Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Mayıs '11

 
Kategori
Ben Bildiriyorum
 

Çocukluğunu yaşayan, "kendisine" döner.

Çocukluğunu yaşayan, "kendisine" döner.
 

Yüz yıllık kira evimiz. Üç katlı. Sapsağlam ayakta. "Şehr-i Alem" olmuş şimdi.


Edebiyat etkinliklerinde bulunmak üzere, çağrılı olduğum Bartın’da güzel bir söyleşi yaptım. Herkesin bir çocukluk devresi vardır. Salonu dolduran kız öğrencilerine “ çocukluğunuzu doya doya yaşayın. Geride, kimseye pabuç bırakmadan, sere serpe yaşayın. Ebeveyninizin seslerine de kulak verin. Yoksa çocukluğunuz zehre dönüşür” dedim. Kendi kesitlerimden söz ettim. Güldüler, gülüştüler. 

 

En önde Bartın Valisi oturuyordu. Benim adım bir “yangun’u” idi. Bunu, salondaki herkes, o gün tescil eyledi. Ve resmen “Bartın Yangunu” oldum. 

 

O hızla, kalktım gittim bizim ilk oturduğumuz kiralık eve. Tam 60 yıl önceki oturduğumuz o sarı boyalı kiralık evimize. Doya doya bakacaktım. İçine girip, odaları bir bir dolaşacaktım. Hele o sünnet olduğumuz odanın sürme penceresini yukarı kaldırıp, mandallayacaktım yine. Dünyama açılan penceremdi orası benim. 

 

Ne güzel günlerdi onlar. Bir çok sevgilim vardı. Kimi hayal, kimi hayalden de öte. Kimisi de kendi uydurduğum sevgililerim. Buna: “her evin kafesli penceresinin ardındaki, meçhul sevgililer” de dahil. 

 

Eee, bu sevgililer sizden bir şeyler bekler. Ara sıra bir şeyler vermelisiniz. Orta birinci sınıf öğrencisinin canı ne kadar? Neyimiz var, neyimiz yok herkes biliyor. Buna rağmen de ilişkilerini sürdürüyorlardı, kesmiyorlardı. 

 

Benim sevgililerim, halden anlarlardı. Nasıl olsa, asık yüzlü bir babam vardı. Çatık kaşlı, her şeyden şüphelenen de bir anam. Eee, ben kaç kişiyi idare edecektim böyle? Hı? Sevgililer, gün geçtikçe çoğalıyordu. Onlar da cabası idi. 

 

Dedik baştan. Sevgililerin karşısına çıkacak yüzüm olmalıydı her seferinde. Acele şiir yazmalıydım. Bunları, münasip bir ortamda okumalıydım yüzlerine. 

 

Sokağa bakan pencereyi açmak için, tutup yukarı kaldırdımdı bir gün. Bizim, birinci cihan savaşından kalma bir gemici fenerimiz vardı. Kimsenin gemici fenerine de benzemiyordu üstelik. 

 

Odanın ışığını söndürdüm. Pencereyi açıp mandalladım. Civiyi keseri alıp, pencere pervazına çivi çakıyordum ki, feneri sapından asayım buraya. Fitilini de kısmıştım. İçeri giren rüzgar, hem ışığı titretip, gizemli bir hava da veriyordu. Bizim tak tak’la anam aşağıdan bağırıyor. “ Yemek vakti bu neyin nesi, bu ne gürültü kör olmayasıca! diye. Fenerin çıkardığı gaz kokusu, aşağılara kadar inmiş! 

 

Anam anlamazdı. İstediğim kadar söyleyeyim, kavrayamazdı. Feneri asmakla, İlham perilerini çağırıyordum esasında. Işığını da kısıyordum ki, romantik ortam olsun. Bir defasında suçüstü yakalanmıştım. Anam elimden feneri alırken, “Yangın çıkaracaksın o şırfıntılara bakıp bakıp. Bu fener bozuntusu, ilhamiyi, septuzeyi, mihribanı, Dilrubayı çağıramaz. Bu fenerin kendine hayrı yok, ” demişti. Kızmıştım valla. Onlar iyi ki duymamıştır diye de teselli etmiştim kendimi. 

 

Kızları düşlerken, iyi de, hepsiyle fıkır mı fıkır, şıkır mı şıkır iyiydim. Kızlar şiir beklerlerdi benden hep. Bunu, birkaç defa ima etmişlerdi de, ben başımı kaldırıp, gökyüzüne bakmıştım. Her seferinde de “ İşine gelmeyince, kafa havaya kalkıyor, derlerdi. Aradığın ilham perisi yüzümde dolaşıyor. Uyan sunam uyan derin uykulardan” diyen de oluyordu.. 

 

Neyse. Beklediğim peri, çok uzaklardaydı. Babamın şarabından bir fırt çektiğim halde, o ilham perisi, anamın seslenişi ile de ürküp, tüymüştü. Ben şiirsiz kalmıştım o gece. 

 

Şimdi yine aynı evin önündeydim. 60 yıldır ilk defa geliyordum. Ev aynı ev. Makine Mühendisleri lokal yapmışlar. Yer, Asma Mahallesi. Arasıra, çocukluğunuzu yaşayın. Sık sık vesileler yaratarak, çocukluğunuzun geçtiği atmosfere teslim olun. Kendinize "dönmüş" olduğunuzu hayretle göreceksiniz. Daha bilinçli, daha vakur ve sıfır kilometrede. Deneyin biyo. 

 

Kapıdakilere halimi anlattım. İçeri girdim ki, bir köşeye sazlar kurulmuş. Dolaplı banyo küvetinin orayı söküp, bar amerikan yapmışlar. Tanımadığım kimseler içki içiyor. Evin ötesine berine yığılmış insanlar her tarafı kaplamış. 

 

Abov… Alıverdim elime mikrofonu. Saz heyeti sustu, herkes bana bakıyor. Alkışlayalım mı, alkışlamayalım diye beni, tedirgin gözlerle süzüyor. Hiç birini tanımıyorum. Bir iki öksürdükten sonra top gibi gürledim. “Burası bizim evimiz.” Baktım ki, herkes tısss! Devamla: “ Bakıyorum, evin her tarafına yayılıvermişsiniz. Sizler nerelerden çıktınız böyle” deyiverdim. “ Önce manidar bakışlar sonra ardından alkışlar. Show yapıyor sanmışlar. Buranın sahibi, bir yandan da durumu özetleyiveriyor. Sonra bu çıkışımızı “Turnalar” şarkısı ile sürdürdük tabi. 

 

Düşündüm. Bu evin her tarafında hatıram var. Şimdi ev, aynı ev. Eşyaları değişik sadece. “Anne, diye seslensen, cevap alacaksın gibi geliyor. Merdivenleri çıkan babamın öksürüklü sesini duyar gibiyim. Ama benim elimde gemici feneri yerine, içki bardağı var. Yanımdaki dosta dönüyorum ve 60 yılın şerefine diyorum. Arkadaşım Serkan Tüfekçi, hiçbir şey bilmediği halde, o da şerefe diyor. Ne saf çocuk! 

 

Evet. 60 yıl önce bu evde, yani “baba evinde” ağzıma, içki koymamıştım. Şimdi 60 yıl sonra baba evinde, ağzıma ilk defa, 60 yıl sonra içki koyuyordum. Demek ki kafayı bulmam için bu evde, 60 yıl beklemem lazımmış. Bu ne iş! Bu duygumu, dost olduğum Tarih Öğretmeni Keramettin Çetin ve Kütüphane Müdür vekili Tülay Erduran’la paylaştım. Çıkarken, bir tabela okudum: “Şehr-i Alem” 

miş burasının adı. Buyrun, buradan yakın. Biz de bir alem olmuşuz zaten! Arkamdan, işletmecisi Barış Özkan bağırıyor. “Ev benim değil, hala daha sizin” diye. 

 

Bartın Valisi İsa Küçük, beni o etkinlik gecesi nasıl takdim ediyordu? 

“Bu şehir, 60 yıl önce, kaybettiği çocuğunu buldu!” dememiş miydi? Tas tamamına 60 yıl sonra gelen bir mutluluk. 

Ört ki, ölem

 

 
Toplam blog
: 1616
: 918
Kayıt tarihi
: 13.08.06
 
 

Hayatın dikenli yollarından geçmenin  sırrı, aralarından çabuk geçmektir. Ümit, naylon çorap giyd..