Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Eylül '18

 
Kategori
Deneme
 

Çok Hem de Pek Çok!

Çok Hem de Pek Çok!
 

Bir Takvim Yaprağından


 Günümüzde hatta son yıllarda yaşam koçu, danışmanı, eğitmeni gibi farklı adlar başlığında benzer söylemler, insanlar ve meslekler meydana geldi.

Verilen her  emeğe, üretime samimiyet ve  iyi niyet barındırdığı sürece saygılıyım, Fakat bu durum bana git gide nasıl yalnızlaştığımızın, sosyalleşiyor, çağdaşlaşıyor, doğru iletişim yolları buluyoruz söylemlerinin aksine nasıl da ortada kaldığımızın resmi gibi geliyor. 

Ortada kaldık çünkü, büyüklerin yaşamdan aldığı dersler, yaşama kattığı tecrübelerden yararlanabilme zenginliğinin önemi ve değerini bilenimiz yok, ortada kaldık kendi başımızın çaresine bakabilecek kişisel olgunluğa eriştirebilecek ne okullarda eğitim ne öğretmenimiz var eskisi  gibi, ileri taşıyabilecek insani yakıtımız yok yani, ortada kalakaldık öylece, bizler okul açılsa da öğretmenlerimize, arkadaşlarımıza bir an önce kavuşabilsek diye can atar, dışardan alınacak takviyelere ihtiyaç duymazdık, okula gitmeden önce  özünden alıp, sözüyle dağıtan, aile büyükleri, sokakta mahalle amcaları, teyzeleri, okulda öğretmenlerin doldurduğu cevherlerle gelişen hayatlarımıza zamanla kendi kazanımlarımız eklenerek bildiğimizi paylaşıp bilmediğimizi öğrenerek yaşayıp giderdik, şimdi gençlere,  komşularımın torunlarına bakıyor çok üzülüyorum. Aralarında, “Okul yansın” diyen, “Ne öğretmen ne de arkadaşlarımı hiç özlemedim, tatil bitmesin” diyenler var. Teknoloji esiri güzelim çocuklarımız bir bilse geride kalanımız nasıl çok da kaldığını bilen yok, aileye uzak, öğretmene uzak kalakalanımız çok, hem de pek çok.

Düşünüyorum da  hayatlar insan yoksun ve yoksulu, evdeki büyüğü dinlemeyip dışarıda, üzerimize uyup uymayacağı belirsiz konfeksiyon giysiler gibi herkese uyabilmesi beklenen  hazır zihinsel giysiler veriliyor. Ve bir de deniyor ki; geçmişten kalan ne varsa “atın kurtulun yüklerinizden”  oysa ben,  atmak da istemiyorum kurtul makta yükler de benim geçmiş de,  beni ben eden yapı taşlarımın biri yerinden çıksa, eksik kalırım. Bu yükleri yükleyenler öyle bir ustaydı ki yüklemekte, yaşam boyu omuzlarıma  bırakılan  kütlelerin cüssesinden korkarken ben, o efsunlu eller ve yüreklerden birer  ipek tüy gibi iniyordu bedenime, bu yüzden benimdir. Bu yüzden kabulümdür. Yaşadığım sürece hiçbir yere bırakamam klavyemin tuşlarından başka, bir de şairlere yazarlara, sözcük canbazlarının sihirli sözcüklerine  emanet edebilirim, 

"Başın öne eğilmesin 
Aldırma gönül aldırma 
Ağladığın duyulmasın 
Aldırma gönül, aldırma "  **

 

"incecikti
gül dalıydı
dokunsam kırılacaktı
dokunmadım
kurudu

gitme,

sonbahar oluyorum, sonrası hiç
ağaçlar bükmesinler nolursun boyunlarını
neden akşam oluyorum tren kalkınca
kırlangıçlar birdenbire çekip gidince
mendiller sallanınca neden tıkanıyorum
öyle çok acımasız ki öyle birdenbire ki
az önceki çiçekler nasıl da diken diken
gitme,

sonbahar oluyorum, sonrası hiç!" ***

 

 "İyi değiliz gözlük bak durmadan

kırmaya çalışıyorlar bizi hiç iyi

değiliz iki gözüm, bende can, sende cam

bırakmadılar, daha kırılacak ne varsa bizde,

gözlüğü olmayanlar çok mu acımasız oluyor

ne, çekip alıyorlar seni gözümden, öyle

çok eziliyoruz ki gözlük, sen bensiz kırık,

ben sensiz karanlık, nerde insanlık

bizi bu kadar kırmasalar, di’mi cam

dostum, onlara da birer gözlük alırdık!

Ne güzel gözümün önünde olman yine,

sensiz ne gülüşün tadı var ne de bakışın

sen olmayınca kötülük daha kötü görünüyor

gözüme, yumruklar daha zalim, sözler daha

sert iniyor yüreğime, sensiz bu dünya

bomboş görünüyor gözüme, sana gözüm

gibi bakacağım, artık senden başkasını görecek

gözüm yok, bizi görmeyenlere

söyleyecek sözüm yok, bizi çok kırdılar gözlük,

bizi tuzlabuz, bizi unufak, bizi camçerçeve

kırdılar da bakmadılar bir kez olsun cangözüyle,

şimdi hem cana, hem cama göz diktiler,

hem gözden düştük hem sözden, bir daha

kırılamayız gözlük, sonumuz olur kırılmak bir daha,

parçamızı bulamazlar ikimizin de! Ah ne bakacak

göz, ne görecek gönül bırakmadılar bize,

bir güzellik kalsaydı, iki ne dört gözümüzle

titrerdik üstüne, candan içeri olan camdan içeri

derdik demesine de, öyle bakımsız, bakışsız

bıraktılar ki gözümüzü, gönlümüzü, ne can

hevese geldi, ne göresi geldi camın,

biz birbirimize iyi bakalım gözlüğüm, canım,

belki onlar da iyi bakarlar kendilerine,

gözlüğüm, iki gözüm, kemiğim, bu sözlerimle

umarım kırmamışımdır seni, zira çok incesin

kırılırsın, kırılır arkadaşlığın camdan kalbi de" ****

(Budala, 22)

**Sabahattin Ali Aldırma Gönül'den,

***Hasan Hüseyin Korkmazgil Akarsuya Bırakılan mektup şiirinden,

****Haydar Ergülen Gözlüklü Şiir 

 
Toplam blog
: 209
: 350
Kayıt tarihi
: 13.09.11
 
 

Kurşun kalemden gelen ağaç kokusunun kağıtla buluşma büyüsüyle yoluna devam eden, Lise mezunu, ha..