Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Şubat '08

 
Kategori
Anılar
 

Çocukluk günleri 1

Çocukluğuma ait anılarım arasında övünerek anlatabileceğim fazla bir şey yok. Orta halli, hatta orta hallinin de altında bir aile olarak, o zamanların dar imkânlarıyla aç veya açıkta değildik ama her şeyi idareli kullanmak, zeytini ekmeğimizin lokmasına bütünüyle değil de yarısıyla katık yapmak, eskiyen veya yırtılan elbisemizi yamalı olarak giymek zorunluluğunu duyardık. Oyuncak nedir bilmediğimiz ve oyuncağın çocukları ne çok sevindirdiğini idrak edemediğimiz için en büyük sevinci ramazan ve kurban bayramlarında tadardık.

Bayramlar gelirken herkesi bir telaştır sarardı. Terziler, ayakkabıcılar ve berberler sabahlara kadar çalışır, bayramlık elbiseler dikilir, ayakkabılar alınır ve saçlar tıraş edilirdi.

Bizim de en büyük sevincimiz bayramdan bayrama alınan o elbise ve ayakkabılar olurdu. Bu nedenle bayramları dört gözle bekler, yeni bir şey alındığı zaman onu giymenin heyecanını taşır, bazen de yeni alınan elbise veya ayakkabılarımızı koynumuza alıp yatardık.

Bir başka sevincimiz de: Kurban bayramlarında kesilen koyun veya keçilerin diz kısımlarından çıkan aşık kemikleriyle olurdu. Bu kemikleri biriktirip, büyüklerinin taban kısımlarını taşlara sürterek düzleştirdikten sonra, içlerine kurşun döküp ağırlaştırarak yaşıtlarımızla aşık oynardık. Bu nedenle kurbanda kesilen koyun veya keçilerin etlerinden ayrılacak aşık kemiklerini dört gözle beklerdik. O kemikler bizlerin çocuk ruhunda para kadar değerliydi. Ve hatta bazen para yerine bile geçerdi.

Hatırladığım kadarıyla aşık oyunu şöyleydi: Her oyuncunun sahip olduğu aşık kemiklerinden ikişer, üçer veya beşer tanesi aynı hizada, bir elipsin uzun çapı üzerinde yan yana dizilir, belli bir mesafeden, başka bir aşıkla, sıraya dizilmiş aşıklara nişan alınır, isabet alan ve elipsin dışına çıkarılan aşıklar o oyuncunun olurdu. Oyuncu isabet ettirdiği sürece atışlarına kaldığı yerden devam eder, isabet ettirmezse sıra diğer oyuncuya geçerdi. Böylece sıraya dizilmiş aşıkların tamamı bitene kadar oyun devam ederdi. Oyuncu ne kadar çok aşığı elips dışına çıkarabilmişse o kadar karlı olurdu. Oyunda aşıkları biten ve oyuna devam etmek isteyenler; üçü beş para veya beşi beş paradan, aşığı çok olan arkadaşlarından satın alır ve böylece aşıklar para değeri kazanırdı.

Bayramlarda eş dost birbirlerini ziyaret eder, büyüklerin elleri öpülüp duaları alınır, çocuklara da el öptürülerek paralar verilirdi.

Bizim evimiz çarşının kenarında, Tepecik denilen bir bayırın yamacındaydı. Babam işi olmadığı zamanlar evde oturmaz, kahvede ahbaplarıyla sohbet ederdi.
Bir bayram günü öğlen yemeği için babamı çağırmaya gittiğimde babam: Taşpınarlı kahvede, Ali Ünlüer isimli, dava vekilliği yapan bir ahbabıyla sohbet ediyordu. Bayram olduğu için hatırlatılması üzerine, Ali amcanın elini öpmüştüm. Ali amca, mor kadife kumaştan dikilmiş para kesesinden bana kocaman bir on kuruşluk vermişti.

O zamana kadar ben o büyüklükte paraya hiç sahip olamamıştım. Beş para, on para, yirmi para ve rengi sarı ile kahverengi arası olan yüz paralıklarım olmuştu ama on kuruşluğum hiç olmamıştı. Sevincim sonsuzdu. Bayram boyunca o on kuruşu harcıya, harcıya bitirememiştim.

Devam edecek

 
Toplam blog
: 104
: 722
Kayıt tarihi
: 11.04.07
 
 

6 Mayıs 1927 Simav doğumlu, İstanbul Yıldız Teknik Okulu’nun ( Bu günkü Yıldız Üniversitesi) son sın..