamayan baba,
bir tezgah edinip seyyar satıcılığa başladı. Esenler’de balık satıyor,
küçük çocuk da ona yardım ediyordu.
Ta ki, bir akşam saati zabıta marifetiyle tezgahlarına el konulana,
balıklar yerlere saçılana, ekmek tekneleri zabıta arabasına yüklenene dek!
Çocuk bu hoyratlığa bir anlam verememiş,
tezgahlarının alınıp götürülmesi ise içini acıtmıştı;
zabıta arabasının peşinden “Bırakın, bırakın” diye haykırarak koştu.
Etraftaki yurttaşlar da bu görüntüyü kaydetti…
Araba durdu, büyük olasılıkla şef ya da kıdemli olan zabıta indi
ve o parmak kadar çocuğu da arabaya bindirdi…
Sonrası o küçük çocuğun,
“Zabıta amca, boğazımı sıkıp ‘devleti de zabıtayı da tanıyacaksın’ dedi!
o gözlerde korku yoktu ancak derin bir hayal kırıklığı okunuyordu!
Neden o güzelim balıklar yere dökülmüş, tezgahlarına el konulmuştu
tam olarak anlayamıyordu belki ama, devleti de, zabıtayı da
anlama yolunda ilk dersini almıştı!
Babanın elinden ise “Zor durumdayız. Ne yapalım aç mı kalalım”
demekten başka bir şey gelmiyordu…
Güzelim ülkemde “sıradan” bir vaka da işte bu şekilde geldi, geçti!
ozcanvural33@hotmail.com