Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Ocak '12

 
Kategori
Öykü
 

Coşkun Irmak-11 (son bölüm)

Coşkun Irmak-11 (son bölüm)
 

Coşkun Irmak denize kavuşuyor, yani artık vuslat zamanı...


Coşkun, geçen her dakikanın onu istenmediği bu sona doğru biraz daha yaklaştırdığını biliyordu. Bunu engellemek için çareler düşünüyorsa da bir çözüm yolu bulamıyordu. Galiba kabullenmekten başka bir çaresi yoktu! Irmak’ın varlığını düşünerek, onunla geçirdiği mutlu anları hatırlayarak teselli bulmaya çalışıyordu. Fakat birden bu mutlu anlar kayboluyor ve tekrar zihnini Irmak’ın olmadığı acımasız bir hayat görüntüsü kaplıyordu. Hazdan eleme, elemden hazdan geçiş yapıp duruyordu.
 
Yarın Irmak’la buluşacaklardı ve büyük bir ihtimalle her şey o zaman belli olacaktı. İçindeki sıkıntıyı atmak için biraz dolaşmaya karar verdi. Dışarıda yağmurun yağdığını gördüğü halde şemsiye almadan evden çıktı. Islanmak istiyordu. Islanırsa belki biraz kendisine gelirdi.
 
Kaldırımda yürürken farkında olmadan buradan ayrıldı ve yandaki boş araziye doğru yöneldi. Arazinin bir kısmı çimenle kaplıydı, çoğu yer ise çamurdu. Çimenli tarafı değil de çamur olan tarafı tercih etmişti. Ayakkabılarının üstü ve altı çamur kaplandı. Öyle ki ayakkabılarının giderek ağırlaştığını hissetmeye başlamıştı. Bu nedenle bir müddet, çimenlerin üzerine ayaklarını sürterek, ayakkabılarını temizlemeye çalıştı. Beş dakikalık bir uğraştan sonra, ayakkabılarındaki çamuru biraz azaltabilmişti.
 
Pantolonunun paçaları da çamur içindeydi. Sular her tarafından süzülüyordu. Onun bu halini görenler mutlaka aklından zoru var diye düşünürlerdi.
 
Hava soğuk değildi, ancak o kadar çok ıslanmıştı ki üşümeye de başlamıştı. Tekrar eve dönmeye karar verdi. Giderken fırından ekmek ve manavdan domates aldı.
 
Evde ıslak giysilerini çıkardı, havlu ile bütün vücudunu kuruladı. Yemeğini hazırlayıp yedi ve erkenden yatıp uyudu.
 
Ertesi gün, öğlene kadar yataktan çıkmadı. Irmak’la akşamüstü Börekçide buluşacaklardı. Buluşma saatine kadar televizyon izledi; ama gözü ekrana bakarken aklı hep o günkü buluşmadaydı. Kendince Irmak’ın ileri sürebileceği görüşlere karşı birtakım savunmalar hazırlıyordu. Hoş, Irmak’ın ne diyeceğini bilmiyordu, ama gene de hazırlıklı olmak istiyordu.
 
Irmak geldiğinde hemen asıl konuya girmedi. Yarım saat kadar şundan bundan bahsetti. Coşkun meraktan çatlamak üzere olmasına rağmen, gene de asıl konu ile ilgili hiçbir şey sormuyor, sadece onu dinlemekle yetiniyordu.
 
Irmak, kurnazca bir gülücük attıktan sonra sordu:
 
     -Sana yapacağım sürprizin ya da teklifin ne olduğunu merak etmiyor musun?
 
      -Etmez miyim?
 
     -Öyleyse neden sormuyorsun?
 
     -Senin anlatmanı bekliyorum.
 
     -Sana her yönden birlikte olacağımız on günlük bir tatil teklif ediyorum. Ancak bir şartım var.
 
     -Şartın nedir?
 
     -Bu süre bizim birlikteliğimizin de son on günü olacak. Daha sonra, iki olgun ve doyuma ulaşmış insan olarak ilişkimizi noktalayacağız. Beni aramayacaksın, bulmaya çalışmayacaksın. Hatta birlikte bulunduğumuz yerlere de gitmeyeceksin. Ne dersin?
 
     -Seçimini yap diyorsun, ama bana tek bir seçenek sunuyorsun.
 
     -Bilmem. Öyle mi?
 
     -Neden böyle bir sona gerek olduğunu öğrenmek istiyorum.
 
     -Bak Coşkun, anlamaya çalışmalısın. Bu coşkun ırmak, önüne çıkan bentleri yıktı, dağları aştı ve artık denize kavuşmak istiyor. Yani vuslat zamanı geldi…
 
     -Başka bir yol yok mu?
 
     -Yok. Yaşadıklarımızı ve yaşayacaklarımızı ömrümüzün sonuna kadar tatlı bir anı olarak saklayabilmeyi istemez misin? İkimizin de bu ilişkiden aldığı haz küçümsenecek bir şey değil. Beni çok mutlu ettin, sanırım sen de çok mutlu oldun. Gel, bu güzellikleri saklayıp yaşatabilmek için, bu ilişkimize bir şans verelim. Teklifimi lütfen kabul et. Şu anda her şey bitmiş değil. Önümüzde bizi bekleyen tam on günümüz var.
 
     -Tamam Irmak. Her şey senin dediğin gibi olsun.
 
      -Yarın yola çıkıyoruz. Hazırlığını yap, seni sabahleyin buradan alırım.
 
     ***
Akşam yemeği için bir kır lokantasında mola verdiklerinde yaklaşık iki saatlik yolları kalmıştı. Coşkun adeta sarhoş gibiydi. Buna sebep, yemek yedikleri yerdeki çam kokusu mu yoksa Irmak’ın güzelliği miydi, ya da  ikisi birden miydi? Irmak, etrafına adeta sihirli bir hava yayıyordu. Bu güne kadar gördüklerinden çok daha güzeldi. Neşeliydi. Konuşuyor, gülüyor, Coşkun’u mutlu etmeye çalışıyordu. Coşkun da çok mutluydu. On günün sonunda olacakları unutmuştu bile. Bu anların tadını doyasıya çıkarmaya çalışıyordu.
 
Güney sahillerinde bir sitenin bahçesinden içeri girdiler ve üç katlı bir villanın önünde durup arabadan indiler. Irmak, çantasından çıkardığı anahtarla villanın kapısını açtı…
 
**
On gün sonra…
 
Dönüş yolculuğu da bitmiş ve artık vedalaşma anı gelmişti. Coşkun:
 
     -Sevgili Irmak, karanlığıma bir ışık gibi girdin. Ama bu öyle sıradan değil, büyüleyici bir ışıktı. Çoğu zaman, senin belki de bir melek olduğunu düşünmüşümdür. Belki değil, sen mutlaka, evet mutlaka bir melektin. Seninle geçen her anım mutluluk doluydu. Her şey için ne demeliyim bilemiyorum. Teşekkür mü etmeliyim, minnettar mı olmalıyım? Yoksa başka bir şey mi?
 
     -Bırak bunları Coşkun. Söylemeye kalksam bende de o kadar çok birikmiş güzel düşünce var ki…  Anlatmakla bitmez. O nedenle konuşmayalım ve sadece birbirimize son defa sarılalım.
 
     Dakikalarca birbirlerine sarılı kaldılar. Coşkun’un onu bırakmaya niyeti yoktu, sarılmayı bitiren Irmak oldu ve:
 
     -Senden ricam, git artık! Ama ne olur gitmeye başladıktan sonra, geriye dönüp, bakma. Böylelikle bana çok büyük bir yardımda bulunacağını bilmelisin. Lütfen asla geriye bakma. Dedi.
 
Coşkun istenileni yaptı. Yavaş yavaş yürümeye başladı. Sonra durdu, bir an dönüp bakma konusunda bir kararsızlık yaşadığı belliydi. Ama Irmak’ın sözlerini hatırlayıp yoluna devam etti.
 
Irmak, gözden kayboluncaya kadar Coşkun’un arkasından baktı. “Yardım” derken bu sözcüğü boşuna kullanmamıştı. Çünkü o da kendisinden çok emin değildi. Coşkun döndüğü anda dayanamayıp ona doğru koşabilir, onun kollarına atılabilirdi.  
 
**
Coşkun, eve geldiğinde hiçbir şey düşünecek durumda değildi. Saatlerce başı ellerinin arasında oturdu, durdu. Adeta beyni olmayan bir canlı gibiydi.
 
Evin içindeki bütün odaları dolaştı, mutfağa ve balkona gitti. Bir şey mi arıyordu? Hayır. Belki de kendisini bulmaya çalışıyordu. Kanepenin üzerine uzanıp gözlerini tavan doğru dikti…
 
**
Ertesi gün Hayrettin, ancak kendisine gelebilmiş, hatta vitrindeki Münevver’in fotoğrafına bakmayı bile akıl edebilmişti. Fotoğraf yerinde değildi. Dikkat edince ters yüz kapaklandığını gördü. Demek ki Münevver de kendisini artık istemiyordu. Baksana ondan kaçmak için neler yapıyordu. O böyle yorumladı, ama gerçek farklıydı. Çünkü Irmak’la tatile gidecekleri gün evden çıkmak İçin acele ederken, bir ara ayağı vitrine takılmış ve Münevver’in fotoğrafı da bu nedenle ters dönmüştü. Ama o bunu bilmiyordu.
 
Irmak’la birlikte geçirdiği son günlerin hayali onu iki hafta teselli etmişti. Yaşadıklarını hayal edip avunuyordu. Ancak öyle bir gün geldi ki, hayaller yetmez olmuştu. Irmak’ı bulmak ve yeniden Coşkun olmak istiyordu. Yani Irmak’a verdiği sözü tutamayacaktı.
 
Belki rastlarım umuduyla, Irmak’la gittikleri her yeri dolaştı. Hatta şehirlerarası bir otobüse binip, son günlerini geçirdikleri villaya bile gitti. Villanın boşaltıldığını ve camında bir emlakçının kiralık ilanını görünce, hiç vakit kaybetmeden tekrar otobüse binip geri döndü.
 
Hemen her gün Börekçiye uğruyor, günün birkaç saatini orada geçiriyordu. Irmak’a rastlayamamıştı, ama bir gün börekçide otururken garson elinde bir zarfla ona doğru yaklaştı ve:
 
     -Hayrettin bey, bir bayan bu zarfı size vermemi söyledi. Dedi.
 
     Zarfı aldı ve hemen açtı. İçindeki bir satırlık notu okudu:
 
     “Sevgili Coşkun, sözünde durmadığını görüyorum. Lütfen sana karşı duyduğum güveni sarsma…
 
Irmak”
 
Notu okuyunca yüzü kızardı, başını öne eğdi. Çok utanmıştı. Yerinden kalktı ve bir daha gelmemek üzere börekçiyi terk etti.
 
    ---BİTTİ---
 
Toplam blog
: 1081
: 980
Kayıt tarihi
: 30.07.10
 
 

Uzun yıllar çeşitli sitelerde Oruç Yıldırım adı ile yazı yazdım. Dört tane romanım ve çokca da de..