Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Eylül '21

 
Kategori
Öykü
 

Çöpten Çıkan Bilge

Birkaç parça ekmek ve buruşmuş iki elma buldu poşetin içinde. Tüm gün çöplüğü didik didik aramasına rağmen hiçbir şey bulamamıştı, oturdu ekmekleri ve elmaları yemeye başladı. Ne de güzel geldi o an, sabahın köründe kahvaltı namına yediği bir poğaçayı saymazsa ilk öğünü denebilirdi. Fer geldi gözlerine, keşke su da olsaydı yanında, keyfine diyecek olmazdı o zaman. Lokmalar boğazından geçtikçe rahatladı hem açlığın hem sıcağın boğucu etkisini üzerinden attı. Güneş batmak üzereydi, “Bugünlük bu kadar yeter.” deyip gideceği sırada son çöp kamyonu geldi ve çöpleri boşalttı. Belki işe yarar bir şeyler bulurum umuduyla baktıktan sonra gitmeye karar verdi. Zaten bekleyeni yoktu, gecikse ne olacaktı? Elindeki çubukla eşelemeye başladı, gözüne kale alınacak hiçbir şey ilişmedi, yiyecek yoktu. Yine de ağzı kapalı olan poşetleri açtı, karıştırdı. Birinde defter ve sayfalar dolusu evrak vardı. Defter kullanılmamışsa satar bir ekmek alırım diye düşündü ama hevesi kursağında kaldı. Açar açmaz Serbest Muhasebeci Burak Bora Yüksel yazısıyla karşılaştı, uzun süre baktı kaldı. Sonra defteri kenara bırakıp diğer evrakları incelemeye başladı, hepsine baktı, kimilerini incelerken kaşları çatıldı.

Güneş hepten yerini karanlığa bırakmak üzereyken defteri ve evrakları alıp yola koyuldu. Yarım saat yürüdükten sonra otobüs durağına geldi, çöplük en yakın mahalleye yarım saat uzaklıktaydı üstelik hızlı yürümeyle. On beş dakikanın ardından otobüs geldi ve bindi. Tüm şoförleri tanıdığı için, onlar da bu garibanın parasız olduğunu, çöpten geçinmeye çalıştığını bildiklerinden gideceği yere kadar götürüyorlardı. Şehir merkezine yakın bir durakta şoför durup kapıyı açtı ve indirdi her zamanki gibi. Yapımına anlaşmazlık yüzünden uzun süre önce ara verilmiş bir inşaatta kalıyordu ve oraya doğru yol aldı. Fazla geçmeden yattığı yere vardı, aküden uyarlama lambasını yaktı. Deftere ve evraklara döndü yine, saatlere inceledi. Uykusu gelene dek elinden bırakmadı, çöpten bulup her akşam gözleri yorulana kadar okuduğu kitaplara dönüp bakmadı bile, incelemesini nihayete erdirip uykuya geçti.

Neden muhasebe defterini ve evraklarını yanına aldı?

Neydi bu kadar ilgisini çeken?

Güneşin doğuşuyla beraber gözlerini açtı, bir müddet yattığı yerde oturdu sonra bidondaki suyla yüzünü yıkadı ve duvarda asılı duran yarım ekmeğini bir bardak suyla beraber yemeye başladı. Bugün çöplüğe gitmeyecekti. Kendini dışarı attı defter ve evraklarla, yine hava çok sıcak olacak diye düşündü, parka gitti, sanki zamanın geçmesini bekliyordu.

Neden çöplükte bulduklarını yanına alıp dışarı çıkmıştı?

Dalgın hâlde bankta oturuyordu, gözlerini tam karşıya dikti ve yoldan geçenleri öylesine izlemeye başladı. Saati yoktu ama zamanı tahmin ediyordu, dükkân kepenkleri henüz açılmaya başladı ve daha vakit var dedi.

Dokuz gibi yerinden kalktı ve parkın dışına doğru yürümeye başladı, biraz çarşı içinde dolaştıktan sonra muhasebeciye gitti, kapısını çaldı. Üstü başı perişan olduğu için içeri girmeyecekti, kapıdan konuşup geri dönecekti. Birkaç saniye sonra kapıyı genç bir çalışan açtı ve karşısında dilenci gibi duran adama irkilerek baktı. Aklından galiba para isteyecek düşüncesi geçti, eğer öyleyse kapıyı hemen kapatacaktı.

-Buyur, dedi.

-Burak Bora Yüksel’i görebilir miyim?

Muhasebeci genç şaşırdı, bunu beklemiyordu, dilenci gibi birinin patronuyla ne işi olabilirdi?

-Niye onu sordun?

Para isteyecek olsa kendinden istemesi gerekirdi, iş görüşmesi için olsa kılığı kıyafeti uygun değil, iş isteyen birine benzemiyor, hiç dükkân veya işyeri sahibi gibi durmuyor, dedi içinden.

-Bir defter ve bazı evraklar buldum onları teslim etmeye geldim.

-Bana ver, ben alırım, ona veririm.

-Hayır! dedi şaşkın ve meraklı yüzüne aldırmadan. Mutlaka onu görmem lâzım önemli bir şey söylemem gerekiyor.

-Peki, burada bekle, dedi ve içeri yöneldi muhasebeci genç.

Bir dakika sonra Burak Bora Yüksel kapıda belirdi ve o da bir dilenci gözüyle baktı karşısında perişan vaziyette durana.

-Söyle bakalım önemli olan ne?

Hiç gocunmadı patron ve çalışanının tavırlarına, zaten bir çırpıda söyleyip gidecekti, hangi gözle baktıkları umurunda değildi.

-Ben Serhan, önce kendimi tanıtayım. Bu defter ve defterde yazılanlarla uyumlu bu evrakları şehir çöplüğünde buldum.

-Eee? Önemli olan bu mu? İşe yaramayan şeyler çöpe atılır.

Muhasebeci azarlar gibi konuşuyor ve konuşmanın devamını duymak istemez gibi hareket ediyordu. Onun da aklında bu işin sonunda para isteyecek düşüncesi hâkimdi.

-Benden rahatsız olduğunuzun farkındayım, sizden bir şey istemeye gelmedim, yapılan yanlış veya hata siz ne dersiniz bilmiyorum, onu söyleyip gideceğim.

-Nasıl yani?

-Geçen yılın defteri, bir müşterinize ait, ciddi zarara uğramış, bazı rakamlar değiştirilmiş, bakın bura, bura ve bura. Evraklara da yansımış, tamamını inceledim, maalesef bazı kötü şeyler dönmüş bilerek veya bilmeyerek, bunu söylemek için geldim. Dinlediğiniz için sağ olun, bunlar benim işime yaramaz alın lütfen, artık gitmem gerek, hoşça kalın!

Serhan alelacele defteri ve evrakları muhasebecinin eline tutuşturup cevap dahi duymadan uzaklaştı oradan. 

Muhasebeci bir an durakladı hatta şaşırdı, nereden çıkmıştı bu Serhan denen kişi?

Söylediklerinde haklı mıydı?

Onun iş yerinde gerçekten böyle şeyler olabilir miydi?

Kafasında onlarca soruyla odasına geçti ve incelemeye başladı. Saatlerce kafasını kaldırmadan her satırını inceledi, onlarca hesap yaptı, kendi kayıtlarıyla karşılaştırdı. Gittikçe yüzü asılmaya başladı, Serhan haklıydı, başından aşağı kaynar sular döküldü, hızını alamadı diğer yılların da incelemesini yaptı, tam yedi yıl boyunca kaydını tuttuğu kırk iki iş yerinin hesaplarında usulsüzlük fark etti, yerin dibine battığını sandı. Öfkeden deliye döndü, sanayi ve çarşı içinde tam yüz yetmiş iş yerinin kaydını tutuyordu ve kırk ikisinde usulsüz kayıt yapılmış, sahte evrak düzenlenmişti. Serhan’ın fark ettiği kırk iki iş yerinden sadece biriydi.

Üç çalışanıyla beraber bir haftanın sonunda on yılın hesabını çıkarmışlardı. Bir şeyi net gördü; usulsüzlük yapılan iş yerlerinin hesabını Tufan adındaki deneyimli çalışanı yapmıştı ve geçen yıl ailevi sebeplerden ötürü şehir değiştireceğim diyerek işten ayrılmıştı. Bunu nasıl yapabilirdi? Tam yedi yıl yanında çalışmıştı hem de çok çalışkan, çok dürüst biriydi. İşini hiç aksatmaz, üzerine düşen görevi tam yapardı. Bu yüzden imza için getirdiği bütün evrakları gözü kapalı imzalardı, ona çok güveniyordu ve çok iyi bir muhasebeci olacağını düşünüyordu. İşi bırakıp gidişine çok üzülmüştü, sanki onun gidişiyle bütün işleri çıkmaza sürüklenmiş, boşluğa düşmüştü. Tufan yükünü hafifletmiş, ona kolaylık sağlamıştı. Gidişi tekrardan omuzlarına eski yüklerin yüklenmesini sağlamıştı.

Yanılmıştı, Serhan’ın söyledikleri onun hakkında düşündüklerini tam tersine çevirdi, dokunsalar ağlayacak durumdaydı. Güvendiği, gerektiğinde iş yerini teslim ettiği Tufan arkasından neler çevirmişti. Demek ki işe girdiği andan itibaren yolsuzluğunu başlatmış, dedi. Nasıl bu kadar saf olabilirim? Neden böyle bir tezgâha geldim? Neden getirdiği her evrakı hiç bakmadan imzaladım? Ben şimdi iş verenlere ne diyeceğim, haklarını nasıl ödeyeceğim?

Bir araba dayak yese bu kadar kötü olmazdı. Yerinden kalkamadı, dünya balyoz olmuş kafasına kafasına vuruyordu. Bir saat kımıldamadan durdu, içindeki fırtına biraz dinince elini yüzünü yıkamaya tuvalete gitti.

Su iyi geldi, sağlıklı düşünecek kadar sakinleşti. O an Serhan’ı hatırladı, bir teşekkür bile etmedim çocuğa, çok pişmanım önyargılı davrandığım için dedi aynadaki yüzüne bakarak. Onu bulmalıyım.

Hızla iş yerinden çıkıp arabasına atladı, şehir çöplüğü dediğini çok iyi hatırlıyordu, doğruca oraya vardı. Öğleden sonranın sıcağı tepeleri delecek gibiydi, geniş çöplüğe şöyle bir baktı ama yakınlarında kimseyi göremedi. Çöplüğün çeşitli yerlerinde insanlar vardı ama uzakta ve dağınık hâldeydiler. Bulmadan gitmeyeceğim, diye söylendi. Çöplerin arasında yürümeye başladı, kısa sürede ayakkabıları kirlendi, içlerine çöp girdi, nereye bastığı umurunda değildi, gözleri fıldır fıldır Serhan’ı arıyordu. Hoş ismini bile unutmuştu lâkin onu tanırdı, en azından azıcık yüzünü, boyunu, posunu hatırlıyordu. İlerde birini gördü, kadının teki küçük çocuğuyla torbaya bir şeyler dolduruyordu, çekinerek yaklaştı ve aklında kaldığı şekliyle Serhan’ı sordu.

He abi, biliyom onu, benim gibi hep gelir, akşama kadar burda dolanır gider, kimseyle gonuşmaz, garibin teki. Sabah tey şu tarafta gördüydüm onu, get oraya bak.

Adam teşekkür etti gidiyordu ki çocuğa para vermek geldi aklına, çıkarıp bir ellilik tutuşturdu yavrucağın eline. Çocuk paranın ne olduğunu idrak edecek yaşta değildi fakat elinde sıkıca tuttu, yüzüne bir gülücük yerleştirdi. Kadın adamın para verdiğini görünce hem utandı hem abi biz dilenci değiliz, para ver deyin sana gonuşmadım dedi.

Burak Bora Yüksel: Güzel kardeşim biz öyle aptal ve bencil insanlarız ki gözümüz gördüğü hâlde yardıma muhtaç olanları umursamıyoruz, elimizi uzatmıyoruz. Çocuğa verdiğim kâğıt parçasını da sakın yanlış anlama, içimden geldi. Az bile verdim. Aradığım arkadaşı bulayım tekrar yanınıza geleceğim beni bekleyin olur mu? deyip kadının cevap dahi vermesini beklemeden uzaklaştı. Tarif edilen yerin ötesinde Serhan’ı görünce çocuğun gülümsemesi gibi bir gülümseme yerleşti yüzüne.

Yiğidim!

Serhan ona sesleneni gördü ama tanıyamadı.

Bakma öyle yüzüme ben on gün önce geldiğin muhasebeciyim.

Serhan onun ve yardımcısının yüzüne doğru dürüst bakmadığı için hatırlayamadı.

Bir kusurum mu oldu? diye sordu.

Ben senden özür dilemeye geldim. Seni kapıda öyle karşılayıp küçümsediğim için özür dilemeye geldim. Serhan çok şaşırdı, ağzından tek kelime çıkmadı. Lütfen beni affet! Adını unuttum yiğidim lütfen adını bağışla!

Serhan, diyebildi. Karşısında af dileyen adamın bu tavrı onu çok şaşırttı, ondan hiçbir şekilde bir konuşma veya karşılık beklememişti hatta geride bırakıp aklına getirmemişti. Alışık değildi böyle şeylere.

Senin bana iyiliğine karşı benim seni iğrenç şekilde karşılamamdan dolayı beni affet, dedi tekrardan.

Affedecek bir şey yok, önemli değil, teslim ettim, işim bitti, yanınızdan ayrıldım. Amacım sizden para veya teşekkür beklemek değildi müsterih olun, deyip arkasını döndü ve rast gele yürüdü adamdan uzaklaşmak için.

Dur lütfen gitme, sana borcumu bir yemekle olsun ödemek istiyorum!

Teşekkür ederim, inanın hiç gerek yok.

Bu benim için ödenmesi gereken bir borç, inan yerine getirmeden ben seni bırakmam! Rica ediyorum beni kırma!

İnsanları kırmayı sevmiyordu, tabiatına aykırıydı, mecburen peki dedi. İnsanları tanıdığı kadarıyla bu adam peşini bırakmayacaktı, en fazla şehre bırakır beni, orada daveti için teşekkür eder ayrılırım diye düşündü Serhan. Ona çok önemli bir konuda yardımcı da olsa zerre yük olmak istemiyordu. Yıllardır tek başınaydı ve kimseden yardım almak istememişti.

Adamın yüzü daha bir güzel gülmeye başladı, acayip sevindi, yemek yerlerken hayat hikayesini de öğrenebilirdi. Hem kadınla çocuğu da götürecek, onların da iyilik namına karnını doyuracaktı. Yolları üstünde bekliyordu çocukla kadın adamın neden bekle dediğini öğrenmek için.

Kadın yarım torba teneke kutu toplamıştı, biriktirip satıyordu yani karın tokluğuna yaşıyordu sabiyle. Dilenmek yerine yaz kış evlâdını yanına alıp bir şeyler topluyor, satıp geçinmeye çalışıyordu. Onların yaklaştığını görünce kenara çekildi yol vermek için, adam unuttuysa bekle sözünü hatırlatmayacaktı hem niye bekleyin dedi ki? Yine para mı verecekti? Vallaha almam! Ben dilenci değilim! Ya da benden kötü bişey mi bekliyo ki? Töbe töbe! Kör şeytan! Yönünü öte döndü utancından.

Kardeşim beklediğiniz için teşekkür ederim!

Kardeşim dedi, acep kötü düşünmedi mi ki? Buyur abi! dedi başını kaldırmadan.

Ben bu arkadaşı yemeğe götürüyorum siz de gelir misiniz? Aslanın da karnı acıkmıştır, beklemeyin güneşin altında daha fazla.

Kadın bu teklife şaşırdı, hiç kimse bugüne kadar yemek ısmarlamamıştı onlara. Sağ ol abi, Allah razı olsun, siz gidin yeyin.

Allah’ını seversen gelin, bugün benim bedel ödeme günüm!

Kadın ne bedeli dercesine yüzüne baktı.

Adam niye öyle baktığını anladı ve devam etti: Ben hep kör yaşamışım, bu arkadaş gözlerimi açtı, hep kendime çalışıp kimseyi görmemişim, Allah bunun cezasını da omuzlarıma yükledi. Şimdi onun bedelini karşılamasa bile ödemem lâzım. Siz de gelin. Korkmayın benden, ben şehirde muhasebeciyim, bak bu arkadaşı tanıyorsun buralardan, bana güvenmezsen ona güven!

Sağ ol abi hiç gerek yok, akşam olmadan otobüsle gideriz biz, garnımız da aç değil.

Lütfen kardeşim! Siz de beni kırmayın, bak vallahi sabi acıkmıştır, karnı doysun evinize gidin.

Kadın biricik evladına baktı, kuru ekmeği kemirmekten başka bir şey yapmamıştı, belki iyi yemek yiyebilirdi bugün.

Abi bize bişey yapmazsınız değil mi? Ben çok korkuyom!

O nasıl söz bacım! Sana kötülük eden beni karşısında bulur, sakın korkma, hem şehir yakın biliyorsun, istersen yanına bir sopa veya başka bir şey al kendini güvende hissedeceksen.

Bıçam var zaten!

Hah! Tamam işte! Hadi gidelim öyleyse!

Torbamı da alırım.

Ver bana ben taşıyım, bagaja koyarız.

Onlar önde kadınla çocuk arkada arabaya vardılar. Serhan o ara hiç konuşmadı, kadınla adamın konuşmalarına katılmadı. Yolculuk esnaf lokantasının önünde son buldu, Serhan düşündüğü gibi gitmek istedi ama adam bırakmam dedi tutturdu, bugün benim misafirimsiniz, yemek yemeden bırakmam dedi. İstemeye istemeye Serhan ve kadın kabul etti zaten kadının pek hayır diyecek vaziyeti yoktu, en azından sabisinin karnı adam akıllı bir yemek görecekti uzun zamandır.

İçeri girdiler ve Burak Bora hep beraber yemek yiyecekleri geniş bir masayı gösterdi. Serhan sessizce oturdu, kadın oturmadı: Abi siz oruya oturun biz şuraya ilişirik, sizi rahatsız etmiyelim, hemen yer çıharıh, deyip gösterilen yerin yanındaki masaya oturdu çocuğunu alıp. Burak Bora bir şey diyemedi olurdan başka. Aslında hep beraber yemek istiyordu hem yer hem konuşuruz diye düşünmüştü ama kadının ezik hâline acıyıp üstüne gitmedi.

Üstat sana zahmet masaları donat, ne varsa getir, dedi lokantacıya.

Olur abi.

Hemen birer tas çorba geldi dumanı üstünde, yanında taze ekmekler. Kadın bir parça ekmeği koparıp çorbaya batırdı ve üfleyip çocuğuna yedirdi. Çocuk doğru dürüst çiğnemeden yuttu, annesinin gözüne baktı. Çok acıktığı her hâlinden belliydi, kadın daha kendi ağzına lokma koymadan ikinciyi üçüncüyü verdi, çocuk kıtlıktan çıkmış gibiydi.

Burak Bora Bey…

İsmimi unutmamışsın!

Hafızam iyi sayılır. Bana sorularınız var sanırım, siz sormadan cevaplayım, fazla vaktinizi almayım.

Sorularım ve merakımın olduğu doğru ama vaktimi istediğin kadar alabilirsin.

Teşekkür ederim.

Hem yiyorlar hem konuşuyorlardı, kadın da ister istemez dinliyordu.

Konuşmalarım neden bu kadar düzgün, vaziyetim neden böyle, çöplük ve size getirdiklerim.

Evet!

Çöplükle çöplük olmuş bir insan nasıl muhasebe hesaplarını bilir ve gider muhasebeciyi uyarır?

Sana çöplük demem ama muhasebe bilgilerini öğrenmek istiyorum.

Benim şu hayatta kimsem yok.

Kadının lokma ağzında büyüdü Serhan kimsem yok deyince. Onun da kimsesi yoktu çocuğundan başka. Daha bir keskin dinlemeye başladı.

Ana baba bilmem, bebekken öksüz ve yetim kalmışım.

Kadının gözleri dolmaya başladı.

Akrabaların yanında ite kaka büyüdüm. İnanın insan olduğumu hiç anlamadım. Fazla dayak yemedim ama dayaktan beter sözler duydum. Çocukları bayramı bayram, günü gün ederken bana ne bayram düştü ne de gün. Uzatmayım, sıkılan bir başkasının yanına sığıntı olmam için gönderdi.

Kadının dolan gözleri damla damla yaşları düşürdü. Sığıntı olmanın ne demek olduğunu iyi biliyordu.

Açım diyemedim, canım yanıyor diyemedim, ağzımı hiç açamadım. Tek kurtarıcım okuldu, sefil hâldeydim lâkin okul tek zenginliğimdi. Dersle yatıp dersle kalktım ki şu perişan hâlim aklıma gelmesin. Seneler geçti liseye başladım, eh biraz da bedenen büyünce kahvehâne, bakkal, sanayi nerede iş bulduysam çalışıp okul paramı çıkarttım, evlerinde kalmaktan başka yük olmadım, paramın çoğunu da onlara verdim ki beni fazla hor görmesinler. Öyle böyle üniversiteyi kazandım, işletme bölümünü. İyi hazırlanamadığım için ancak bu bölümü kazanabildim. Eğer bir yıl düzenli çalışmış olsaydım daha iyilerini mutlaka kazanırdım fakat küçük düşürülmeye dayanamadığım için gittim işletmeyi okudum. Başka şehir, başka hayat öyle tatlı geldi ki anlatamam. Sanki kuş gibi hafifledim, kimse bana sığıntı olduğumu hatırlatmıyor, kızgın suratla bakmıyor, kötü söz söylemiyor. Tek eksiğim parasızlıktı. Okuduğum sürece kimse de ne aradı ne sordu, onlar da yükten kurtulmuş eşek gibi kurtulmuşlardı benden. İnsaniyet namına çok kere aradım ama soğuk davranıp kısa kestiler sonra arayamadım, içime attım. Lisede olduğu gibi yarı zamanlı işlerde çalıştım harçlığımı çıkarttım. Öyle böyle üniversiteyi teklemeden bitirip bir arkadaşımın yardımıyla büyük bir muhasebe bürosunda işe girdim. Ne yazık ki bu defa askerlik peşime takıldı. Mecburi işten ayrılıp askere gittim. Arkadaşlarımın ve komutanlarımın maddi manevi yardımıyla askerliği bitirdim ve eski işime döndüm. Sağ olsunlar çalışmamı bildikleri için bana kapıyı kapatmadılar. Gel zaman git zaman aynı dönem mezun çalışanlardan bir kıza gönlümü kaptırdım. Bu arada iki yıl geçti aradan ve biraz kendimi toparlayabildim. Pansiyonda kalıyordum, maaşım ev tutmaya yetmiyordu, biliyorsunuz muhasebeciler çalışanlarına ilk başlarda cüzi miktar maaş verirler. Kazancımla ancak geçiniyordum ama iki yılda bütün muhasebe bilgilerini tam manasıyla öğrendim. Kimseye muhtaç olmamak adına her şeyi bilmek zorundaydım, eğer işten çıkarılırsam yeni başvurularda kendimi kabul ettirebileyim ya da çıkarılmasam bile maaşıma yeterli zammı alabileyim.

Hem de kıza gönlümü kaptırınca param ve bilgim olmadan ona açılamazdım. Öyle sıkı tuttum işi. Günler günleri, aylar ayları kovaladı, aramızda muhasebe işleri harici konuşmalar başladı, sevinçten uçuyordum. Bir gün cesaretimi toplayıp duygularımı söyledim. Meğer onun da ben de azıcık gönlü varmış ama kapalı kutu olduğum ve pek kendimden bahsetmediğim için muhabbete yanaşamıyormuş.

Biz vakit geçtikçe birbirimize iyice ısındık. Ben resmen körkütük âşık oldum. Onsuz bir saniyem bile geçmiyordu, o ise henüz ailesine söylememişti, niyetimiz çok ciddi idi. Usulen kendi aramızda sözlendik, bu arada kesinlikle ne iş yerinde ne başka yerde bizim birlikte olduğumuzu bilen yoktu. Ben çocukluğumdan gelen ezilmişliğin verdiği korkuyla hiçbir duygumu kimselere belli edemiyordum. Hep dışarıda kuytu köşede oturup muhabbet ediyorduk. Hayatımın en güzel günleriydi. Onunla tanışmadan önce meğerse ben yaşamıyormuşum, beni hayata döndürdü. Maalesef tattığım tek mutluluk da çok sürmeden söndü. Uğruna ölümü göze aldığım kız, annemden babamdan sonra beni seven tek kişi trafik kazasında vefat etti. İşe gelirken sarhoş bir sürücü, benim canımı benden aldı, toprağa koydu. Kara haber tez yayılır, ben işe erken giderdim, kimseler olmazdı vardığımda, onun gelmesini beklerdim. Kapıdan içeri girince dünyama güneş doğardı. Meğerse o gün güneşim hepten batmış da bilmiyormuşum. İş yerine yakın bir yerde olmuş kaza, araba çarpınca çantasındaki eşyalar yola saçılmış, esnaf hemen koşunca iş yerinin kartını görmüş biri, polis, ambulans vs. derken olay sonrası haber vermeye geldi. Benden başka kimse yoktu, kapı deli gibi vurulunca koşup açtım. Adam bir çırpıda benim canımın adını söyleyip araba çarptı, durumu çok kötü, ölmüş olabilir deyip gitti. O ölmedi ben öldüm. Hemen kaza yerine gittim ama onu göremedim, apar topar götürmüşlerdi. Evet kaza onu benden ayırmıştı, vallahi ben de onunla beraber öldüm, günlerce kendime gelemedim, ne yaptığımı bilemedim. İşmiş, paraymış, yaşamakmış hepsi uçup gitti. Ardıma bile bakamadan kendimi hep bir yerlerde buldum. Aylarca sokak sokak gezdim, acımın üstüne acı ekledim. Hayatım mahvoldu, geriye dönemedim. Aklımı yitirmek üzereydim ve o şehirde kalamazdım, aç sefil yollara düştüm, günlerce yürüyüp buraya geldim. Benim hayatım sokaklar, çöplük oldu…

Kadın sırtını onlara dönüp yağmur gibi akan gözyaşlarını sakladı. Onun da canı, ciğeri, hayatı, yoldaşı birkaç yıl önce ölmüştü. İnşaatlarda çalışırken ciğerlerini üşütüp zatürre olmuştu ve zayıf bedeni hastalığı kaldıramamıştı.

Vay gardeşim benim, ne çok bana benziyorsun, dedi kendi kendine. Hem dinliyor hem ağlıyor hem de çocuğunun karnını doyuruyordu.

Burak Bora Yüksel de kendini bırakmış Serhan’ı dinliyordu. Kadından hiç farkı yoktu, gözleri saklı değil açıktan ağlıyordu. Serhan zaten anlatmaya başlayınca o anları tekrardan yaşamış, ince ince süzülmüştü gözyaşları.

Üzdün beni güzel insan, ne diyeceğimi bilemiyorum. Acın çok büyük.

Burada kaldım başka yere gidemedim. Çöplük neyse benim de içim öyle oldu ne ayaklarım ne aklım başka yere taşıdı beni.

Benim de gardeşim, benim de hayatım aha o çöplük gibi oldu da gidemedim heçbir yere, dedi kadın içinden.

Gerisi bildiğiniz gibi işte, benim hayatım ve sizin bilmek istedikleriniz de bu kadar. Bana müsaade, daha fazla alıkoymayım sizi. Yemek için teşekkür ederim.

Yoo! diye ayağa kalktı Burak Bora Yüksel. Yoo, bırakmam seni, yemeğin öylece duruyor, benim sözüm yerine gelmedi, önce yemeğini yiyeceksin sonrasını konuşacağız.

Benim yiyecek hâlim mi var ki?

Kabul etmiyorum, yiyeceksin, o tabaklar bitecek! Ne olursa olsun insan yemek zorunda, aç durulmaz!

Serhan bir an önce kurtulup yalnızlığına çekilmek istiyordu ama adam müsaade etmiyordu. Tek yolu yemeğini yiyip gitmekti. Hızla tabaklarını bitirdi ve konuşturmadan ayağa kalktı, artık onu durduramazdı.

Tekrar teşekkür ederim dedi ve uzaklaştı. Tam kapıya yaklaştığı sırada:

Benimle çalışır mısın? dedi Burak Bora Yüksel. Mıh gibi saplandı kaldı yerinde. Çalışmak, hangi bendenle, hangi akılla?

Benimle çalışır mısın? Bak en güvendiğim adam bir hırsız çıktı, onca işini yaptığım kişinin bana hakkı geçti bir serseri yüzünden, bu durumu düzeltmemde bana yardımcı olur musun?

Nasıl olacaktı ki? Yaşayan bir ölünün kime ne faydası olabilirdi ki?

Geriye döndü ve:

Benim hayatım bir çöplük, karnımı bulabilirsem doyurduğum yer çöplük, yaşadığım yer virane, aklım, gönlüm mezarlık. Size bu hâldeyken nasıl yardımcı olabilirim?

Artık çöpten çıkma zamanı gelmedi mi? Hem hazineye mâlik viraneler var ve sen onlardan birisin. Neden daha fazla orada kalasın?   

Hazineye mâlik virane, çöpten çıkma zamanı… Çıkabilir miydi sahi? Yeniden aklını başına toplayıp çalışabilir miydi?

Kadın da tabaklarını bitirip çocuğunu kucağına aldı. Adam ona da bitireceksin diyebilirdi. Boğazından lokmalar zor geçse de tabaklarda yemek bırakmadı. Sessizce duruyor konuşulanları can kulağıyla dinliyordu, diğer taraftan da gözlerini sildi.

Lokanta tayfası gelen gidenle ilgilendikleri için pek oralı olmadılar, biten tabakları almaya geldiler sadece.

Benimle çalışır mısın? Sana şu saatten sonra çok ihtiyacım var! diye konuşmasını sürdürdü adam. Güzel kardeşim ne geçmişi düzeltebiliriz ne de kaybettiklerimizi geri getirebiliriz, madem yaşamaya devam ediyoruz, önümüze bakmamız lâzım! Bazı şeylere saplanır kalırsak bataklığımızdan çıkamayız.

Belki de çöplükten çıkma zamanıydı. Sevdiği geldi gözünün önüne, o bu hâlde yaşamasını ister miydi? Kararsız kaldı, ne diyeceğini bilemedi. Onca zamandan sonra yapabilir miydi? Peki yeniden çalışmaya başlamak onu kendine getirir miydi?

Senin için zor olduğunu biliyorum ama bunu yapmalısın! Yeniden hayata dönüp çalışmalısın ve benim yanımda çalışmalısın! Gel kardeşim bir kez daha kırma beni! Ayrıca bu kardeşime ve çocuğuna yardım etmek istemez misin?

Kadının gözleri kocaman oldu. Yardım etmek mi?

Abi sağ ol, garnımızı doyurdun daha ne yardımı yapacan? Biz gidek artık, bak yememizi yedik, senin de işin vardır.

Bacım bir de sen etme! Azıcık daha oturun, Allah benim belâmı vermiş ki hırsızla sınamış kimseye yardım etmediğim için. Dedim ya bugün benim bedel ödeme günüm. Ben size yardım etmezsem bu sefer daha kötü olurum. Siz çıktınız karşıma şükür ki! Benden bu iyiliği esirgemeyin! Serhan’a dönüp, Serhan kardeşim, bak artık bir kardeşimiz ve yeğenimiz var, gel beraber hayatlarına dokunalım. Bacım sana hiç sormadım nesin, necisin, kimin kimsen var mı diye?

Abi çocuğumdan başka kimsem yok, kocam öldü, ben de onun gibi çöpten ne bulursam geçinmiye çalışıyom. Bugunümüze şükür, Allah beterinden gorusun geçinip gidiyoh. Gerçekten bize yardım etmenize gerek yoh, siz gendi işinize bakın, biz gidek.

Bak gördün mü Serhan kardeşim! Şu yavrucağı tekrardan o çöplüğe göndermek ister misin?

İstemem! Ne bu çocuğu ne de başkasını! Kimsenin canı yanmasın, kimse ezilmesin benim gibi!

Serhan hıçkırarak ağlamaya başladı. Kapıya gittiği andan sonra koca lokantada bulunanlar ve çalışanlar gözlerini onlara dikmiş ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.

Peki! Kabul ediyorum, bu çocuk için, bu kardeşimiz için kabul ediyorum.

Hay sen çok yaşa! İşte bu! Çok sevindim beni kırmadığın için. Şimdi kardeşimizi evine bırakalım, ne yapacağımıza karar verelim. 

Adam hesabı ödedi ve lokantadan çıktılar.

Bir cana dokunmanız, iyi insanlarla karşılaşmanız ve iyi olmanız dileklerimle.

HARUN ATALAY

12.09.2021 Pazar

12.41

 
Toplam blog
: 51
: 275
Kayıt tarihi
: 15.02.11
 
 

"OKUMAK VE YAZMAK DÜNYANIN EN GÜZEL DAVRANIŞLARINDAN BİRİDİR" Bu düşünce çerçevesinde hareket etm..