Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Eylül '09

 
Kategori
Felsefe
 

ÇÖL DÜŞÜNCELERİ

ALİ MERCİMEK


ÇÖL DÜŞÜNCELERİ 1


Çölde yürümenin anlamı bu, varlığımızı sakin sakin düşünmemiz için günlük olandan kaçmak durumundayız. Ses içimizden gelmez, bize soru sorduran içimizde olan değildir, daha açık söyleyeyim, bizi varlık üzerine konuşturan içimizde duran şey değil, oraya girip ve derhal çıkanlardır, girer ve düşün diye ses verir, ve çıkar, ama sesi alan düşüncede konuşmaya kendi kendine devam eder, aklın kendiliğinden ve zikrin ondan aldığından bir sorusu yoktur, kanıtla dersen, içimizde duranın esas olanı, güdüsünü takip eder vaziyette akla soru sordurur, hatta soru sormadan cevap ister, sormadığı sorunun cevabını ister, duymak için bunu yapar, yaşamda kalması için zorunluluk adına bunu yapar, kanıtı kendinden olan işte burada, hayata geldiğinde, belki birazını, ana karnında öğrenilen şekliyle, güdüsel mesafelerde kendine iş bulur, aş bulur, eş bulur, sıralamaya bak, aş bulacak, iş bulacak, eş bulacak, sıralamayı kendine göre yap. Bu aralarda aklın üst vaziyete ilişkin bir sorusu olamaz, olur dersen sen insan değilsin. Bunlar içten gelenler ve hep orada duranlar, orada metafizik yok, kognito yok, orada tanrı yok, ben yok, alt yok üst yok, sonradan yok dediklerim hep anlam üreticisi anlam kaynakları sen istersen anlam motorları de, insanın doğal olan içinde anlam vericileri ve anlam yaratıcıları demek ki yok, peki oraya nasıl giriyorlar, veya nereden gelip giriyorlar, determinist ambarlara girip oradan cevap vereceğimi sanıyorsan yanılmış olursun, çünkü “Sein bestimmt Bewustsein” öldü, onu daha önce başka bir adla Nietzsche de öldürmüştü, bilincin varlığı tanımlamasına da kötünün iyisi demiştik, yani akıl-zihin bileşkeleri olarak bilincin kendinden varlığın neliğine soru sorması diye bir şey yok, ha olsaydı, baştan beri kötü metafiziklerin baş tutucuları halleriyle binlerce tanrı olmazdı, düşünce tarihinde evrim adıyla teke doğru gelinmiştir diyeceksin, ben ama tek ne diyeceğim ve o da dışardıa olanın aşkın olanı diyeceğim, aklın dışarıda olanı nasıl aşkın yaptığına değin bilinen felsefelerdeki içrek mesele haline getiren bir ayrımı anlam oluşturma açısından soruşturan bir dil bütünlüğü ayrımın neresinde tutulacak diye soracağım, içerden gelme, ama derhal dışarı çıkan haliyle, anlattığımızın baştan beri kötü bir nihilizm, yadsıma, boş vercilik olmadığını vurgulamaktan öte, anlam yaratan yokluk varlanımının, giren ve çıkan spontanelik olduğunu bilgi alanına sokulduğu şekliyle girdiklerini ve geldikleri yerin yokluk olduğunu diyeceğim, sonucunda sen daha önce nerdeydin diye de işin en kolay olanına ve öldükten sonra sen geriye kalanlar için ne olacaksın, hatırandan başka nen kaldı, şekilciliğine geri döneceğim, yokluktan geldiğin halde yokluğu tarif edememeni de, işte soru sorabilme komutunun (sorunun kendisi demiyorum, soru sormayı olanaklı kılan modu düşlüyorum) yokluktan gelirken beraberinde getirilemediğini, antropolojik zorunluluk diye maalesef kaydetmek durumunda kalacağım, anlam hedefleyen soru sorma modifikasyonlarının yaşarken oluştuğunu ve girdiğini ( o yüzden binlerce türü bulunduğunu) ve yaşarken tekrar tekrar çıktığını, ölürken de her ikisinin (soru ve cevabın) birden çıktığına tanık olacağımızı tüm kabil emanetçilerimizle adlandıracağımızı söyleyeceğim.

Canlıların genlerinde soru sormayla ilgili muazzam bir eksiklik var, insanda yemek, seks ve çalışma/uğraş için belli gen modifikasyonları oluşmuş, ama bulunduğu yeri, çok uzak anlamıyla fezayı bilmek için, veya kendine anlam durumu oluşturmak için geni yok veya o genler ya bozuk ya da henüz ortaya çıkma aşamasında ... bunları da metafiziğin dışına çıkarak bir yerlere varmak istersek belki diye ekli söylüyorum. İşte soru sorma sarmallarının oluşturduğu anlık bilinç ve 'ben'i bir şekilde silebiliyorsak geriye hiç kalıyor. Yani ben mutlak anlamda elimine edildiğinde geriye yokluğun formları kalıyor. Bu anlamda varlığın dışarıdaki varlık duyumu tabi ki yok olmuyor, sadece içe anlam ürettiren varlığın asıl hali olan hiçlik formu ön plana çıkıyor. Tersinden de öyle: Varlık ben olmayla anlam kazandığı için, aklın ben olmayı bastırması halinde bu değilleme hiçe açılıyor. Yani akılsallığı, zihni, anlakı ve benzeri algılama formlarını ben olmadan çözünce geriye koskoca hiç kalıyor.


ÇÖL DÜŞÜNCELERİ 2

Genel anlatılar hep tarihe karşıdır dostum. Neden biliyor musun? Şu uzay denilen şeyin sonu olmayacağı iyice anlaşıldı. Zaman olgusunun ise, bir şeyin önü arkası gibi durumları açıklamadığı, çok geniş bakıldığında her şeyin aynı anda olduğu, başlama ve bitme gibi olayın söz konusu olmadığı iyice ortaya çıktı. Bu yüzden felsefi söylemler, geneli açıklamadan vazgeçip, çok özele indirgenmeye yöneldi. Varlığın anlamı nedir? Bu yaşam neden vardır? Tanrı var mıdır, Yok mudur? Biz kimiz? Ben neyim? gibi sorgulamalar, yerini yaşanan hayatın algılanırken açıklanabilen partiküllerine bıraktı: Sanat nedir? Babayla kavganın ana nedeni nedir? Aşk mı önemli, yoksa sevişme mi? Toplumlar neden hapishane yapımına, vergilerden ödenek ayırırlar? O'nun Şiiri'nde hedonist düşüncenin negatif topografisi örgünleşirken, Öbürü'nün yapılanımında neden dize göremediğimiz, absürt tamlamalarında salt verili olan ahlak değerlerine karşı çıkmakla kalmıyor, aynı zamanda birey olmanın, yabancılaşmak demek değildir ilkesini protesto ediyor, gibi açılımlar yapılan düzlemlere eğiliniyor. Ama bitmedi biz tüm olanı, holistizmi araştırmaya devam edeceğiz, uzayın içinde olanı bizim içimize çekmeye çalışacağız, Eflatun da, Gazali de, Thales de, Bistami de, Thomas da, Cafer de, Decardes da, Mercimek de, Kant da böyle geldi, tabi ara sorunlarımız hep yaşamın kendisini uzayın öbür yanından daha fazla gör alanına çekiyor, meşgalemiz bizim yaşamın detaylarında, ancak orada insanın psikolojini pek silemiyoruz, mantık ayrımlarımızın içine benlikle beraber psikolojinin ruhu sızıyor, kendimizi sevmemiz de iyice damarlanınca kime neyi anlatacağımız zorlanıyor, geriye anlatan, anlamayan anlayan, anlamayan anlatandan, anlayandan anlatana geri gelenden çıkarabildiğimiz malzeme kalıyor, bu malzeme ne kadar daha yeterli gelecek, ilerde neler getirecek anlamaya çalışıyoruz.


ÇÖL DÜŞÜNCELERİ 3


Yaşamda gerçekten var olanın mantığı, gerçekten mantık yoluyla bulunabilir olandır. Betimsel anlamda olanın değil de olması gerekenin mantığının ise aslında hiçbir mantıksal çıkarımı yoktur. Ama pratik insan bu olmaza olabilenin, yani varolanın mantığından daha sık başvurur; beklenti ve korkularından dolayı yapar bunu, ancak sonucu fataldır, yani kaderciliğe inanmış olmanın abest yanılgısı, işte hiçin veya hiçliğin mantığı olmadığı gibi, hesap edilmesi de varolma için zorunlu sanılan olması gerekenlerin mantık çıkarımlarının kısa tarihinde kendini bulur; hep normatif çıkarımlar yapma peşinde olan pratik zihin, kendisini taşıyan biyo-mekanizmanın isteğine boyun eğerek, mutlak yanlışlıkları hesaplarken hiçin ve yokluğun tarifini yapar ve bunu tanrısı dahil hiç kimseye göstermediğini düşünür, olmayacak olanın gizli tarihidir bu. Kısaca, insanın mantık çıkarımı olmayan normatif dürtülerinin en ucunda hiçlik vardır. Rastlantı bile olsa hiçe giden yolda gerçeklerin buluşması indikatif bir zorunluluktur. 'Şu bu, bu şu, böyle olmalı' insanın en çok kullandığı normatif imperatifliğinin, üst anlamının oluşabilmesi için, yani oluşan yaşam mantığını anlamak için hiçin ve yokluğun olaya dahil edilmesi gerekir, çünkü hiç, hiç olması ve düşünülmesi için kendinden önce bir şeyi gerektirmez, (Doğu mistizminin zengin olması bundandır örneğin, kognitif içerikleri kabul etmez, yani rasyonel öncelikleri kendine baz almaz, hiçe ve tanrısal metafiziğe daha yakın durur bu nedenle) varlık gerekenlerinin tümünü yeni gerekenlere hacet duyulmayacak şekilde kapsar, veya kapsaması için zihinsel çıkarım yapılır, pratik ortamda olması gereken beklenirliklerde de dayanak alınacak zorunsallıklar es geçilir, akıl alanına girmeleri rahatsız ettiğinden istenmezler, ''Güzel hava raporları arzusu ağır bastı'', Kısaca arzu edilenin üzerine mantık yürütmenin mantığı yoktur, çünkü ölüm dışında bütün her şey indikatif temellere dahildir, ölüm sınırda olduğu için, dedüktif çıkarıma tek cevap veren bilinç yaşamıdır, o yüzden aklın her tarifinde ölümün mantığı vardır, Bütün insanlar, ölümlüdür, betim yaptık, sonu doğrudur, bütün insanlar ölmelidir, istek talep ettik, etik sınırlar çıktı, indikatif olasılıklar belirdi, ölümü istemek, varlığı kapsayan onun metaformunda olan hiç/yokluk içerisinde mutlak bir mantık olasılığı çıkardı; Bütün insanlar ölümlüdür ... doğru; Bütün insanlar ölmelidir ... yanlış/doğru ... bütün insanlar öyle ya da böyle ölecektir, ölmeleri istenmese de ölecektir ... B.İ ölümlüdür, D ... B.İ ölmelidir, Y ... B.İ ölecektir, D bunların ortak bileşkesi hiçi ve yokluğu doğuruyorsa hiçin etik çıkarımlarındaki ikircimleri elimine etmesi, ve hiçin olması istenenin mantıksızlığını da nötrleştiriyor. İşte insan, fala, yıldıza kendisi ve annesine paranın parasına böyle inanarak anlamını tanrısına götürüyor. Anlamın anlamı, hiçin hiçinden spontane normatif mantık doğrulukları ezberlettirirken, tüm anlamların meta formunu gösterebiliyordu. Aklın üçüncü bir yolu yoktu ...


Ali MERCİMEK

 
Toplam blog
: 29
: 500
Kayıt tarihi
: 17.08.08
 
 

İstanbul ve Münster Üniversiteleri basın yayın mezunuyum. Gazeteci olarak çalışıyorum. İlgi alanl..