Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Nisan '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Çuvaldızın boyu...

Çuvaldızın boyu...
 

Bir deyişimiz vardır.
"Çuvaldızı başkasına batır, iğneyi de kendine…" deriz.

Çuvaldızın boyu, çeşit çeşittir. Ama normal iğnelerden büyük olduğu açıktır. Boyunun ötesinde, kalınlığı da boyuna orantılı olarak oldukça kalındır. Dikilecek çuvala göre de "Çuvaldız" seçersiniz.

Gel gelelim, dikilecek "Çuval" kendiniz olmadığınız için, çuvaldızın boyu ile eni sizi çok ilgilendirmez. Saplarsınız çuvaldıza ipliği, başlarsınız hart-hurt dikmeye…

Tabi çuvaldız büyük olduğu için de, dikişin nasıl yapıldığı çok da önemli değildir. Yeter ki çuvalın ağzı kapansın.

İşte bu benzetme içinde, çuvaldızı başkasına batırırken hiç de insafımız yoktur.

Benim tıp "Doktor"u olan arkadaşlarıma çektirdiğimi bir kenara bırakırsak, onlar da bana az çektirmediler.

Bir gün Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesinde toplandılar "Sana beyin anjiyosu yapacağız" dediler. Ben de saf saf "Eh" dedim. Ne bileyim ben "Beyin anjiyosu" nasıl yapılır… Bana film çekeceklerini söylediler. Tamam, sonuçta film çekiliyor da, ya ondan evveli…

Boynumdaki "Şah damarımdan" çuvaldızı sokup damara girdiler. İlacı verdiler, aynı anda da filmi çektiler.

Bakın nasıl oluyor…

Kirpi… Hani şu dersinde yüzlerce iğne bulunan hayvan yani… Onun derisini bir güzel yüzün. İğneleri içe gelecek şekilde ters çevirin. O deriyi başınıza geçirin. Boynunuza sokulmuş "Çuvaldız"ın içinden ilacı beyninize doğru bir anda büyük bir basınçla gönderilirken, kirpi derisini de bir anda olanca gücünüzle sıkıp bırakın…

Nasıl?...

Bir şeyler hissetiniz mi?...

İşte "Beyin anjiyosu" denilen şey, aynen böyle bir şey. Bir de bunun on, on beş kere tekrar edildiğini, bir de Doktor Tahsin gardaşımın vaktinden önce film kasetini çektiği için fazladan bir daha yapıldığını düşünün…

Onun için ben "Çuvaldız"ın acısını bilirim. Bildiğim için de "Çuvaldız"ı başkasına batırırken, iğne olarak da kendim için hep "Yorgan iğnesi"ni seçmişimdir.

Şimdi de bu "Yorgan iğnesi"ni ve acısını sizlerle paylaşmaya çalışacağım.

Geçenlerde "Neden tarih okumuyorsunuz?" başlıklı yazımda da belirttiğim gibi, en büyük eksiğimiz geçmişimizden haberdar olmayışımızdır.

14 Nisan 2007 Cumartesi günü saat 11:00 zamanına nasıl geldiğimizi bilemiyoruz. Ama o gün bizler, sizler ve "Cumhuriyetim" diyenler "Sahip olma" içgüdüsü ile meydanları doldururken, aynı saatlerde bir başka yerde de "Onları yürütüyorsunuz da bize niye izin vermiyorsunuz" diye ülkeyi karanlığa sürüklemek isteyenler de vardı.

Öylesine düşünenler de böylesine düşünenler de elbette ki bu ülkenin insanı. Ama bir yerde bir yanlışlık, bir hata ve onun da ötesinde bir aymazlık var.

Aymazların başında gelenler, elbette ülkeyi önlerinde "Hazır" bulmuş, geçmişi bilmeyen, tarihi okumayan, nereden nereye geldiğimizi ve nasıl geldiğimizi bilmeyenler. Dahası da, okumadıklarından "Cehaletleri" boylarından aşağı akanlar. Yani, siyasetçilerin bir bölümü...

Bizim "Türk Milleti" olarak bazı hassasiyetlerimiz vardır.

Bunların en başında "Aile" yapımız ve ondan sonra da "İnançlarımız" gelir. Bu hassasiyetlerimizin sonucunda da ülkemizin birliği ve bütünlüğünü oluşturduğumuzun bilinci ile ülkemizin üzerine titreriz.

Ancak, öyle bir zamana, öyle bir döneme geldik ki, bütün bu değerlerimiz artık "Değer" yitirmeye erozyona uğramaya başladı. Bunda da en büyük etken, elbette ki "Aile" içinden başlaması ve giderek sistem içinde gelişmesi gereken "Eğitim"i artık yozlaştırdığımız, önemsemediğimiz ve siyasallaştımak istediğimiz gerçeğidir.

Şimdi rasgele sorunuz… Hem de "Orta yaşlı" birine. Dinini "Tam" biliyor mu? Gelenekleri, görenekleri, töreler nedir, biliyor mu? Tarihini biliyor mu? Ülke, yabancı devletler tarafından talan edilirken nasıl yeniden doğdu, bilen var mı?

Atatürk devrimleri nedir, neden gereklidir, bilen var mı?

Şu bir gerçek…

Cumhuriyetin kurulduğu günden bu yana, cumhuriyet düşmanları hiç durmadılar. Dün de "Düşmanca" davranıyorlardı, bu gün de, aradan bunca zaman geçtiği halde.

Dünyada, ilim ve bilim çağı nerelere gelmişken, bizimkiler daha hala başörtüsü, çarşaf, şalvar, çember sakal, sarık ile uğraşıyorlar. Din adına yapmadıkları yanlış yokken, memleketi parçalama gayretlerini sürdürmeye devam ediyorlar.

Peki, biz ne yapıyoruz…

Sadece yürümekle oluyor mu ki? Bizi temsil ettiğini iddia eden ve TBMM’nin başkanı sıfatını taşıyan kişiye bakın. Milyonların yürüyüşünü hafife alıyor.

O halde, yorgan iğnesi az gelir bize…

Çuvaldızı alalım elimize, hem de en büyük ve en kalın olanını…

Belki o zaman aklımız başımıza gelir…

16 NİSAN 2007

 
Toplam blog
: 1104
: 918
Kayıt tarihi
: 28.01.07
 
 

Emekliyim ama “Tekaüt” değilim. 1961 yılından beri değişik “Anadolu” gazetelerinde yazdım. 1984-8..