Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Şubat '09

 
Kategori
Anılar
 

Çocukluk anıları

Çocukluk işte...

Bir süveterim vardı ilikleri omzumda. O süveteri burnu açılmış siyah ayakkabımın üzerine giyerdim. Sünnetimden arta kalan lacivert pantolonla birlikte kendimi “tam bir çocuk” ettiğim zamanlar...
Anneme “şekerli yoğurtlu ekmek” “yağlı şekerli ekmek” yapması için yalvardığım günlerdi o günler. Bir gün bu “uydurma şeyleri” nasıl bu kadar seveceğimi merak edeceğim aklıma bile gelmezdi...
1987’li yılların modası “kocaman saçlı adamlar” vardı televizyonda... Geniş paçalı uzun yakalı gömlekleriyle bize o yılların burjuva modelini anlatır gibiydi hepsi... Kültürlü adamlar hep böyle görünüyordu “siyah beyaz kutu”dan! Kutu ki sormayın. Babamın o hurdayı, sofra bezine sarıp da tamirciye götürmesini de unutmam adam sanki felç geçiren bir yakınımızı acil servise götürür gibi heyecanlı olurdu onu taşırken...
Kolay değildi sohbet gidince evde o “deli neşesi” kaplardı her yanımızı...
Evimiz 5 katlıydı apartmanlar arasında bir apartman. medeniyetin üfürdüğü ama yıkmadığı. Hemen üst mahallemizde kocaman bir yeşillik alan vardı Numune hastanesi bahçesi tüm çocukları kucaklayan.
Çelik-çomaklarımız birdirbir’lerimiz ve daha bir çok oyun... Ama benim en çok hoşuma giden de o yeşilliğin kıyısındaki kuytuydu. Sabahtan akşama kadar delicesine oyun oynadıktan sonra durur dinlenir, sonra da o kuytuya gider toplanırdık. Cinlerden şeytanlardan konuşur olmadık yere kendi kendimize halüsinasyonlar yaratır arkamıza bile bakmadan evlerimize koşar adımlarla kaçışırdık. Korku olmasına vardı ama bu korkuya rağmen her gece aynı şeyleri tekrar etmemizin nedenlerini çözemiyorduk çözmekte istemiyorduk açıkçası çocukluk işte, çocuktuk işte.. Kasıtlı bir korkunun geri dönüşü olmayan çekiciliği bizi her gece o kuytuya çekiyordu.
Ben Handan’a aşıktım arkadaşım Ali Afet’e... Onları görmek için bin bir türlü maymunluk yapar ama mutlaka görürdük. Pencerelerimiz birbirine bakardı ikimizi beklerdi hep camlar...
Elvan Gazozu’nu çok severdim. Bakkal Osman amcayı da Elvan Gazozu nedeniyle çok sevdim. Her şeyi ateş pahasına satan Osman amcanın verdiği Elvan Gazozu o kadar yumuşatırdı ki çocuk yüreğim kazıkçı bakkal Osman’ı bile görmezdi gözlerim. Sonra Kav kibritlerinin yüzlerini keser kibrit oynardık.
Babam elinde yaz helvası ve bir kutu gazozla eve girdiğinde bayram sanır kollarına atılır sonra da nasibimize mutlu iki çift gözle bakardık.
‘Son beşik’ olmanın en ihtimamlı ve ihtişamlı anlarının keyfini çıkarırdım. Karnım ağrısa çikolata başım ağrırsa gazoz; ailem hangi rahatsızlığımda neyi alacaklarını çok iyi biliyordu. Benim ailem ‘derin’ bir aileydi. Hepsinin gözlerinde yıkılmayacak gökdelenler parlıyordu. Güvende ve sarsılmaz bir çocuk ruhunu aşılıyordum kendime.
Biz arkadaşlarımla profesyonel düşme ustalarıydık. Muntazam ya kolumuzu ya da ayaklarımızı kırardık her mevsim. Her mevsim hem mimar hem de amele olurduk. Önce kağıda düşündüğümüz damı çizer sonra da toprağı kazarak taşları yığar toprak damlar yapar sonra da askercilik oynardık. Sarhoşların içtiği biraların şişelerini toplar, Tekel Hacı’ya satardık. İyi de para kazanırdık hani Ali’yle...

Siyah beyaz kutuda tek kanal; TRT ve en çok sevdiğim gün Pazar... Şimdi İşitme Engelliler için Haberler ya sonra? Sonra da tabi ki Uçan Kaz.. Uçan Kaz’ı seyretmek için gözlerimi ayırmadan “o adamın” dudaklarını okurdum. Okumayı henüz söküyorken, dudak okumayı bu adam öğretirdi bana. Uçan Kaz az sonra başlayacak ve ben büyük bir mutlulukla yastığıma gömülüp günün keyfini çıkartacağım.
Ve bir gün hiç bir şeyin keyif vermeyeceğine dair haber geldi eve. Sanki hayatımın çocukluk evresine bir jilet atılmıştı. Sanki evimizin bulunduğu yani benim dünyamla, beni ayırmak için anlaşmalı bir darbe yaşanıyor gibiydi yani taşınıyorduk.
Ali olmayacaktı artık Adnan da. Handan’ı da gömüp gidecektim kalbime çocuktum belki ama aşıktım. Ve gitmem gerekiyordu. Her şey çok çabuk oldu. Karar alınmış çocukluğuma danışılmamıştı. Her şey daha iyi bir yaşam için değildi mecburduk babam işçiydi ve gitmemiz gerekiyordu. Artık “çocukluğum” örtü ve battaniyelere sarılmış eşyalar içerisinde kamyonlara dolduruluyordu... Üzülüyordum...
Taşınmanın arifesinde Handan’ın evine bir kez daha bakışım. “BÜYÜMÜŞTE KÜÇÜLMÜŞ BİR MECNUN MİSALİ” gidiyordum arabamıza binip ve arka camına yapışmış dudaklarım üzerine asfalt geçtikleri hayallerimin üstünden geçip gidiyorduk...
Bir süveterim vardı ilikleri omzumda. O süveteri burnu açılmış siyah ayakkabımın üzerine giyerdim. Sünnetimden arta kalan lacivert pantolonla birlikte kendimi “tam bir çocuk” zannettiğim zamanlar...

Derken geçiyor günler ve biz büyüyoruz..32 imdeyim ama sanki dün gibi herşey..Sanki dün gibi....


 
Toplam blog
: 9
: 1081
Kayıt tarihi
: 29.01.09
 
 

Bu blog ile şimdiye kadar yayınlanmamış yazılarımı okuyucularım ile buluşturmak istiyorum. Kişisel v..