Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Nisan '08

 
Kategori
Çocuk Psikolojisi
 

Cüce değil onlar; çocuk

İclâl Aydın’ın bugünkü yazısını okudum. Beş yaşındaki kızı Lâl’in, aralarında geçen bir olay neticesinde, nasıl da boyundan büyük teskin edici laflar edebildiğine şaştığını anlatıyordu. Yazısının bir yerinde kızının ‘büyüyüp de küçülmüş hali karşısında’ şimdiki çocukların içine ‘yetişkin’ kaçtığını düşünmeye başladığını okuyunca, türlü şeyler geçti aklımdan. Bunun özellikle son yıllarda hepimizin vardığı genel bir kanı olduğunu düşündüm ilkin. Sonrasında ise çocukların nasıl böyle olduğu sorusu kurcalamaya başladı kafamı.

Şimdiki çocuklar, hadi dolmuştaki teyzemin ağzıyla söyleyeyim ‘zamane çocukları’ hakikaten bir garip. Kafaları -hani şu çok bildik deyimi doğrularcasına- yaşlarının çok çok üstünde çalışıyor mesela. Bundan mütevellit -teşbihte hata olmaz- bir ‘armuttan’ daha önce olgunlaşıp bir yetişkin edasıyla dikiliyorlar karşımıza.

Bu küçük insanların karşısında azarlandığımız da oluyor, onların sözleriyle teselli bulduğumuzda. Bazen onlardan duyduğumuz bir söz bizi kendimize getirmeye yetiyor. Bazen darmadağın ediyor. Bazen şaşkına çeviriyor. Peki, neden oluyor bunlar? “Amaaaan çocuk işte” demeyi unuttuğumuzdan. Çünkü onların 35 yaşındaki cüceler olduğuna hepten inanmışız.

O halde filmi başa saralım…

Bu sevimli, inatçı, uykucu, sakar şirinlerin ‘Cızz’ dolu günlerine gidelim mesela… Hani şu kıracaksın elleme, düşeceksin zıplama, bozacaksın kurcalama, kirleteceksin dökme günleri; yani kısaca her şeyin ‘cızz’ olduğu günler… Hatırladınız sanırım.

Peki, bu sarmadıysa -ceksin; -caksın günlerine gidelim. Terleyeceksin koşma, hasta olacaksın terli terli su içme, bitleneceksin sokak hayvanlarıyla oynama, evi dağıtacaksın arkadaşlarını çağırma, gözünü bozacaksın televizyon izleme, bak babanı kızdıracaksın eve geç kalma, bak anneni kızdıracaksın üstünü kirletme, bak öğretmenini kızdıracaksın arkadaşının saçını çekme, bak… bak…

Filmi biraz daha ilerletelim Bu küçük hanımların/beylerin abla/ağabey olduğu günlere gidelim bu kez de. Belki henüz beş, altı yaşlarındalar. Ama yapılacak bir şey yok. Kardeş “Geliyorum” demiştir bir kere. Çaresiz abla/ağabey olunacak; ol! Tabii bu büyük bir sorumluluk. Artık öyle her şeye ağlanmamalıdır mesela. Anneye yersiz kaprisler yapılmamalı, babadan her şey istenmemelidir. Karanlıktan korkulmamalı, yataklar ıslanmamalıdır artık. Şımarıklık yapma zamanı geçmiştir sizin anlayacağınız. Çünkü onlar abla ve ağabey olmuşlardır. Yukarıdaki kuralların ve daha nicelerinin ihlalinde bu ‘acı gerçek’ her daim onlara hatırlatılmalıdır ta ki iyice belletinceye kadar.

Görüldüğü gibi, onları henüz büyümeden gözümüzde büyüten biziz. O halde neden şaşırıyoruz ki, bu ‘yetişkin’ hallerine…

HER ÇOCUĞUN ÇOCUK OLMAYA HAKKI VAR

Çamurlu suyun içine girince yavaş yavaş çocuğa dönüşen bir robot vardı yakın zamanda izlediğim bir reklam filminde. Görmüşlüğünüz vardır muhtemelen. Bu reklam ‘kirlenmeden öğrenemez, bırakın çocuklarınız kirlenerek öğrensin’ mesajı taşıyordu Çünkü bu bir deterjan reklamıydı. Ama ürünün tanıtımı bir yana bu reklam serisi oldukça manidar bir tema üzerine kuruluydu. Lekeler çocukların dünyasında öğrendiklerinin ve başardıklarının bir göstergesi olarak kabul ediliyordu. Bunun için kirlenmek güzeldi. Ve her çocuğun çocuk olmaya hakkı vardı. Evet, şimdi buradan devam edelim.

Bu büyüyüp de küçülmüş hatta kimi zaman çokbilmiş ya da gereğinden fazla sorumluluk alarak olgunlaşmış çocuklar ancak kendilerine çocuk olma hakkı verilirse ‘çocuk’ olabilecekler yeniden. Sözlerini ölçüp tartmaktan vazgeçecekler, yeniden dilediklerini söyleme özgürlüğüne kavuşacaklar. Dudaklarını sarkıtarak küsme lüksüne, nanik yaparak meydan okuma ayrıcalığına sahip olacaklar yeniden. Gurur, kibir neymiş bilmeden özür dileyebilecekler haklı olsalar bile. Hiç karşılık beklemeden simitlerini, renkli kalemlerini, misketlerini paylaşabilecekler, paylaştıklarından ötürü hiç pişmanlık duymadan hem de. Yani diyorum ki yetişkin taklidi yapmaktan, bize benzemekten vazgeçecekler, onlara bu şansı verirsek tabii.

Bırakalım çamurlu sularda oynamanın tadına varsınlar iyice. Koşsunlar, terlesinler, ıslansınlar, tırmansınlar, misketleri ütülsün, dizleri kanasın… Günümüzün moda deyişiyle, ‘Çarpa çarpa kendisi öğrensin.’ Olgunlaşmak zorunda kalmasın, zaman olgunlaştırsın her birini. Kafaları yaşlarının iki misli çalışmasın, saçmalasınlar; okkalı laflar etmesinler. Yazıktır yahu!

Kendi bayramlarında bile yetişkin gibi davranmaya zorluyoruz onları. Onlar için önemli olup olmadığını dahi bilmediğimiz koltuklara oturtup, bayramlarını makam ziyaretleriyle geçirmelerini sağlıyoruz ne büyük bir lütuf değil mi? Çocuklar luna parka gitse daha mutlu olacak belki.

Onlar adına daha sağlıklı karar vermek için arada bir kendimizi onların yerine koymalıyız sanırım. Tabii bunu becerebilmek için de kendimizin yetişkin olarak doğmadığını, hani bir zamanlar çocuk olduğumuzu hatırlamak gerekiyor. Farkındayım o dönemin üstünden belki uzun zaman geçti dolayısıyla o günleri anımsamak zor. O halde var mısınız bu kez bir değişiklik yapıp onların o minicik sıralarına oturmaya? Belki o zaman çocukluk günlerine dönmek daha kolay olur. Ama o günlere döndükten sonra yeniden normal hayata dönmek kolay olur mu? İşte onu bilmiyorum…

 
Toplam blog
: 8
: 750
Kayıt tarihi
: 03.04.07
 
 

Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi 4. sınıf öğrencisiyim ve yazmayı seviyorum. Başka da bir numa..