Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Ekim '13

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Cumhuriyet ve Ahmet Kaya...

Üç gecedir yazı yazmayı hedefliyorum, nasıl bir terslikse, bilgisayara bir haller oluyor; hele ki 29 Ekim için tüm pc sorunlarını giderdim derken pat diye internetimi sağlayan aygıt düştü! Paramparça…

Yeni bir parça aldık, bu gecelik işler yolunda gibi gözüküyor ama bir terslik daha olursa ya Merkür’ün gerilemesine küfür edeceğim ya da evrensel enerji yazmanı istemiyor kızım deyip, kırıp dizimi oturacağım!

Öncelikle Cumhuriyet Bayramı’mızı kutluyorum; Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşları olarak hissedenlerin…

Hissetmeyenlerin kutlamıyorum zira küfür yemekten hoşlanmıyorum!

Sahi, eskiden böyle bir ayrım yoktu; herkes Cumhuriyet Bayramı’nı kutlardı, şimdilerde bir moda çıktı: Türkiye Cumhuriyeti’nin bayramını neden kutlayayım, Türk değilim ki!

Dahası ifade edilmiyor da ben diyeyim size: “Cumhuriyeti neden kutlayayım!”

Bir anlamda haklı insanlar: Cumhuriyet demokrasiyi getiriyor, demokrasi ise amaca varmaya bir araç; hem cumhurbaşkanımız hem de başbakanımız öyle dememiş miydi…  

İneceğin durağa kadar!...

Marmaray, Türk mühendislerin hali hazırda eksiği var demesine rağmen tam da 29 Ekim’de açıldı; “amaca varmaya bir araç olsun yeter ki” tarzında…

Yani bir tren mevzuudur, gidiyor!

******

Hala tam kapasite yürüyemediğimden dolayı şahsen elime bayrak alıp da İzmir’in gelincik tarlasına bir renk de ben katamadım; yerime seksen yaşındaki annem gündüz Gündoğdu’daydı, akşam Karşıyaka’da…

Hürriyet’ten Akif Beki dünkü yazısında alay etmişti: “Cumhuriyet Bayramı’nın değil Cumhuriyetin ayak sesleri” diyerek…

Evet, Cumhuriyetin kuruluşuna, hayata geçirilmesine tanıklık eden kadınlar hala o günlerin azmi ile dolular ve gerek görüyorlar ki ayaklanıyorlar!

O yaşta kaç kadın ve adam durduk yerde kendilerini böylesine isteye-seve sokağa atar?

Pardon, duyamadım?

******

Rahmetli Ahmet Kaya cumhurbaşkanımız tarafından ödüle layık görülünce şahsi fikrimi de yazmak istedim.

Yıl 1984, 85 miydi, tam anımsayamıyorum, İzmir’de bir konseri vardı, konser öncesi ilk kasetini dinlemiştik, resmen mest olmuştuk!

Bir kadife ses, bir içimize dokunan saz ve tabii ki Ahmed Arif’in dizeleri falan…

Tam konsere gideceğiz, içimizde en yaşı büyük ve en solcu bildiğimiz, ki o vakitler en saygı duyulan kişilerdi bizler için, bu adam işkenceden yeni çıkmış dedi… Karısı da işkencede şişeye oturtulmuş, iç organları parçalanmış, hala tedavisi sürüyor…

Yaşaması bizce mucize…

O konsere o duygu ile girdik; o duygu yıllarca çıkmadı içimizden!

Sahnede bir kelam etti, “Merhaba”, ikincisini etmedi…

Yalnızca çaldı ve söyledi…

Hikayesini biliyoruz ya, o suskunluğunu biz nasıl sahiplendik!

Yıllarca Ahmet Kaya dinledik, dinlerken kendimizden geçtik; kendimizden geçerken işte budur istediğimiz diye bizi anlamayanlara celallendik!

Gençliğimizde de Ahmet Kaya dinledik, olgun yaşlarımızda da…

Her bir şarkısının bizlerde bir anısı olması da ayrı bir konu; o yıllarda sevgili ile el tutuşmada da bir şarkısı çalıyordu, öpüşmede de…

Ayrılırken, keza…

PKK yanlısı dediklerinde tınmadım! “Meyve veren ağaç taşlanır!” atasözümüz boşuna denmemiştir diye düşündüm, tereddütsüz konduramadım!

Ne zamana kadar biliyor musunuz? Geçen yıla kadar!...

Bir nostalji yapayım diyerek Ahmet Kaya albümlerini teker teker dinlemeye başladım. Amacım o yıllardaki anılarımı canlandırmaktı…

İlk bir-iki albüm sonrası kasmaya başladı; mesela, öyle coşkuyla söylediğimiz “Kadınlar, kadınlar dağlara doğru!”

Biz o dağları kadınların aşmak zorunda olduğu toplumsal zorluklar olarak algılamıştık! O yüzden ağzımızdan düşmezdi ve o yüzden kadınların özgürlüğü anlamında ilk aklımıza gelendi: “Kadınlar, kadınlar dağlara doğru…”

Kadınların çağrıldığı dağlar özgürlük dağlarıydı ama bizim anladığımız türden özgürlük değildi!

O dağları biz toplumsal engellemenin bir metaforu olarak düşünürken; o dağlar Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı duran dağlarmış!

Bir parça, bir diğer parça dinleyeyim derken, ilk bir-iki albümü sonrası, dağsız bir şarkıya rast gelmedim.

Devlet Bahçeli karşı durmuş ya bu ödüle, o haber altında en dikkat çeken yorum bence şuydu: Tüm MHP’liler Ahmet Kaya dinlediler!

Bunu öyle bir yazmışlar ki; sanırsınız kaleye üç gol atmışlar!

Yahu, Ahmet Kaya dinlemedim diyen olabilir mi?

Dinlerken “kendimden bir parça buldum” demeyen olabilir mi?

Allasen, o yaşlardan geçenler aksini savunabilir mi?

Öyleydi, böyleydi… Herkes kendince yorumladı; kimi zaman sisteme isyan ettik, kimi zaman sevgiliye…

******

Yaş ilerledikçe algılar yoğunluk kazanıyor sanıyorum; mesela genç yaşlarda ısrarla toz kondurmazsın sevdiğin bir sanatçıya…

Ahmet Kaya dinleyeyim de geçmişe bir yolculuk edeyim dediğimde hiç beklemediğim bir durumla karşılaştım!

Sürekli vurgulanan bir “Dağlar” var; ilk dinleyeli yıllar geçmiş, kulaklarını kapatmışsın her bir suçlanmasına; bu arada dağlarda ölümler sınır tanımaz oluyor… Şahitsin Mehmetlerin al bayraklar altında mezara konulmalarına…

Her şarkıda “Dağlar” vurgulanıyor ve o vurgulanan dağlardan kanlar akıyor!

******

Hepimiz o şarkılara eşlik ettik, hepimiz sevdik; o dağların kan saçtığını bilemeden…

Kandırıldık!

******

Şimdi, Ahmet Kaya’ya ödül verilmesi sanat adına değil de hizmet ettiği alana bir anlamda borç ödeme olarak bakarsak, daha çok bekler Türk sanatçılar benzer ödülleri; sırada daha ooo kimler var!

 

http//twitter.com/Gulgunkaraoglu

gulgun_2006@hotmail.com

 

 

 
Toplam blog
: 1269
: 1343
Kayıt tarihi
: 18.09.07
 
 

İzmir, 1963 doğumluyum. Dokuz Eylül Üniversitesi İngilizce bölümü mezunuyum ve özel bir şirkette ..