Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Haziran '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Çotur Ali ve sıcaklar

Çotur Ali ve sıcaklar
 

Çotur Ali, akşamüstüye kadar çalışıp yorulduğu bahçesinden çıkıp, evinin önüne geldiğinde, içinden bir "oh" çekti. Yeterince ışık alamaması nedeniyle yılın her mevsiminde, günün her saatinde loş olan, küçük pencereli odasına girdi.

Hanımı Yadigar, akşam yemegi için hazırlık yapıyordu. Hava sıcak olmasına rağmen oturmak için, ocaklığın bulunduğu duvarın köşesindeki koyun postunu tercih etti.

Ocaklıktaki tencerenin altına sürülmüş odunların çıkardığı alevle karışık dumanın yarısı içeri, yarısı da bacadan dışarı gidiyordu. Odadaki, sisli havaya rağmen, yılların alışkanlığından olacak, hiç bir şikayetleri yoktu. Öksürmüyorlardı ve dumandan gözleri yaşarmıyordu. Onlar köylü idiler ve şehir inceliğinden habersizdiler.

Her daim köşede duran ince sopayı aldı ve Yadigar'ın sırtına dokundurarak söylendi:" Aç şu televizyonu da acansı bi dinleyem" dedi. Kadın hamurlu elini sofra örtüsüne sildi ve parmağıyla aletin düğmesine bastırdı. Loş odanın içini dalgalı bir aydınlık ve buna eşlik eden bir ses doldurdu.

"Kadınların sesleri " pogramında bir kadın konuşuyordu. Bir adamdan hamile kalıp çocuk doğurmuş, ikinci adam çocuğu istemeyince onu, cami bahçesine bırakmak zorunda kalmıştı. Bir süre sonra yaptığına pişman olup, çocuğunu ararken üçüncü adamla tanışmış, bu defa da onunla yaşamaya başlamıştı. Bir gün çamaşır makinasını tamire gelen usta, " bende bundan daha iyisi var" deyince, üçüncüyü bırakıp, dördüncünün peşine takılıp gitmişti.

Sayıyı bir düzineye çıkardığında artık, adam değiştirmenin kendini tatmin etmediğini görmüş, kanala müracaat ederek halka açılmak istemişti. Tabi, bunun bir bahanesi olmalıydı. Bu da onbeş ay, yirmi sekiz günlükken cami bahçesine bıraktığı çocuğu olarak belirlenmişti...

Proğram yapımcısına, "çocuğumu bulun" diye ağlayarak yalvarmaktaydı. Stüdyodakilerin hepsinin gözü yaşlıydı, hepsi de yavrunun bulunmasını istemekteydi.

Kurban derisinin kurutulmasılya kazanılmış postun üzerinde oturan Çotur Ali, bu işe bir türlü akıl erdiremedi. Dördüncü kocadan sonra ipin ucunu kaçırdı. Sonrasını da hiç anlamadı. Nasıl böyle bir şey olurdu? Arada bir ilçeye, hatta bazan vilayete, akraba ziyaretlerine gidip gelmekteydi ama tanıdığı kadınların birer kocası, erkeklerin de birer karısı vardı. Çocukları da hep yanlarındaydı.

"Bu kadar koca nedir yav! " diye düşündü. Çok kocalı karı da, proğramı da Ali'yi sarmadı.

Köşesinde her daim bekleyen sopasını gene Yadigar'a dokundurdu: "Len bırak şunları, değiştir şu ganeli " dedi. Kadın , bu defa parmağını kanal tuşlarından birine bastırarak işlemi tamamladı. Ajans başlamıştı. Bugünün çok sıcak olduğundan, çarşambanın daha da sıcak olacağından bahsediyordu.

Haber eşliğinde de çoğunluğu mayolu kadın, azınlığı mayolu erkek görüntüleri sunuluyordu. Genç ve güzel kadınlar, alımlı incecik kızlar hem oynuyor, hem gülüyor, hem de yüzüyorlardı. Bazıları duş alıyordu. Bir kısmı ise, su akan boruların içinden kayıyordu. Hepsi çok neşeliydiler.

Yüz ifadeleri, sıcaktan bitkin düşmüş insanınkine benzemiyordu. Güneş altında çalışmaktan yorulup, çalı gölgesindeki destiden kana kana su içtikten sonra, " oh, çok şükür" demiş insanın kanmışlığı da hissedilmiyordu. Hiç susamışa, hatta bunalmışa benzemiyorlardı ki, kanmış gözüksünler. Sanki, sıcaktan kaçmış değil de eğlenceye gelmiş gibiydiler. Fakat , arada bir ekranda görünüp, sonra kaybolan acans sunucusu öyle demiyordu. "Sıcaktan bunalan şehirliler, havuzları, sahilleri doldurdular" diyordu.

Çotur Ali baktı baktı; buna da akıl erdiremedi. Kendi kendine: "Zati bu şehir insanına akıl ermez" dedi. Sonra, karısı Yadigar'a döndü: "Ülen garı" dedi: "Eyi ki televizyonda gördüümüz şehirde diiliz. Yoksa şindi ıscaktan yanacakdık. Valla, adamlaa niise de, o gözel garılara acıdım yav! " Kadın tencerenin altındaki odunların közlerini kırdı, daha iyi yanmaları için intizama soktu. Bir yandan da söylendi: "Acaba şehirlee bizim tarla gadaa ıscak mıdır len! "

Çotur Ali, uzattığı ayaklarını kendine doğru çekerek konuştu:" Iscak olmasa sulu yirlere giderlee mi hiç, "

Yadigar:" Ülen biz neye gitmiyoz derelere?"
Çotur Ali:"Gündüz dereye gidersek tarlada kim çalışcak? Hem sona onlaa, fayanslı havızlara giriyolaa."
Yadigar: "Muhtara söleyem de bize de bi havız yapsın"
Çotur Ali:"He he he! Len garı. Burda ööle bi havız olsa, bi ay su daşısak dolduramayız. Derenin suyu bitee, bizim havız dolmaz valla."
Yadigar:" Boş vir adam. Bi şikayetin va mı? Iscaktan bunalıyon mu? Şehirleede yaşayanları Allah esirgesin."
Çotur Ali:" Valla doru sööliyon garı. Biz bu şehirde yaşayamiiz. Eyi ki de burda doomuşuz. Onlara Allah acısın!"

Çotur Ali ve karısı, aynı sıcakların köylerini de etkilediğinin farkına varmadan, üstelik; ocaklığında yanan odun ateşinin daha da ısıttığı odalarında, şehirdeki insanları konuştular. Onların sıcaktan bunalmalarını dert edindiler. O sıkıcı ve sıcak şehirde yaşamadıkları için hallerine şükrettiler. Aynı bunaltıcı hava şartlarına, hatta daha fazlasına maruz olmalarına rağmen. (1)

(1)-Şahmaran Hacamat (Portreler 3) Bölüm 3, Başlık 0, Alt Başlık 00

 
Toplam blog
: 462
: 707
Kayıt tarihi
: 28.04.07
 
 

Emekliyim. Herkes gibi benim de bir dünya görüşüm var. İnsanların farklı fikir ve inançlara sahip..