Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Ağustos '07

 
Kategori
Haber
 

Cumhurbaşkanı Sn. Abdullah Gül’e açık mektup

Cumhurbaşkanı Sn.  Abdullah Gül’e açık mektup
 

Sn. Gül, vatandaşı olmaktan gurur duyduğum Türkiye Cumhuriyetinin 11. Cumhurbaşkanı olma şerefine nail olmuş durumdasınız. Cumhurbaşkanlığı seçim sürecini uzatan bir kargaşa döneminin sonunda, geniş bir halk kesiminin onayını alan bir siyasi partinin desteği ile seçilme başarısını gösterdiniz.

Cumhurbaşkanlığınızın size ve ülkeme hayırlı olmasını dilerim. Dün itibari ile benim ve benim dâhil olduğum toplumun barış, esenlik, refah ve özgürlük içinde yaşamasını sağlamak için var olan devlet kurumunun başı ve bu ülke vatandaşlarının her birinin tüm dünyada temsilcisi olma görevine başladınız.

Bu görevlerde başarılı olmanızı en içten duygularımla dilerim. Ancak kendi adıma göreve başladığınız bu tarihlerde görüş ve taleplerimi aktarmayı bir borç bilmekteyim.

Sizin siyasi hayatınızda savunduğunuz fikirlere yakın olan birisi değilim. Hatta yaşam kültürlerimizin de birbirine çok yakın olduğu kanaati taşımıyorum. Ancak bu ne yasal anlamda sizin bu ülkeye Cumhurbaşkanı olamayacağınız ne de kişisel anlamda benim cumhurbaşkanım olamayacağınız anlamına gelmez. Sizi yalnızca medyadan takip eden ama özellikle son beş yıllık politik yaşamınızı dikkatli gözlemeye çalışan birisi olarak, beni, yaşam tarzımı ve ortak cumhuriyetimizi en iyi şekilde temsil edeceğinizi düşünüyorum.

Bildiğiniz üzere, post-modern çağ olarak adlandıracağımız süreç uzun bir zamandır, insanların ve toplumların farklılıklarının ön plana çıkmasını destekleyen ve bunu zenginlik olarak gören bir anlayış üretti. Ancak bu farklılaşma süreci, toplum genelinde kopma, ayrışma, bölünme, çatışma korkularına zemin yaratsa da, süreç aslında farklıkların üzerinde yükseldiği zeminin ortaklığının fark edilmesine de vesile oldu. Yani farklı olan, bu farklılıklarını sergilemeye çalışan insanlar ve topluluklar aslında tahmin ettiklerinden daha fazla birbirlerine benzer olduklarını anlamaya başladılar.

Ben bu ülkede yaşayan insanların, ne kadar farklı din, mezhep, etnik kimlik, sınıf, sosyal statü, cinsiyet farkı, cinsel tercih, kültürel değer ve fikir akımlarına sahip olsalar da, ortak yönleri farklı yönlerinden daha fazla olduğu için, istikrarsız bir bölgede oldukça huzurlu bir ortamda yaşadığımızı düşünüyorum.

Ancak sahip olduğum bu olumlu bakış açısı ne yazık ki ülkem adına tespit ettiğim eksiklikleri görmeme engel olmuyor. Bu tespitlerimi ve önerilerimi sizinle paylaşmak istiyorum;

Cumhurbaşkanı olana kadar savunduğunuz siyasi görüş ile mevcut laiklik anlayışının barışık olmadığına dair bazı çevrelerde kuşkular bulunmaktadır. Bu kuşkulara bende de sahibim. Ancak bu kuşkular beni üzmekten öte meraklandırmaktadır. Çünkü laikliğe samimiyetle inanan birisi olsam da, ülkemdeki laiklik anlayışının özürlü olduğunu düşünmekteyim. Ve bu şekli ile ülkeme fayda yerine zarar verdiğine inanmaktayım. Ancak benim üzerimde durduğum noktalarda uzlaşıp uzlaşamayacağımızdan emin değilim. Yani mevcut uygulamaya karşı çıkış noktalarımızın aynı olmadığı kanaati taşımaktayım.

Öncelikle eşinizin başında istediği tarz bir örtü ile Çankaya Köşkünün her ortamında özgürce yer almasını isterim. Ayrıca hizmet veren tarafında olmadığı müddetçe, dini inançlarına göre hareket eden insanların tüm kamu ortamlarında yer edinmesinde de herhangi bir sakınca görmemekteyim. —Çünkü söz konusu kamu ortamının esas sahibi hizmet veren değil hizmet alandır, hizmet veren kişi olsa olsa, özel şartlarda orada çalışmak için görevlendirilmiş kişidir-

Ancak şu ana kadar simgesel anlamda yaşanan bu krizlerin ötesinde ülkemdeki özürlü laiklik uygulamasının inançlı toplum -inançlarına bağlı Sünni kesim diyebiliriz- lehine yaşanan bir uygulama olduğunu düşünmekteyim. Örneğin Diyanet İşleri Başkanlığı gibi devletin dine müdahil olması için kurulan ama elbette ki tersine işleyen ve bir mezhep lehine kamunun çok büyük kaynaklarını eriten bir yapının varlığı, 70 binin üzerindeki din adamının maaşının -dindar olmayan, Müslüman olmayan, Sünni olmayan ve dini vecibelerini yerine getirme gereği duymayan- vatandaşların vergisi ile ödenmesi, fark gözetmeksizin tüm öğrencilere zorla din derslerinin verilmesi garip laiklik uygulamalarımızdandır.

Ayrıca bu ülkede devletin toplumun dini inancına yön verme ve onu kalıplara sokma çabası ne kadar özgürlüklere yönelik bir tehditse, toplumun geniş kesiminin inançlarını, ne kadar az olursa olsun toplumun daha dar çevreleri üzerinde baskı unsuru olarak kullanması da daha bir o kadar büyük bir tehdittir. Ülkemde son bir yıl içinde Hıristiyan bir din adamının, üç misyonerin ve bir adet gazetecinin öldürülmüş olması, bu ülkede din adına toplum cephesinden de önemli tehditlerin olduğunun göstergesidir. Bir ülke vatandaşlarının %99’unun Müslüman olmasının kimseye bu hakkı vermeyeceğinin sizde farkındasınızdır. Gerçi, nüfus bilgileri üzerinden vatandaşlarımızın %99’unun Müslüman olduğu görülse de, siyasi dengelerimiz ve kamuoyu araştırmaları göstermektedir ki, söz konusu %99’un inançlara bakış açıları –ne mutlu ki- büyük ölçüde benzer değildir.

Bu nedenlerle laiklik, en başta inançlı Müslümanlar olmak üzere, her fikir ve inanca sahip insanın huzur ve özgürlüğü için vazgeçilmez bir ilkedir. Siz, geçmişte farklı bir düşünsel akımdan gelseniz de, bu noktaya ulaştığınızı gösteren uygulamalarınızı en kısa zamanda görmek istemekteyim. Bu noktada sizden, kendi bakış açınızla görünen sıkıntılardan öte, laikle ilgili temel yanlışlıkları da gidermenizi ve insanların inançları ile ilgili talepleri, sivil toplum uygulamaları ile çözmelerinin önünü açmanızı talep ediyorum.

Siyasi hayatında sıkça antidemokratik uygulamalar şahit olan hatta mağduru olan birisi olarak, gücü eline geçirene kadar demokrat olan ya da işine geldiği müddetçe demokrat olan insanlardan olmadığınızın ispatını da en kısa zamanda görmek istemekteyim. Bazı insanlarca demokrasi jestlerle idare edilen bir düzen olarak algılansa da, ben bu sistemin yüzeysel tavırlarla geçiştirilemeyeceğini, köklü uygulamalarla desteklenmesi gerektiğini düşünüyorum. Elinizde, Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy gibi, bir Hristiyan ülkesinde bir Müslümanı Adalet Bakanı atamak gibi bir yetki bulunmayabilir. Ancak konularına hakim bir gayrimüslümü veya ateisti resmi danışmanınız olarak atayabilmeniz ve bu insanlardan gerçek anlamda faydalanabilmeniz bence oldukça anlamlı olur.

Uzun vadede, en başta sivil bir anayasanın inşa edilmesine ve paralelinde tüm mevzuatların demokrasi, özgürlük ve eşitlik üçgeninde, hukuk biliminin gerekleri doğrultusunda düzenlenmesine öncülük etmenizi ve parlamentoya bu konuda gerekli uyarıları yapmanızı isterim. Bu düzenlemelerin içinde Cumhurbaşkanlığının yetkisinin daraltılması ve mevcut görevlerinin çoğunun gerçek sahibine yani parlamentoya devrine ön ayak olmanızda kendi hukuk inancını sergilemenize katkı sağlayacaktır.

Özgürlüğün tüm toplumların ileri adım atabilmelerinin ön koşulu olduğu bilincinden hiçbir zaman sapmadan, gerekirse kendi inanç ve fikirlerinizin özgürlüğünün daralmasını göze alarak, toplumun tüm kesimlerine ortak özgürlük alanı yaratmanız gerekmektedir. Örneğin bir şeriat devletinde inançlarına sadık insanlar, inançları açısından özgür olacaktır ama bu inançlı insanların bile siyaseten ve toplumun genelinin de her anlamda özgür olduğu anlamına gelmez. Toplumun tamamının eşit özgürlük alanına sahip olması, büyük olasılıkla bazı kesimlerin özgürlüklerinin kısılmasına yol açacaktır. Ancak bildiğiniz üzere özgürlüğün en temel ilkesi de budur; Başkasının özgürlük alanının ile sizinkinin çakışmaması.

Son yıllarda deneyim kazandığınız dış politika konusunda, ülkemizi dış dünyadan soyutlamaya çalışan anlayışlara direnmenizi, ülkemi dünyanın aktif, etkileşim halinde, dünyanın gidişatına yön veren aktörlerden birisi haline getirmenizi isterim. Üst bölgesel birliklere girmekten çekinmeyen, ancak bir rekabet ortamının varlığının bilinci ile mücadele ve müzakere ederek hak kazanan, ülkelerle ilişkilerini barışçı temaslar üzerinden kuran ama gücünü hissettirmekten çekinmeyen, sömürmeyen ama kendisini de sömürtmeyen bir ülke olmanın gereklerini yerine getirmenizi dilerim.

Sizin Cumhurbaşkanlığınız, kendiniz ve siyasi akımınız adına bir başarı olmanın ötesinde Atatürk’ün bu ülkeye çizdiği hedefin zaferidir. Bu ülkenin ortalama bir ailesinin ferdinin cumhurbaşkanı olabilmesi, en başta halkın kendi kendini yönetmesi ilkesine dayalı bir sistemin eseridir. Bu anlamda bu yolun rotasını çizen Mustafa Kemal’i bir kez daha saygı ve sevgi ile anmak istiyorum. Ancak ülkenin kurucu önderi Mustafa Kemal'in fikirlerinin, bu ülkenin özel şartları olduğu dayatmaları ile demokrasinin ve özgürlüğün önünü kesmeye çalışan kesimlerce yanlış yorumlandığını düşünüyorum. Sizden de, Atatürk'ün ve kurucu meclisin ilkelerini demokrasinin günümüzde ulaştığı normlar çerçevesinde ele almanızı ve bu anlayışa samimiyetle sahip çıkmanızı istiyorum. Ben, sizin ülkem adına ön göreceğiniz politikaların, Mustafa Kemal'in Türkiye’si ve günümüz modern devlet anlayışı ile çelişmeyeceğine ikna edilmeyi talep ediyorum.

Halkı fakir, devleti güçlü olan üçüncü dünya ülkelerinden birinde değil, halkının zenginliğinden beslenen bir gelişmiş ülkede yaşamak istiyorum. Sizinde bu hedefe hizmet edeceğinizi umut ederek,

Yeniden görevinizde başarılar diliyorum,

Saygılarımla,

 
Toplam blog
: 453
: 1826
Kayıt tarihi
: 14.11.06
 
 

36 güneş yılı. 27 yıl G.antep, 9 yıl İstanbul. İstanbul, 90’lı yıllarda yaşandı, bitti.  Hep şe..