Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Şubat '12

 
Kategori
İlişkiler
 

Çocukların çığlığından Göklerin tılsımına

Çocukların çığlığından Göklerin tılsımına
 

Thierry Naiglin /Kadın


“Öldük, ölümden bir şeyler umarak./ Bir büyük boşlukta bozuldu büyü./ Nasıl hatırlamazsın o türküyü,/ Gök parçası, dal demeti, kuş tüyü”// C.S.Tarancı

Çığlık çığlığa çocuk seslerini duyunca kalktı, elindeki kitabı bırakıp pencereye yöneldi. Camı açar açmaz, alt pervazda birikmiş karların bir kısmı halıya düştü. Kar soğuğu yüzüne vurdu. Olsun, biraz hava almış olurdu. Çocukları izlemeye başladı.

Kar yağışı ve soğuk yüzünden, günlerdir evden çıkmıyordu. Aslında çok uzun zamandır, diğer günlerde de zorunluluk olmadıkça evden çıkmak istemezdi. Yaşamın devinimiyle bağları epeyce zayıflamıştı. Çoğulluk içindeki çıkmaz sokaklarla kuşatılmış yalnızlığını daha fazla arttırmaktan kaçar olmuştu. Çevresindeki insanların çoğalmasıyla, kendinde artan maske sayısının ayrımına vardıkça, başkalarının maske çeşitlerini de iyice tanır olmuştu. Bütün bunları, taşıyamıyordu.

Şimdi artık, tek başınalığının tadını çıkarmaya çalışıyordu. Sorumluluklarının, tekinsiz yalnızlığının getirdiği yüklerin, maskelerin ağırlığından sıyrılmıştı nihayet. Yorgunluğunu atıyordu. Bu hafiflemeyle birlikte, yavaş yavaş yüzüne yerleşmeye çalışan gülümsemeyi, yüz kaslarının gün be gün gerginlikten sıyrılışını izlemeyi seviyordu. Aynaya yaklaşabilmesini, onca yıldan sonra, kendini yeniden var edişindeki acemiliği savuşturmadaki başarısını, bu ivecen değişimi izlemeyi seviyordu.

Bu  baygın, manolya kokulu uyanışın yanısıra, tanılamaktan kaçtığı korkuların depreşmesi, ket vurulmaz bir huzursuzluğa neden oluyordu. Deprem öncesi ısınan yeraltı suları gibi bir sıcaklık, şiddetli bir sarsıntının, belki de patlamanın ayak sesleri  sanki. Denetimden uzak, doğasal itimin gücünü duyumsuyordu.

..........................

Okuldan dönen çocuklar, sırt çantalarını karların üzerine fırlatmış, kendilerini karların üzerine atıyor, birbirlerine kartopu fırlatıyor, alt alta üst üste boğuşuyor, avazları çıktığı kadar, ne dedikleri anlaşılmaz biçimde  haykırıyordu. Erkeklerin sert, haşin oyunlarına ayak uyduramayan kızlar, uzaklaşarak kendi aralarında oyun kurmaya çalışıyor ama erkekler hem kendi aralarında oynuyor hem de kızlara sataşıyor, incecik çocuk çığlıkları birbirine karışıyor, ortalığı inletiyordu.

“Sakın bir daha görmeyeyim, fena olur.” dedi annesi. “Kızlar oğlanlarla oynamaz öyle alt alta üst üste”  Oynamazmış. Oynamış mıydı, söz dinlemiş miydi? Pek söz de dinlemezdi ama anneye yalan da söylenmezdi ki... 

..............

Çocuğun biri, çok çevikti. Diğerlerinin hepsine yetişiyor, kimine kartopu fırlatıyor, kimini yere deviriyor, birinden diğerine atlayıp duruyordu. Diğerleri de sert tepki göstermediğine göre, grubun lideri gibiydi. Arada bir şeyler söylüyor, hepsi kahkahadan kırılıyordu. Bir anda çocuğun birinin kolunu kapıp arkaya doğru öyle bir büktü ki, öteki zavallı avaz avaz bağırdı.

Çocuğun kolu kırılacak diye kadının ödü koptu, var gücüyle “Yapma oğlum!” diye bağırdı. Yaramaz, beklemediği bu çığlıkla çocuğun kolunu bıraktı, sesin geldiği pencereye baktı ve gülerek dilini çıkardı, oyuna döndü. Neyse kol kurtulmuştu ya... Fakat garip bir yüzü  vardı yaramazın. Kadın emin olmak için “bana bak bakayım, neden öyle tehlikeli şeyler yapıyorsun?” diye, tekrar seslendi. Çocuğun bir an gördüğü yüzünü tekrar görmek istiyordu.

Çocuk, kadına doğru döndü. Gülmekle sırıtmak arasında ikircimlenen bir ifadeyle yine dilini çıkardı. Bu kez, çocuğun yüzünü iyice gördü kadın. Ama  bu bir çocuk yüzü değildi ki... Yetişkin bir erkek yüzüydü. Tanıştığı ara sıra haberleştiği, uzaklardaki bir erkek yüzü. Sonra, çocuk bedeninde böyle bir yüz?...

Pencere kenarındaki mermerden bir avuç kar aldı, topakladı, yanaklarında, alnında gezdirdi; soğuk, fena halde  ürpertti. Düş ya da sanrı değildi demek ki... Bir sigara yakmalıydı. Arkasını döndü.

Pattt... Pattt... Pattt... Ensesinden içeri küçük bir buz parçası.

Başında patlayan kartopları dağıldı, halıya saçıldı. Artık şu çocuğa, şöyle bir görünmenin zamanı gelmişti. Geri döndü. Dönerken birden, bileğinde bir acı hissetti, aynı anda da bir el ve kol gördü, çekiştiriliyordu, düşecek gibi yanlamıştı ama düşmüyordu. Ne oldu?... Nasıl oldu?...

Pencerenin dışında, boşlukta buldu kendini.  Bileğinden tutup hızla çeken, yetişkin eli, yetişkin  koluydu ama tam omza gelince  yaramaz çocuğun çocuk gövdesine bağlanıyor, birlikte, atıştıran karın altında, boşlukta yükseliyorlardı.

Yetişkin eli, kolu, yüzü, ama çocuk gövdesi... Neler oluyordu?...

“Öldük ölümden bir şeyler umarak/ Bir büyük boşlukta bozuldu büyü” dizeleri aklına düştü. Hep ayakta ölmek istemişti. Eli ayağı tutarken. Ama uçarak ölmek hiç aklına gelmemişti. Böylesi çok daha güzeldi. Büyü bozuluyor muydu, yapılıyor muydu?

“Kimsin, nesin, nereye gidiyoruz?” dedi şaşkın şaşkın.

“Yine soru sormaya başlama” dedi,  bileğine yapışıp göğe yükselten canlı/çocuk/adam/Azrail, her kimse... Azarlar gibi değil de sanki alaycı bir sesle... Yo, çocuk sesi değil.

-“Ne o korkuyor musun?” diye sordu.

- Hayır, korkmuyorum, korkmuyorum da anlayamadım, nasıl, kim, nereye?... Şaşırdım... Neler oluyor?

- Biraz çabala, bir kez olsun bir şeyi anlamaya çalışma, anlayamazsın, bırak kendini, rahat yükselelim...

- İyi güzel ama yerçekimine ne oldu? Gökçekimi vardı da ben mi bilmiyordum ?

- Ne dedim, soru yok. Yalnızca korkma. Bak neler göreceksin. Bu kez, alay yoktu sesin tınısında. Sanki şefkat mi titreşiyordu ?

Yükseliyorlardı... Uçuyorlardı... Dans eden milyonlarca kar tanecikleri arasında ve üşümeden.

Kar yüklü morca bulutlara vardılar. Birbirine benzemez, milyarca bembeyaz, altıgen tanecik ayrıştı, onları okşayarak selama durdu... Milyonlarca, yumuşacık inci dizisi... Aralarından geçtiler neşeyle ve saygıyla, yükseldiler, yükseldiler...

Çocuk büyüyor, vücudu oranlarını buluyordu.

Güneş, alacakaranlığını bırakıp gitmişti. Mars, yüzünün yarısını saklayan Ay’ın peşine düşmüştü. Bu zamanlarda, hep böyle yapar, Ay’a iyice yaklaşırdı. İkisi de göz kırptı, bu garip kuşlara. Onlar da gülerek selamladılar, bu kadim, vuslatsız aşıkları.

Hava burada sıcak mıydı, uçuşun ısıtışı mıydı ? Isınıyordu. Bileğini tutan her kimse,  yeryüzüne aitse eğer, o da ısınıyor olmalıydı. Bilemezdi ki...

“Ardına bakma  sakın, büyü bozulur” dedi gizemli “çocuk adam” ya da her kimse.

Bakmadı. Ardı umurunda değildi. Göklerin tılsımı çağırıyordu onu.Biri bileğini yakalamıştı, o da yükseliyordu işte.

Yükseliyordu.

11.02.2012

Vildan  Sevil

 

 

 

 
Toplam blog
: 102
: 882
Kayıt tarihi
: 07.06.11
 
 

1949 İstanbul doğumluyum. Emekli edebiyat öğretmeniyim. Çeşitli edebiyat sitelerinde, çeşitli kon..