Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Nisan '10

 
Kategori
Anne-Babalar
 

Çocuklarımız çıraklarımız değil mi?

Çocuklarımız çıraklarımız değil mi?
 

Demiri döğmek mi? Gelecekte döğünmek mi?


Hayat dediğimiz sınırlı süre içinde, tüm insanların idealleri ve amaçları birbirine çok benzerlik gösterir. Öğrenim hayatını tamamlamak, iyi bir işe sahip olmak, iyi bir yaşam standartına erişmek, evlenmek, çoluk çocuk, iyi bir emeklilik... Ve sonrasında geri kalan zamanı huzur ve rahat içinde geçirmek. Ancak bu düşüncelerin hepsinin temelini çalışmak oluşturur.

Hayat standartımızı yüksek tutabilmek için daima iyi bir iş isteriz.Öncesinde aldığımız eğitimler, kurslar v.s. hep bu yapının zeminini oluşturur. Hayat sanıldığından da kısa; ancak yapılacak işler o kadar çoktur ki, bir türlü bitmek bilmezler. Sonunda düşlenen huzurlu ve rahat inziva ortamı bir türlü yakalanamaz. Yapılan her türlü çalışmada hep bir eksiklik, yarım kalmışlık hissedilir ve biraz daha fazla saldırırız hırslarımızla. Mutlaka arada istisnalar da vardır. Ancak çoğunluğumuz biraz daha fazlası için saldırırız hayata. Daha iyi bir ev, otomobil, yazlık v.s. hep bizi çeker kendisine. Yaş ilerler, hayat artık eskisi kadar sıkı sıkıya sarılmaz hayallerimize.Ama hırsımız yakar içimizi.

Son on-onbeş yıldır genel toplum yaşantımızlada çok farklılaşıyoruz. Eğitime ağırlık veriyoruz artık. Yasal zorunluk olan sekiz yıllık kesintisiz eğitim artık kaçınılmaz. Lise de olmazsa olmazlardan. Çünkü artık lise mezunlarının da iş bulmaları, hayallerini gerçekleştirmeleri zorlaştı. Zaten gelecekle ilgili çok ciddi beklenti ve umutları olmayanlar mesleki eğitim veren liseleri tercih etmeye başladılar. En azından mezun olunca kolumda altın bir bilezik olsun düşüncesi yaygınlaştı. Üniversite okumak çoğu genç için sadece kumarda zar atmak gibi.Şanslı olanlar, maddi yeterliliğe sahip olanlar tüm imkanlarıyla sarılıyorlar ideallerine. Peki olmayanlar? Onlar için hayat, ilerisi karanlık bir yol gibi kıvrılarak ilerliyor önlerinde.

Yıllar öncesinde mesleğe yönelik eğilimler farklıydı."Hanım ne yapalım, çocuk okumazsa terzi Remzi'nin yanına veririz" diyebiliyordu veliler. Ve genelde de ilkokulu ite kaka bitiren çocukları bir meslek sahibi olabilsinler diye berberin, bakkalın, eczacının, demircinin... daha sayamayacağım bir sürü meslek erbabının yanına çırak olarak veriyorlardı. Eti senin, kemiği benim sözü de çok meşhurdu. O zamanlar çırak olarak bir işe sokulan çocuklar zamanla işi öğrendiler. Daha sonra mahallede veya sanayide kendi mesleklerini icra edebilecekleri işyerleri açtılar. Vergi levhası astılar duvarlarına, devlete vergisini ödemeye başladılar. Daha sonra kendilerinin geçtiği yollardan geçecek, yarınların ustaları olacak çırak adaylarını beklemeye başladılar. Bulanlar şanslıydı. Önce dükkanın içini ve önünü süpürmekle başlar çıraklık. Ancak zamane çıraklarına bu zûl geldi. Vurduğu gibi süpürgeyi yere doğru internet kafelerde aldılar soluklarını. Böylece bir sürü meslek, meslek erbabının son nefesiyle sona erdi ya da erecek. Çoğumuzun adını bile bilmediği meslekler artık yok.Ama ortaya koydukları ürünlerin eksiklikleri artık hayatımızda koca bir boşluk aslında. Belki bu ürünlere ihtiyacımız yoktur. Ama gelişen teknolojiye rağmen olsalardı da iyi olurdu. Örneğin nalbanta ihtiyacımız yoktur. Çünkü artık ahırda bizi bekleyen bir atımız yok. Ancak at çifliklerinde hala bu meslek grubunda çalışacak eleman sıkıntısı had safhasında. Neden? Çünkü bu meslek okulda öğretilmiyor. Hallaç, çömlekçi, demirci, berber, oduncu, kalaycı, kakmacı, ahşap süslemeciler, taş ustaları, keçeci ve daha sayamayacağım bir çok meslek dalı hep usta-çırak ilişkisiyle öğrenilen meslekler değil miydi? Oysa şimdi çoğu ya can çekişiyor, ya da silinip gitiler. Çıraklık hep çocuk yaşta başlıyordu.Teknolojiyle birlikte artık ihtiyaç kalmayan meslek hariç, keşke olsalardı dediğimiz de bir çok meslek artık maalesef yok. Ağaç yaşken eğiliyor, ileride hünerli ustalar oluyorlardı. Şimdi eğecek ağaç bulunamıyor.Çünkü ağaçlar artık dimdik, sivri ve eğilmeye müsait değiller.Kökleri toprağa tam tutunamadan suni gübrelerle yetiştirildikleri için sadece yukarı doğru boy atıyorlar. Bazen zayıf bir rüzgar bile bu uzun ama toprağa güçlü tutunamayan ağaçları devirebiliyor. Sonrası hayal kırıklıkları, ümitsilik ve hayatın karanlık yollarında çaresiz ilerlemeler. İlerleyen yaşla beraber hayal edilen amaçlardan ve ideallerden çok uzakta mutsuz insanlar. Ömrü boyunca bu idealler için hırslanan ama asla elde edemeyen toplumlar...

Çocuklar çalışmıyor artık. Uyarıcıların yoğun olduğu bu zamanda kendilerini derslerine veremiyorlar. Yaptıkları işlere konsantre olamıyorlar.İçlerindeki enerjiyi sokaklarda koşarak, bahçelerde oynayarak atamıyorlar.Daha çocuk yaşta stresle tanışıyorlar, çocuk psikologlarının kapılarını aşındırıyor veliler.Eve kapanıp ders ezberliyorlar, internette sanal oyunlar oynuyorlar.Boş zamanları yok artık. Öğrenmeye meğilliler ama eğitilmekten gün geçtikçe uzaklaşıyorlar. Çok şey öğrenmiş eğitimsiz nesiller bizleri bekliyor.Gerçek hayattan çok uzakta, sanal pencerelerden bakıp hayata hayallere dalıyorlar.Zayıf köklerinin bilincinde olmadan uzayıp gidiyorlar. Usta-çırak ilişkisindeki sevgi ve saygıdan, insanlar arası diyalogların oluşumundan, itaatten, sadakatten, disiplinden, ahlak bilincinden, sabırdan yoksun çocuklar yetişiyor artık.Kökleri toprağa sıkı sıkıya tutturan bu değerler maalesef yok oluyor.

Söz konusu çıraklık değil anlayacağınız. Yok olup giden meslekler de değil tasam.Bu mesleklerin insanlığa öğrettiği değerlerimiz yok olup gidiyor. Daha çocuk yaşta edinilmesi gereken değerlerimizi yok ediyoruz aslında.Bunun için, ağaç yaş iken eğilemiyor artık. Yüksek hedeflerle, ideallerle doldurduğumuz çocuklarımıza sağlam kök salmasını öğretmeden sonraki "level"e geçmelerini pompalıyoruz. Geleceğimizin köklerini de zayıflatıyoruz. Nasredtin Hoca misali, "bindiğimiz dalı" kesiyoruz. Anne-babanın geçinmek için çalıştığı bir toplumda, çocuklar daima ikinci planda kalıyor genelde. İnsani değerlerle eğitemiyoruz onları.Akşam işten gelen annenin yapması gereken ev işleri yatana kadar sürer.Baba da vardiyalı çalıştığı için yorgundur, istirahat etmesi gerekir. Ya çocuklar? Nasıl olsa okula gidiyorlar, derslerini yapar yatarlar.Bu kadar işte.İlgi ve sevgiyi bile göremeyen çocuk diğer değerleri nasıl alabilir ki?

Birbirine saygılı, hoşgörülü, sabırlı, cömert bir toplum olmaktan yavaş yavaş uzaklaşıyoruz. Bununla birlikte ahlaki çöküntülerle, stresle, bunalımlarla yoğrulan içi boş toplum olma yolunda gidiyoruz. İpin ucu henüz kaçmadı belki de... Ama tutup çekecek gücü de bırakmadılar bizlerde...

 
Toplam blog
: 2
: 904
Kayıt tarihi
: 21.07.06
 
 

Köklü bir tarih ve geçmişe sahip olan milletimizin, geçmişte olduğu gibi gelecekte de üzerinde yaşad..