Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Mart '12

 
Kategori
Öykü
 

Dağ keçisinin düşleri

Dağ keçisinin düşleri
 

Barışın, dostluğun, dayanışmanın, sevginin ve umudun bütün bayramlarını, tüm dillerde kutluyorum.


"Dağın Gülü bir süredir düşlerinde çocukların kırlarda kendilerini özgürce dile getirip oynadığı, iyi beslendiği, eğitim gördüğü, rahat ve mutlu yaşadığı günleri görüyordu.

Bir patlamada parçalanan cansız bedenleri görünce derin bir acıyla sarsıldı. Ağladı, gözlerinden bitmek bilmeyen yaşlar aktı."

Selim artık haber izlemekten nefret ediyordu. Ama gözlerini de sürekli kapalı tutamazdı. Bir dağ keçisinin öyküsünü yazmayı düşünmüş olduğunu çoktan unutmuştu. Karanlık bir gecede gökten gelen ışıklarla yiten çocuk yaşamları duyunca bu satırlar kendiliğinden defterinde beliriverdi. Bir yandan ağlamış, bir yandan sözcükleri kağıdın üzerinde peşpeşe sıralamıştı.

Olanlara bir türlü anlam veremiyordu. Eski çağlardan beri uygarlığı kurmak için taşları üst üste koymanın acı bir bedeli olduğunu biliyordu. Günümüzün piramitlerini köleler yapmıyordu ama yeni yaşamlardaki eşitsizlik ve çaresizliğin eski dönemlerdekinden çok da az olduğu söylenemezdi. Bekir Yıldız'ın Kaçakçı Şahan'ını okuduğundan beri sınır kaçakçılığı ona Picasso'nun Guernica'sındaki parçalanmış kol ve bacakları çağrıştırıyordu.

Toplumsal eşitsizlik ve karmaşıklık ile bireysel umutsuzluk ve dışlanmışlık.

Tüm bunların böyle acımasızca bir araya gelmesi günümüze özgüydü. En altta ve en üstte farklı acılar ve savaşlar yaşanıyordu. En tepedeki kilit kadroların ve en altta üç beş kuruşa, bir eşek yüküne  yaşamlarını riske atanların gözlerindeki gerçek farklıydı.

Bizim dağ keçisi gökte parlayan büyük ışığın eşekleri ve çocukları nasıl parçaladığını, Picasso'nun tablosunun acı bir tekrarını kayaların arasından görmüş olabilir miydi?

Tüm bunlar yukarılarda yapılması istenen değişiklikler için piyonlar düzeyinde acımasızca oynanan bir oyun muydu? Selim'in dağ keçisinin öyküsüne sığınması bir kaçış mıydı, yoksa gerçeği ve umudu bir başka düzlemde bulma çabası mıydı?

Dağın Gülü'nün inatçı bakışları gözlerinin önünde belirdiğinde küçük de olsa bir umut ışığıyla yazmaya başladı.

....

 Dağın Gülü'nün dedesinin zamanında daha fazla umut vardı. İnsanlarda bir coşku, bir özlem ışıldıyordu. Özgürlüğe ve dik durmaya sevdalı bazı dağ keçileri de bu canlılığa kayıtsız kalamamış, köye gelmişlerdi. İşte Hırçın onlardan biriydi. Çocuklardan biri gelir gelmez takmıştı bu adı. Hemen sonra da ilk kavgasına karışmıştı Hırçın. Köyde konuk olan üniversiteli gençlerden bir kız Hırçın'ın gözüne kestirdiği güzel köy keçisini kucağına alınca onu karşısında buluvermişti. Hırçın'la Buğulu'nun ilişkisi böyle başlamıştı.

Dağın Gülü'nün anne ve babasının zamanında işler kötüye gitmeye başlamıştı. İnsanlar artık iyice gerginleşmişti. Kafesin içine kapatılmış doğa canlıları gibi bir çıkış yolu arıyorlardı. Dağ keçileri onları anlıyordu. Özgürce dolaşmaya alışınca kalıplara sıkışmayı kabullenmek çok zordur.

Yıllar sancılar ve bekleyişlerle geçmişti. Köyler yerinden oynamış, ormanlar ateşlere boğulmuş, insanlar acılarla kıvranmıştı. Dağın Gülü'nün gözlerinin önünden bir zamanlar dedesinin belleğine yerleşmiş sıcak birlik resmi hiç çıkmamıştı. İnsanların birbirine sevgiyle baktığı, yavru keçileri kucaklarına alıp okşadığı güzel günler.

Umut artık yalnızca bahar gelince yaşanır olmuştu. Yüzyıllardan beri doğa uyanınca kendi gelecekleri için de yeni düşler kurmaya başlayan insanlar ateşlerden sekerek coşkularını paylaşıyordu. Keçiler de kayalıklarda oynayarak sevinçlerini gösteriyordu.

Ovalar, dağlar, ırmaklar, denizler, ormanlar, çimenler herkesindi. Bunları sevgiyle paylaşmak, doğanın uyumlu bir parçası olarak yaşayıp bedenini başka yaşamlara katmak gerekiyordu. Ama acımasız bir hırs neredeyse tüm dünyayı acıya boğuyordu.

Umut bir gidiyor, bir geliyordu. Sevgi ve anlayış kıpırdadıkça yaklaşıyor, nefret ve öfke aradan sıyrılınca ürkerek geri çekiliyordu.

Dağın Gülü hep umutlu olmaya çalışıyordu. Aklında dedesinden kalmış sevgi dolu genç insanlar vardı. Neşeyle hoplayıp zıplayan keçiler, coşkulu oyunların büyüsüyle şenlenen daha güzel köyler, doğanın sakinliğinin bozulmadığı dağlar istiyordu.

İşte bu yüzden artık hep çocukların köylerinde mutlu olduğu, neşe içinde yaşadığı düşler görüyordu.

Uzun süredir içindeki umut büyüyordu. Ölümün ve acıların geride kalacağı günleri bekliyordu.

Gökyüzündeki sinsi kuşların nereden geldiğini, neler yaptığını bilmiyordu. Yoksul, çaresiz insanların mayınların arasından birkaç kuruşa mal alıp getirmek için eşekleriyle birlikte ne büyük tehlikelere atıldığından haberi yoktu. Yaşamını zorlukla sürdürebilen küçük insanların kendini doğanın efendisi gibi gören büyük güçlerce nasıl harcanabildiğine henüz tanık olmamıştı.

Bu yüzden gökten süzülerek inen ışık gözbebeklerinde yansıyınca hiçbir kuşkuya kapılmadı. Karanlık gökyüzünü yırtan izi kayan bir kuyruklu yıldıza bakar gibi izledi. Uzaktan gelen büyük sesle sarsılan yerin üstünde donup kaldı. Şaşkınlıkla baktı. Karanlığı delip bir umut pırıltısı görmeye çalıştı.

Gördüğü yalnızca küçücük çocukların parçalanmış umutlarıydı.

Gözlerinden durmak bilmeden akan yaşları tutamadı. Dünyanın acımasız efendilerinin taşlaşmış yüreklerine bir türlü ulaşamayan sevgi onun yüreğinde derin bir acı oldu. Ağladı, ağladı, ağladı.

 
Toplam blog
: 72
: 274
Kayıt tarihi
: 08.01.12
 
 

1958 doğumlu. Mühendislik eğitimi aldı. Teknik alanda çalışırken kültürel konulara ilgisini sürdü..