Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Nisan '14

 
Kategori
Kültürler
 

Dağ dilinin gerçeğe yolculuğu

 Dedemden ninemden dinlemiştim yıllar önce ana dilimiz olan Kürtçeyi konuştukları için, konuştukları her kelime başına para cezası öderlermiş.

 
Çok tuhaf o zamanlar içinde bulunulan durum nasıl bir durumsa önemsiz bir şeymiş gibi hatırlıyorum, yine o kadar eski sayılmayacak aşağı yukarı herkesin duymuş olabileceğini tahmin ediyorum ve üzerine sonralarda kitap bile yazılan bir” kamber ateş nasılsın” hikayesi vardı gerçek bir hikaye, bir anaya yapılan büyük bir işkencenin hikayesi vardı; Mamak askeri cezaevine 12 eylül sonrası oğlunu ziyarete giden ancak ana dili yasaklı olduğu için kendisine ezberletilen kamber ateş nasılsın cümlesini tekrar tekrar söyleyerek gözlerinden yaş aka aka içinin sızısını yavrusuna özlemini anlatan ananın hikayesi…

O günlerde de benim dilimi yok sayıyorlardı. Etnik kimliğim zaten yoktu. Kültürel kimliğimi de çeşitli yasaklarla yok etmeye çalışıyorlardı. Dağa taşa “Ne Mutlu Türküm Diye “ yazmışlardı. Sağ olsun devlet mutlu olmamız için elinden geleni yapıyordu, buna gerçekten inanmamızı mı istiyordu bunu diretiyor muydu bilmem muhtemelen diretiyordu, biz de inanmış gibi yapıyorduk

Tüm bunlar yetmezmiş gibi; 12 Eylül 1980 darbesinden sonra bir kitap yayınladınız. O kitapta dediniz ki; “Siz Dağ Türküsünüz. isminizde karda yürürken kart kurt seslerinden dolayı Kürt oldu.” ah ne kadar da yaratıcı, kavram oluşturmak ve bir temele dayandırmak noktasında hiç sıkıntı yaşamazdınız Benim farklı bir dünyam, farklı bir dilim olamazdı. Zaten benim, dilim 20-25 kelimeden oluşuyordu” 20-25 kelimelik dilimle bir varlık oluşturamaz bir kültüre sahip olamazdım ve rüyalarım olamazdı ama huzur duymak istediğinizde içinde bulunduğunuz ruh halinden kurtulmak için bile usta fotoğrafçıların, ressamların yaşamımla, kültürümle, coğrafyamla ilgili çektikleri fotoğrafları, tuale aktardıkları resimleri bürolarınızın evlerinizin en güzel köşelerine astınız. Evlerinizde şark köşeleri düzenlediniz. evet burası şarktı ve sizlere çok uzaktı, sizin için sembolikti şark, iç huzurun rahatlığın saflığın sembolüydü o sebeple evlerinizin bir köşesinde mistik bir atmosfer yaratma çabasındaydınız oysa şark, sayenizde artık böyle bir yer değildi ve böyle bir anlam taşımıyordu.

Kendi topraklarımda hep uzak bir akrabaydım bu ülkenin halkına, nasıl oldu da kendi vatanımda kendimi hizmet için doğmuş hissediyordum, bunu hissetmeme sebep ben değildim muhakkak bana biçilen misyon bana karşı takınılan tutum buydu, evlerde temizlik yapan, inşaatlarda çalışan bir dağlıydım. Hep gülünçtüm, kirliydim, mağaradan gelmiştim, bana söylenenleri anlamazdım, benim konuştuklarım zaten anlaşılmazdı. Egemenlere göre çok uzaklardan kentlerinizi kirletmeye gelmiş gibi bakıyordunuz, çünkü siz çağdaştınız, batılıydınız. Hem zaten yıllar önce Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt ‘Bu memlekette Türk olmayanların tek hakkı vardır: Türklere hizmetçi, köle olma hakkı’ dememiş miydi; yaşam çizgim hep diğerlerinden farklıydı. Yaşamın ağır yükü beni sessizce yolculardı diğer tarafa veya ötekileştirdiğiniz tarafa…

Sonra mı?

Yetmedi yaptıklarınız köylerimizi evlerimizi yaktınız, babalarımızı kardeşlerimizi gözlerimizin önünde kurşuna dizdiniz, analarımızın göğsünden çocuklarını koparıp işkenceler ettiniz ve bir mezar bile yapmamıza fırsat vermeden çukurlara doldurdunuz, bunları hak edecek ne yapılmıştı bilmiyorum, tek suç var olmak istemek miydi dilimizi kimliğimizi bize teslim etmenizi istemek miydi?

Yaptığınız zulümler en nihayetinde uzun, kanlı ve kirli bir savaşı beraberinde getirdi, Sırf bu haklı mücadeleyi illegal göstermek için bizi terörist saydınız ve uzun soluklu sosyal –siyasal-ekonomik bir yaraya sebep oldunuz bizi köylerimizden edip göçlere zorladınız, yaşadığımız yerlerde insanca yaşama dair ne varsa cezalandırırcasına mahrum bıraktınız, büyük metropollerin çeperinde acı yoksulluk içerisinde yaşamı yeniden kurmaya çalıştık…

Ve nihayet bir gün yaşam kavgası içinde cebelleşirken uyandık uyandırıldık, duyduklarımıza inanamıyorduk. Artık, “Dağ Türkü” değildik ve Kürt olduğumuz söyleniyordu.

Bin yıldır birlikte yaşadığımız aklınıza gelmişti,
Et tırnak olduğumuz aklınıza gelmişti,
Hatta kardeş olduğumuzu bile söylediniz.
Hayret ettim.
Daha düne kadar köyümde bile dilimi konuşmam yasaktı. Ana dilimden şarkıları bile dinleyemiyordum. Kamu binalarına “Vatandaş Türkçe Konuş” diye yazmıştınız. ”Şimdi “20-25 kelimelik” dilimle 24 saat yayın yapan bir televizyon var. Üniversitelerde Kürdoloji bölümleri var. Okullarda seçmeli Kürtçe dersleri var. Bunlar çok güzel şeyler ancak, hala dilimin bir meşruiyeti yok. Ama kardeşiz. Olsun kardeşlerin birinin dilinin meşruiyeti olmasın mı ? Diyorsunuz.

Eminim bunu demiyorsunuz;

Kürt çocuklarının eğitim ve öğrenimi tam bir trajedidir.
Kürt çocuklarının dil kılığına bürünmüş diktatörlükten çektikleri yazılsa inanın diller lal olur.
Lütfen bunu görün artık.
Ve şimdi yıllardır yapılanlardan sonra ben sizden dilimi istiyorum.
Madem et ve tırnağız,
Madem kardeşiz,
Madem bin yıldır birlikteyiz,
O zaman artık kardeşin susmak istemiyor,
Artık kardeşin kucağına doğduğu ananın dilini istiyor,
Artık kardeşinin ölü bir dili olmasın.
Artık kardeşin dilsiz olmasın. Eminim bunu siz de istemiyorsunuz..

________________________

Diclegül MENEKŞE
Sosyolog
diclegul_menekse@hotmail.com 
 
Toplam blog
: 18
: 66
Kayıt tarihi
: 20.02.14
 
 

2008 yılında Süleyman Demirel Üniversitesi Halkla İlişkiler Yüksek Okulundan Mezun oldum. İşletme..