Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Nisan '14

 
Kategori
Blog
 

Çok söyledim ama dinlemediniz

Çok söyledim ama dinlemediniz
 

Haklısınız tabii, nereden bilecektiniz?


1995-2006 senelerini kapsayan 2 klasör dolusu yazı… Hepsi de “daktiloyla” yazılmış ve ulusal gazetelerimizin (Hürriyet ve Sabah) Avrupa baskılarında yayımlanmış!


Tozlu tavan arasında paşa paşa yatmakta olan o koca valizdeki gazete kupürleri ise…


Hatıra olarak kalmış!


Yazı uğraşına “blog sitelerinde” başlamış olanlara meram anlatmak pek kolay değil.


Hemen ağzımızın payını veriyorlar:


“Ben 955 blog yazdım; sen 8 senede kaç yazı yazdın?” diye.. .Haklılar tabii!


Felsefe, sosyoloji, astroloji… Siyaset, güncel, doğal yaşam…


Aşka, meşk ve de erotizm… Şiir, deneme, öykü…


955 blog bu; dile kolay! Yazmış da yazmış arkadaş!

Yelpaze o kadar geniş ki; yellen babam yellen işte!


Ben şimdi hınzırlık edip: “Her bişicikleri de biliyor maşallah” demem tabii!

O kadar da gaddar değilim yani!


Ama yetmiyor işte… Değil 955; 19 955 blog da yetmiyor!


Yazılar “renksiz, kokusuz ve ruhsuz” olunca… Ve önceden belirllenmiş bir "çizgi" olmayınca... İnsanın esamisi okunmuyor!


“Kuru fasulye tarifi Milliyet Gazetesinde çıktı” diye sevinçten çılgına dönen Blog üyeleri tanırım ben… O sevinci de iyi bilirim. Dükkânı açsın diye sabahın köründe gazete bayisi önünde çok beklemişliğim vardır.

Hani yani gazetede çıkan yazımı bir an evvel okumak için!


Bu fakir, yazılı basından ayrılıp tesadüfen bulduğu Milliyet Blog Sitesine kapağı atmış… Bu sitedeki ilk yazısı da bunu hikâye eder zaten.


Oysa buradaki arkadaşların çoğu “yazılı basın” hasretiyle yanıp tutuşuyor.


İşte “terslik” de buradan kaynaklanıyor. Tıpkı otoyola tersinden giren “Temel” fıkrasında olduğu gibi…


Blog yazarı, “köşe yazarı” olmasa bile “köşe yazarı gibi” bir tavır almak istiyor. Sitedeki sayfaları da buna müsait zaten. Bunda bir acayiplik yok!


Örneğin siyaset ve diğer konularda hiçbir engellemeyle karşılaşmadan “eleştiri” yapmak istiyor…


Ama bir diğer blog üyesi tarafından eleştirilince kıyametleri koparıyor! Eleştiriyi “hakaret” olarak algılayıp hemen o üye hakkında “cezai yaptırım” veya “sansür” bekliyor.


En çok bu yüzden aşındırılıyor editörlerin kapısı ve bu şikâyetler sadece siyaset kategorisiyle sınırlı değil.


Şeş keza yazısı reddedilince de hemen “sakıncalı piyade” havalarında basıyor feryadı: “Sansür var” diye!

Buna "çelişki" denmez de ne denir, bilmem ki!


“2 klasör dolusu yazı ve gazete kupürleriyle dolu o tozlu valiz sana ne kattı?” diye sorarsanız..


İnsan ister istemez “gazete kurdu” oluyor… Bir başka türlü okuyor gazeteleri ve köşe yazarlarını…


Bedii Faik de yazmış, Azizi Nesin de, Çetin Altan, Hasan Camal ve Alpay Kabacalı da … Gazetecilik dünyası ile ilgili kitaplara meyilli oluyorsunuz haliyle… Bol “ulanlı” gazeteci jargonunu ve “argosunu” öğreniyorsunuız...

“Köpek ısırınca” ilgilenmeyip “ısırılmış köpekler” peşinde koşmanız gerektiğini seziyorsunuz… Dokuz sütuna atılan manşetlerdeki poporospuluğu; gazete “mutfaklarında” kotarılan ince hesapları algılayabiliyorsunuz…


Pazar, böyle bir pazar işte… Terazisi de bu, dirhemi de bu!


Hal böyleyken “paylaşım” için klavye başına oturmak pek manasız ve de anlamsız kaçıyor be dostlar!


Blog yazarlığının köşe yazarlığından farkı yok, inanın!


Ulusal gazetelerimizdeki köşe yazarları genelde iktidara veya muhalefete karşı yazarlar… Ama gerçek hedefleri diğer köşe yazarlarıdır. Takip edenler nasıl” didiştiklerini” iyi bilirler.


Ahmet Hakan hangi köşe yazarına “şebelek” diyor?


Ertuğrul Özkök’ün “Beyaz Türkler” söylemine karşı “Morarmış Türkler” söylemini ortaya atan Mehmet Barlas’ın amacı ne?


Rasim Ozan Kütahyalı niye bu kadar hopluyor ve Ahmet Hakan’dan ne istiyor?


Bilge gazeteci ve kuantum uzmanı Reha Muhtar kimlerle takışıyor?


Selahattin Abi (Duman) gazetesinden hangi yazı nedeniyle ayrıldı veya ayrılmak zorunda kaldı?


Hıncal Uluç… Spor basınını niye sallayıp silkeliyor?


“Araştırmacı” olarak bilinen rahmetli Uğur Mumcu’ya “belge servisini” kimler yapardı?


Yine “araştırmacı” olarak bilinen Emin Çölaşan’ın “minik kuşları” kimlerdi?


Hani yani yazmaya kalksak, uzar da uzar bu liste…


İster beğenin, ister beğenmeyin… Köşe yazarlığı da böyle bir şey işte…


Ya böyle olacaksınız…


Ya da “hayallerinizi” askıya alıp “paylaşım” serüvenine devam edeceksiniz.


Her iki tarza da “madalya” veya “taltif” yok şimdilik!(Karamsarlığa kapılmayın "şimdilik" dedik.)


Haaa! “Ne yazsa yayınlanır diye bildiğiniz Culduz’a da editörlerden torpil falan yok” inanın!

Siz onun "ciyaklamadığına" bakmayın lütfen!


Onun da yazıları geri çevrilir ve gerektiği zaman uyarı alır!


Tarzı ve üslubu da elbette tartışılır…


O sadece “oyunu kurallarına göre oynamaya" çalışıyor.

Becerebildiği oranda işte.


Mesele bundan ibarettir efendim!


Güzel pazarlar.
 

 
Toplam blog
: 312
: 1658
Kayıt tarihi
: 10.02.07
 
 

Önceleri konuşurdu insanlar, "yazmak", sonraların işi... Duygu ve düşüncelerimizin yanı sıra gözl..