Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Aralık '11

 
Kategori
Fotoğraf
 

Dağ başını fotograf almış gümüş sözler durmaz akar

YAZI DİZİSİ: 17

Türk insanı – Türk’ün san’at anlayışı – Türk fotograf tarihçesine özet bakış –  Türk’ün Dünya ülkeleri önünde medeniyet katına çıkamama sebepleri – San’at dünyasında acı rekabetin vurduğu piyasa ve iş adamları – Adı rekabet olan, aslı rezaleti aşamayan işler sonunda, bugün Türkiye’nin vardığı olumsuz  neticeler.

“Her kör satıcının bir kör alıcısı olurmuş.” gibi bir Türk Atasözünü hatırlar gibiyim. TV kanallarında, ülke haberlerine göz atayım derken, haberin en büyüğü ile karşılaştım. Birkaç sene önce Okan Bayülgen, Ersin Alok Ara güler ve Rahmetli Şakir Eczacıbaşı’nı programına almış, Onlarla söyleşi yapıyordu. O arada öğrendim ki; Okan Bayülgen de duayen Bir fotografçıdır. Bu durum üzre, daha da enteresan bir hâl alan, o programı izlemeye başladım. Ne tuhaftır ki; bu dört fertten beklediğim hiçbir sohbet sadır olmadı. Bazen bir konu üzerinde Dört görüş ayrılığı oldu. Bazen bir konu üzerinde müttefik oldular. Bazen yarı yarıya fikir paylaşımı ve ayrılığı söz konusu oldu. O görüşme kime ne verdi, nasıl ve neye yaradı, bilmiyorum ama, ben o görüşmeden bomba gibi neticeler beklerken, tam balon halinde bir neticenin ortaya çıktığını gördüm. Sonra düşününce fark ettim ki; bu dörtlü “Dağ başını duman almış” marşını bile falsosuz okuyamazlar. Çünkü hepsinin başı ayrı duman. Ara Güler bir basın fotografçısı. Ersin Alok ağırlıklı dağ-tepe bazen asar ve manzara fotografçısı. Rahmetli Şakir Eczacıbaşı san’at fotografçısı, Okan Bayülgen konusunda fikrim yok ama açtığı sergide portreler olduğuna göre: Portre fotografçısı olabilir. Ancak daha çağdaş olabilirliği açısından, sanki Şakir’in ardından gelme ihtimali, daha çokmuş gibi görünmesine rağmen, Okan kendi yerini, sanki Ara’nın arkasında, tercih eder gibi görünse de bana, o kerterizde hep Gültekin olmak istediğinden, Acep Gültekin’in ardında kalmayı Okan ister mi, istemez mi, bunu bilemem?!. Ama o programda manzara bu mealdeydi. Ben Onu bilirim.

O sohbette bir ara ağırlıklı olarak konuşulan, dijital fotografçılık konusuydu. Bir de herkesin müttefikan üzerinde anlaştığı konu: Fotografın mutlaka eninde sonunda informatif bir san’at dalı olduğu şeklindeydi. Bazıları tamamen, bazıları ağırlıklı olarak, bu Dört kişinin fotografları, informatif içerikli olabilir. Ben Şakir Eczacıbaşı’nın, informatif kabul edilemez, bazı fotograflarına hayranlıkla şahit olduğumu, söylemek isterim. Ancak, diğerleri tabiidir ki; informatiftir. Ve fakat kimin fotografının ne olduğundan ziyade, o görüşmede, kimin çağı ve fotografı ve teknolojiyi, neye göre okuyup, neye göre değerlendirip, neye göre bir pozisyon  aldığı, alacağı ya da hiç umursamadığının ortaya çıkmış olmasıdır. Tabiî detaylı bir şekilde, ne demiş olduklarını şimdi hatırlamıyorum. Ancak, Ara Güler asrın teknolojik gelişimini anlayamayacağı için, tamamen kapılarını bu türden işlere kapalı tutmuş olduğunu söylüyordu. Bu teknoloji ile kimseye kazık atılamayacağını da bildiği için, hatta biraz da kaderine küskün gibiydi. Oysa, dijitâl teknoloji kadar, basın fotografçılarının işine yarayan büyük bir teknoloji nimetini, bir basın fotografçısı olarak ıskalamak, akıl alır bir iş değildi. Şimdi bir olay olsa, bu haberi çekmen ile dış basına iletmen arasındaki mesafe, en yakın internet veya up-link imkânı mesafesidir. Ne banyo ne bir başka iş. Ara bu imkânı tepiyorsa, herkesin çıkartması gerekli olan ders çok fazladır.

Ersin her tür teknik gelişimin, çaresiz olarak yanındaydı. Çünkü bu derin teknoloji, Ona eski negatiflerini bile, bir miktar daha düzeltme imkânı verdiği gibi, yeni işlerde de, eksik gedik tamamlamak için idealdi. Bu yönden bakıldığında, Ersin’i takdir etmemek elde değil. Ancak burada bir noktaya parmak basmak gerek. Fotograf düzeltme programlarını kullanabilecek kadar usta olunmaması halinde, ortaya çıkan neticeler, gerçekten çok kötü olmaktadır. Bu sebeple bazı görseller “-Ben ne yapayım? Çok bilgisiz bir salağın elinden çıktım. Orijinalim daha sağlıklıydı.” diye de bağırmaktadır. Mutlak gerçek şudur ki; Öncelikle hiçbir müdahaleye gereksinim kalmayacak bir şekilde, adam gibi fotografı çekeceksin. Çekilen fotograf turistik-antik gayeli bir fotograf olsun diyelim. Ama o çekim esnasında kaldıramadığın, müdahale edemediğin, direk, elektirik telefon hattı, çöp bidonları gibi bazı fuzulî şeyler varsa, onları sileceksin. Oturup o fotografla resim gibi oynamaya başladığın zaman, bu işte çok muvaffak da olsan, sonuç olarak ortaya çıkan, bir eser de olsa; Onun adı fotograf değil, foto-illistre gibi bir şey olsa gerektir. Bu işi ben hiç yapmadığım yapmama da gerek kalmadığı için, Bu işe isim koymak da, benim haddimi aşar.

Program esnasında Okan, her Üç taraf arasında da, gelgitlerle yaşar gibiydi. Belki de programın icabı olarak, birilerini konuşturmak için, öyle de görünmeye ve davranmaya mecburdu. Bu sebeple kendisi hakkında, pek fazla yorum yapabilecek durumda değilim. Yapmam da ayıp olur. Ancak, bu üç fotografçıyı ağırladığı programın tüm dizileri için, bir multimedyatör(1) olarak, yorum yapmayı tercih ederim. Bu güne kadar Kendisinin yaptığı, en oturaklı program dizilerinden biri, hatta birincisi o program dizisiydi.  O programları izleyenler, muhtemelen çok değerli bilgiler elde etmişlerdir. Bu sebeple kendisine de teşekkür etmek isterim. Ayrıca Okan’a da fotograf konusunda, amatör bir ruh ve yaklaşımla yaşamasını tavsiye ederim. İyi zekâsı olduğu kesin de, o zekâyı idare edebilir aklı da varsa; hobisini fobisi haline getirmez İnşâallah. Ve İnşâallah fotografı dinlenmek ve oyalanmak için kullanır.

Şakir ise, yeni teknolojiden servis alınabileceğini söylemekle birlikte; eski teknoloji nimetlerinin yanında durmaktaydı. Bu tutumunda haklıydı da. Bizler için daktilodan bilgisayara geçmek, ne denli zor ama mecburî oldu ise; filmli bir teknolojiden, filmsiz bir teknolojiye geçmek de, o denli zor ve sıkıcı oldu. Bilgisayar için bir şey diyemem ama yeni teknoloji fotograf makinelerini, eski nesil çoğu fotografçının sevmediğini söyleyebilirim. Bu konuda fazla tedirgin olmalarını da yanlış bulmuyorum. Ancak bu denli ciddi bir meseleyi, sevmek ya da sevmemek gibi, romantik bir zaviyeden mütalâa etmeyi, gerçekten abes ile iştigâl görüyorum. Hiçbir mesele karşısında bu şekilde bir tutum izleyemezsiniz. O zaviyeye inerek yürüttüğünüz her fikir, fotografçı olarak Sizi, ne yazıktır ki; objektif olmaktan çok uzak kılar. Başından beri, sistem değiştirmek gibi çok büyük olan, bu problem karşısında, hem profesyonel üretici, hem de profesyonel bizlerin, yapmamız gerekenleri, karşılıklı olarak yapmayı akıl dahî etmediğimiz, edemediğimiz kesindir. Bunu da bazı fotograf makinelerine yansıyan fazla sapık, akıl dışı, çocuğa hitap eden ama çocuğun da, gencin de, benim de anlamadığımız, fazla arada derede kalmış teknolojilerden anlıyoruz. Oysa, hem Türk, hem de Dünya fotografçıları, kendi ülkelerimizde birleşmek ve bir fikir birliğine vararak, bu fikir birliğini de gerekli sanayicilere iletmek sureti ile bu teknolojiyi çok daha verimli, nimeti bol, aklı ve mantığı kolay, bir teknoloji haline getirtebilirdik. Bu savruk gidişatı yönlendirebilirdik. Amatörler bu değişimin nelere mâl olduğunu hiç anlamamış olabilirler. Ancak, Dünya üzerinde Milyarlarca Dollar servetin sokağa atılmış olduğunu da bilmeliler.

Ve fakat birleşerek ve bir akıl bütünlüğü içinde davranarak, bu elzemi yapmak ve böyle Evrensel bir akıl ile davranabilmek için, arkandan gelen gençleri, san’atsal çıkarları, Nasyonâl ve Enternasyonâl beşerî menfaatleri düşünüyor ve gözetiyor olmak gerekir. Sadece kendi otlağını düşünmek ne orada otlayana, ne de başkalarına hiçbir yarar sağlamaz. Bu sebeple Türk fotografı yarı yanlış, yarı doğru ellerde, Sen Ben çekişmeleri içinde, Cumhuriyet tarihinin yanlış biçimlenmesi tahtında, bu tahta da ancak yandan oturmuş bir şekilde, buraya kadar geldi de; yanlış ellerde Sultan Ahmet civarına demir attı da, daha ne kadar ve nereye doğru ilerler? İşte bunu bilemem. 

Dolayısı ile ben, bu ekran sohbetinde, kimin ne dediğinin üzerinde, fazla durmayacağım. Çünkü bence o program içre söylenen sözlerin, bugün bir kıymet-i harbisi yoktur. Ben o Dört kişinin, çok daha bilinçli ve mantıklı konuşmasını, her dediklerini uzay çağına, zamanın süratine ve şartların akışına kıyasla dile getirmelerini, tercih ederdim. Ama öyle yapmadılar. Sanki Onları dikkatle dinleyen gençler yokmuşçasına, aynen fotograftaki anlayışları gibi, babayani ya da alaylı bir tavırla, sohbetlerini sürdürmeyi tercih ettiler. Bu sebeple de ben, hem Onların hem de başka fotograf ve/veya görsel san’at tutkunlarının söylediklerini, kendi görüşlerimle bir paçal yaparak, bu konuyu geniş tutarak, analiz etmeyi tercih ettim ve bu yazı dizisine öyle de devam edeceğim.

Şimdi burnundan kıl aldırmaz tayfasının, “-Yahu Biz kim oluyoruz? Ki; dünyanın dev sanayicileri bizleri dinleyecek,” gibi suallerini, duyar gibi oluyorum. Topluca bu türden cemaatlerin kim olduklarına, kendileri karar versinler. Ama bu zamana değin, ben hangi markaya onun teknolojisi hakkında bir yazı yazdıysam, mutlaka ilgilendiler. Bu arada Beş görüşümü de tatbik ettiler. Ve bunlardan bazıları da halâ devam ediyor. Bu şekilde davranmak, hangimize zarar verir ki? Sadece patent hakkın kaybın olur. Onu da istersen patent alıp, ondan sonra teklifte bulunursun. Bu konuda bazı meslektaşlar ile benim başımdan geçen bir kaç olay çok dikkat çekicidir. Sonradan değineceğim Multivizyon konusunda, yatırımlar yapmak isterken, benim tercihlerim ses konusunda TASCAM ve EVoice serisi, bilgisayar + interface seçiminde: Eagle II AVL, DOVE2projeksion makinesinde de Kodak Carousel SAV 2050 marka ve modelleri olmuştu. Bilen iyi bilir ki; Bu sistem Bilgisayar > Teyp > İnterface > Projeksion > Ve Perdede fotograf görüntüleri şeklinde çalışır. Ve Bilgisayar bu sayede, hem 4 kanal teyp bandının 1 kanalına bilgi döşer, hem de sistemi kontrol eder. Ve sonra devre dışı bırakılır. Bu döşenen bilgiler de yaklaşık 150 ayrı komutu interfacelere aktarır. İnterfaceler de Üç projeksion makinesine hükmeder. Bu komutların arasında >zoom yap< komutu="" ya="" da="" buna="" mümasil="" bir="" komut="" yoktur.="" ancak="" kodak="" carousel="" de="" zoom="" objektif="" vardır.="" bu="" objektif="" için="" özel="" üretim,="" zoom="" yaptırma="" aparatı="" da="" vardır.="" burun="" kımıldatmakla="" bu="" aparat="" o="" objektife="" ileri-geri="" zoom="" yaptıramayacak="" olduğuna="" göre,="" bu="" zoom="" işini="" çözebilmek="" için="" ne="" olacaktır?="" işin="" enteresan="" tarafı,="" dünya’nın="" en="" büyük="" fuarı="" olan ="" foto-cino’da="" avl="" standındaki="" mühendis="" satıcı,="" kodak="" zoom="" aparatından="" habersizdir.="" kodak="" zoom="" aparatını="" satan="" kodak="" carousel ="" standındaki="" herkes,="" o="" aparatı="" kullanmak="" için,="" mevcut="" program="" olarak:="" avl’i="" adres="" olarak="" göstermektedir.="" baktım="" olmayacak.="" o="" fuardaki="" bu="" işten="" sorumlu="" olan,="" tüm="" kodak="" ve="" avl="" personelini="" bir="" araya="" getirdim.="" ne="" mi="" oldu?="" adamlar="" birbirlerinin="" salaklığına="" inanamadı.="" daha="" sonra="" neler="" olduğunu="" merak="" ediyorsanız,="" onları="" multivizyon="" bahsinde="">

Haydar Volkan,

Çiftehavızlar: 12.12.2011

Bu yazı dizisi, başlığındaki konularla ilgili olarak, devam edecektir. Lûtfen takip ediniz. Ki; bilmediğiniz çok enteresan konulara vakıf olunuz. Hem kendinizi hem de çevrenizi tanıyınız. 

 
Toplam blog
: 148
: 492
Kayıt tarihi
: 04.02.09
 
 

Haydar Volkan: 21.05.944 Rebabi bestekar Sabahaddin Volkan ve Piyanist Mukadder Volkanın oğlu olar..