Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Temmuz '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Çocukluğuma mektuplar- 1

Çocukluğuma mektuplar- 1
 

En küçük adam;kaşık adası


Adada çocuk olmak bir ayrıcalıktı. Her ne kadar benim çocukluğumda trafik, kalabalık, kapkaç, gürültü bu derece insanları çıldırtmasa da yine de adada yaşamak apayrı bir saltanattı benim için.

Sabah kahvaltılarını hatırlıyorum yeşil biber ve domates kokulu. Bahçedeki erik ağacından, çitin yanındaki kokulu Edith Piaf güllerden, bodur şeftaliden yapılan mis gibi reçelleri, Gemlik'den gelen sele zeytinini ve bir bardak hakiki inek sütünü. Annem genelde her sabah taze süt getiren Şeref amcadan alırdı sütü. Şeref amca eşeğiyle sabah sütlerini dağıtır sonra su tenekelerini eşeğine yükler ve sakalığa başlardı. Amerika'da yaşayan bir türk profösörün yazısını okumuştum. "Türkiye'de çocuklar süt değil antibiyotik içiyor" diyordu. Şimdi düşünüyorum da Şeref amcanın sütünün içine ne koyuyorlar ki, 3 ay bozulmadan durabiliyor!!! Oysa annem sabah aldığı sütü kesilmesin diye kaynattıktan sonra bize içirir, kalanını da hemen yoğurt yapardı.

Neyse biz yine kahvaltıya dönelim. Kahvaltı önemliydi. Hepimiz bilirdik ki tabağımızdaki herşeyi bitirmeden bahçe, sokak yok. Şimdi bir kase cornflex ya da taze kaşarlı bir dilim tostla kahvaltı yapıp okula giden çocuklara acıyarak bakıyorum. Kahvaltıdan sonra öğle yemeğine kadar tüm adanın sokakları, merdivenleri, bahçeleri bizimdi. Her mevsim yiyecek bir meyva bulmak mümkündü. Ailece hala meyvaların bir çoğunu ağaçtan yeme zevkini tadabildiğimiz için şanslı olduğumuzu düşünüyorum. Marketlerde erik büyüklüğündeki kirazları, portakal büyüklüğündeki şeftalileri gördükce içim cız ediyor. Aklıma Madam Surpik'in bahçesindeki beyaz papatyalar ve vişne ağacı geldi. Aslında Madamla ilgili çok şey var anlatacağım. O zamanlar Fukaraperverler Cemiyeti'nde olan bu hanım, aksi ve nemrut olmasına rağmen aslında iyiliksever bir kadındı. Rum aristokrasisi tarafından desteklenen Pera'daki balolara gider, megali sarakosti (büyük oruç) zamanı günlerce temizlik yapar, kimseyi yanına yaklaştırmazdı. Ama yıllarca, hiç aksatmadan her yılbaşı kapımızda onun yaptığı paskalya çöreğini, ya da ufak bir sepetin içinde özenle boyadığı renkli yumurtaları bulurduk. Bahçesini çevreleyen tel örgüleri aşan papatyalar beni hep cezbetmiştir. O tellere yuvarlanıp yaralandığım çok olmuştur ama bahçemizdeki muşamba kaplı tahta masanın üzerindeki su bardağında her daim birkaç papatya olurdu. Vişneler... Madam Surpik'in vişne ağacı öyle görkemliydi ki bahar zamanı sanırdınız ki bahçede kocaman beyaz bir bulut var. Çiçekler yağrağın yeşilini örterdi.

Madamın bahçesinden vişne çalmak organize bir işti. Mahalle çocukları toplanır, plan yapar, ve bir anda hücum ederdik. Dallara en çabuk tırmanan (ben) genelde eve dönünce ceza alırdı. Çünkü elbiselerimize bulaşan vişne lekelerini çıkaracak kosla o zaman yoktu:) Her gün ceza almamıza rağmen o vişneleri ekşi ekşi mideye indirmekten vazgeçmezdik. Bizim bahçede de vişne ağacı vardı ama tırmanmamıza izin verilmediği için pek cazip gelmezdi. Başkasının bahçesinden meyva çalmak daha zevkliydi. Aldığımız en büyük ceza da iskeleye inip fırından ekmek almaktı. Onca merdiveni inip çıkmak büyük gözüyle cezaydı ama koltuğunuzun altına sığmayan yuvarlak somunda bir delik açıp tırtıklaya tırtıklaya eve dönmek bence ceza değil büyük bir zevkti. Başka bir alanda yazmıştım. "Eskiden fırınlardaki galeteler neredeyse bir metre uzunluğundaydı" diye de bir dostum çok gülmüştü. Hatırladınız mı eski galeteleri? Fırıncının adını hatırlayamıyorum ama bazı günler yukarılara kadar elinde sepetle gelir ve "galeeeeeteee" diye bağırarak uzun galeteleri satardı. Bizde satın alır ve hemen karşımızdakine gardımızı alıp eskrim oynardık.

Oyunlar...Ah oyunlar! Uçurtmam, topacım ve çemberim geldi şimdi aklıma. Ben öyle bebeklerle falan oynamazdım. Bahar geldi mi en büyük zevkim Aret amcaya gidip çıta, kırmızı ve lacivert ince uçurtma kağıdı almak, sonra da uçurtmamı yapmaktı. En çok da kuyruğu ile uğraşırdım. Kağıt kırpıklarından süslü, uzun ve sağlam bir kuyruk yapardım. Bahar geldi mi Aret amcada jilet de kalmazdı. Herkes mutlaka uçurtmasının kuyruğuna jilet bağlardı. Yıkık değirmene çıkar ve uçurtmalarımızı gökyüzüne salardık. Her oyunda bir uğraş, bir emek vardı.

Yaptığımız işten ya da oyundan o kadar zevk alırdık ki yıllar geçmesine rağmen işte bu kadar net hatırlayabiliyorum. (devam edecek)

 
Toplam blog
: 21
: 2586
Kayıt tarihi
: 17.06.08
 
 

Hayat benim için herkesin iyi kötü rolünü oynamaya çalıştığı kocaman bir sahne. Ben de bu sa..