Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Haziran '07

 
Kategori
Anılar
 

Cumhuriyet 2

Cumhuriyet 2
 

Cumhuriyetin ilk yıllarında şehirlerarası ulaşım araçları şimdiki gibi bol ve modern olmadığı için ilçemize 145 Km. uzaklıkta olan ilimiz Kütahya'ya haftada iki veya üç gün posta otobüsleri giderdi. Onlar da motorları su kaynatan köhnemiş otobüslerdi ve motorunu soğutmak için çeşitli yerlerde mola vermek suretiyle bu 145 Km. yi ancak bir günde alabilirlerdi. Şimdilerde ise günde üç dört defa İzmir, İstanbul ve Ankara'ya sefer yapan otobüsler var.

Çocukluğumun mahrumiyet içinde değilse de refah içinde geçtiğini pek söyleyemem. Ulaşım araçlarının yeterli olmayışı nedeniyle kasabamızda yetişmeyen bazı ürünleri; pahası nedeniyle alma imkânı bulamazdık. Örneğin limon, portakal, mandalina gibi meyveleri bol alamaz hele, hele muzun tadını ve şeklini hiç bilmezdik. Limonu çaya çorbaya değil de hastaya derman için bulundurabilirdik. Şimdilerde çarşı ve pazarlarda her türlü sebze ve meyveden geçilmiyor. Nerelerden nerelere gelmişiz…

Çocukluğumu yaşadığım 1930 lu yıllarda kasabamızın elektriği olmakla beraber bizim evimizde yoktu. Çünkü elektrik üreten jeneratör çam odunlarıyla ısıtılan buhar makineli küçük bir jeneratördü. Her gün o jeneratörün olduğu yere, merkeplerle yük, yük çam odunları getirildiğini bu günkü gibi hatırlarım.

Ben bizim evimizde elektrik olmadığı için komşumuz PTT Müdürü Rüştü Amcaların sınıf arkadaşım olan kızlarıyla ders çalışmayı yeğlerdim. Onların evinde pırıl, pırıl elektrik ışığı varken bizim evimizde; üstünden yanan 5 numara gaz lambasıyla çalışmak bir hayli zor gelirdi bana. Tabii ki bu zorluklar yanında güzel bir kızla ders çalışmak arzusu da vardı içimde.

O yıllarda her ailenin bütçesine göre geceleri aydınlanma ihtiyaçlarını karşılayan çeşitli gaz lambaları olurdu. Bunlardan en ekonomik olan: Teneke bir kutuya konulan gaz yağının içine, özel başlığıyla daldırılmış pamuk ipliğinden fitilin ucundaki alevle aydınlık veren, isli gandil dediğimiz lambalar vardı. Sokak aydınlatmaları da köşe başlarına konulmuş fenerlerle yapılırdı.

Evlerdeki isli gandillerden biraz daha farklı olarak 5 veya 7 numara, cam fanuslu, örgü fitilli lambalar kullanılırdı. Bu lambaları da idareli kullanmak için altından yakma veya üstünden yakma şekilleri vardı. Genelde idareli harcamak için üstünden yakılır, ancak misafir geldiği zamanlar alta indirilirdi. Altından yanınca daha fazla ışık verir ama daha çok gaz harcardı.

Buzdolabı, çamaşır makinesi tüp ve doğal gaz gibi şeyler olmadığı için yemeklerimiz tel dolaplarda saklanır, çamaşırlarımız Akbaldır denilen yerdeki çamaşırhanede, kazanlarda odunla su kaynatılarak veya kasabamıza 5 km mesafedeki Eynal Kaplıcalarında doğal sıcak suda tokmaklarla dövülerek yıkanırdı. Yemeklerimiz de odun ateşiyle pişirilirdi. Ama o yemeklerin tadı; ya bizim çocukluk ağzımızın tat alma duygusundan veya pişiriliş şeklinden bambaşka olurdu.

Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte ülkemiz yepyeni bir düzene girdi. Zaviyeler ve tekkeler kapatıldı. Kıyafet inkılâbı yapıldı. Arapça ezan kaldırılıp Türkçe ezan getirildi. Ne güzeldi o minarelerden yükselen Tanrı uludur, Tanrı uludur sesleri. Ayni zamanda yeni Türkçe alfabeye de kavuştuk. Okuyup yazma oranı % 80 lerin üzerine çıktı ve memlekette gözle görür bir ilerleme başladı. Ama ne yazık ki aşağıdaki manzumemde ifade etmek zorunda kaldım bu günkü gerçekleri…

ATAM

Sendin milletimizin solan ufuklarında,

Güneş gibi parlayıp, yurdumuzu kurtaran.

Sendin cevheri bulup, Türkün asil kanında.

Bütün dünyaya karşı harikalar yaratan.


İşgal altında kalmış, ümidimiz solmuştu.

Yurdumuzun her yanı düşmanlarla dolmuştu.

Ordumuz dağıtılmış, gücümüz yok olmuştu.

Derleyip, toparlayıp, yoktan yarattın bizi…


Zaviyeler, tekkeler, başlarında takkeler.

Düşmanla birleşerek dost olanı lekeler.

Foyası bozulunca karşınızda kekeler.

Bunları yok ederek topluma kattın bizi…


Moralimiz düzelmiş kendimizi bulmuştuk.

Ezilen toplumlara güzel örnek olmuştuk.

Üzülmeyi bırakıp sevinçlerle dolmuştuk.

Vakitsiz ayrılarak öksüz bıraktın bizi…


Sen gidince ülkemiz kederle yasla doldu.

Filizlenen ilkeler, yobazlara yem oldu.

Ufkumuzda patlayan o canlı güneş soldu.

Yeteneksiz ellere terk edip attın bizi…


Artık güneş doğmuyor. Yırtılmıyor karanlık.

Milletinin acısı; sızlıyor derin, derin.

Atam nolur uyan da gör bizleri bir anlık.

Partizanlık uğruna ne haldedir eserin…

H. Hilmi Polat

10 Kasım 1997

 
Toplam blog
: 104
: 722
Kayıt tarihi
: 11.04.07
 
 

6 Mayıs 1927 Simav doğumlu, İstanbul Yıldız Teknik Okulu’nun ( Bu günkü Yıldız Üniversitesi) son sın..