Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Temmuz '10

 
Kategori
Basın Yayın / Medya
 

Çünkü, çccuklar "aç"tı...

Çünkü, çccuklar "aç"tı...
 

Ayşe hanımların salonunu süsleyen televizyon bir gün arızalandı. Çağrılan tamirci cihazın arka kapağını açınca şaşkınlıktan dona kaldı... Çünkü televizyonun içi, ağzına kadar küçük küçük doğranmış ekmek parçacıkları ile doluydu. Durumu gören Ayşe hanım da şaşkındı. Herkes bu olayın nasıl meydana geldiği üzerine fikir yürütmek istiyor ama, makul bir açıklama getiremiyordu. Kısa süren şaşkınlığın arkasından, ekmeklerin, küçük küçük parçalar halinde bölünüp, kapağın üzerindeki aralıktan cihazın içine atıldığı anlaşıldı. Ve gözler, (doğaldır ki, ) evin küçük çocuğuna doğru yöneldi. Çocuk, sonunda “suç”unu itiraf etti ve o ekmek parçacıklarını, televizyonun arka kapağından içeriye kendisinin attığını söyledi. Annesi: - İyi ama neden ekmekleri televizyonun içine doldurdun?, diye sorunca da, yüreği olanların bu nazik organlarını sızlatan önemli bir cevap verdi: - Çünkü, oradaki çocuklar açtı!.. Ayşe hanımın küçük çocuğu, bu cevabı ile, başta TRT genel Müdürü olmak üzere, bir çok medya genel ve özel müdürlerine, sair ve diğer “büyük baş”lara... önemli bir “şey” anlatıyor, farkında mısınız? Çünkü, o televizyon; evimizin baş köşesinde, temsil ettiği, ilettiği, hikaye ettiği, özendirdiği ve tiksindirdiği bir çok şeyle, çocuklarımızın, bizlerin, çevremizin; yani hepimizin değerlerini biçimlendiriyor, kırpıyor, kesiyor, şekillendiriyor ve çoğu zaman da kirletiyor... Mesele ne? Reyting. Neymiş bu reyting? İzlenme oranı! Millet en çok hangi nesneyi izliyorsa, o nesneyi yayına sokan TV kanalı daha çok izleniyor(muş)... Ve dolayısıyla, o TV kanalı, ötekilerden daha çok izlendiği için, reklam pastasından daha çok pay alıyor... Bu yüzden... tüm kaliteyi, eğitimi, insanı geliştiren kültürel öğeleri bir yana bırakacaksınız... Ve insanı çimdikleyen, sırt üstü yattığı yerde eğlendiren(!), kötü de olsa, iyi de olsa fark etmez; değil mi ki, ilgisini çeken her şey... İşte parola bu... İşareti, seviyesizlik, sorumsuzluk! Para var mı? Var! Öyleyse, mesele de yok. Ama, Ayşe hanımın küçük çocuğu ekmek parçalarını dolduruyor televizyonun arkasına. O televizyonun kendisine tanıttığı çocukların açlıklarını giderebilmek için... O aç çocukların, televizyonun içinde olmadıklarını kavrayamayacak kadar küçük olan bu körpecik dimağları, bu zehir saçan renkli camın karşısında yapayalnız bırakmanın risklerini düşünebiliyor musunuz? O küçücük çocuk, içinde yeşeren o körpecik acıma duygusunun yönelttiği dürtü ile, renkli camdan kendisine (kimbilir nasıl?) bakan yaşıtlarının ağırlığını ve yükünü yaşamının hangi kilometre taşında ve nasıl sindirecektir acaba? O seviyesiz TV dizilerindeki görkemli evler, ziyafet sofraları, kuş sütü eksik olmayan sofraların başına tünemiş hayal kahramanları ve büyük bir ustalıkla yemek saatlerine denk getirilen çikolata, tereyağı, dondurma, renkli gazoz ve türlü çeşitli yiyecek reklamları... Ayşe hanımın küçük çocuğu çabuk büyü... <ı>“Bunlar engereklerdir, <ı>Bunlar yılanlar, <ı>Bunlar da ekmeğine göz koyanlar, <ı>Tanı onları, tanı da büyü...” Geç memleketin dümenine! Televizyonun arakasını dolduran o güzelim yüreğin, gelişsin, güçlensin ve bir arı gibi vızıldayan emeğinle birleşsin ve egemen olsun bu muzdarip ülkeye... LÜTFEN “TIK”LAYINIZ: http://www.soruyusormak.com/ http://www.dnm-ler.com/ http://www.kitlecizgisi.com/
 
Toplam blog
: 913
: 485
Kayıt tarihi
: 30.01.09
 
 

1942 yılının Şubat ayında Bursa'da (Mehmet Kemalettin'den olma, Emine İffet'ten doğma olarak) dün..