Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Ocak '14

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Dağa Kaçtım ~~ Orta Anadolu notları - 3.2

Dağa Kaçtım ~~ Orta Anadolu notları - 3.2
 

Ulu Cami


Arapgir ve çevresinde üç beş kişi kalmış bir Ermeni nüfusundan söz ediliyor bugün. Atalarının yaşadığı yerleri, varsa eğer onlardan bugüne kalan bir duvar parçasını, bir izi görebilmek için okyanus aşırı topraklardan kalkıp Arapgir’e gelen insanlar var artık. Bugün gelinen nokta itibariyle, geçmişten bugüne uzanan süreçte kabuk tutmuş eski yaraları kaşımak yerine, iki halkın ortak yaşanmışlıklarını öne çıkararak yeni bir bakış açısı yaratmak ve bozkıra atılan bu fırça darbelerini bir üst düzlemde anlamlandırabilmek, belki de Arapgir’i kendisiyle ve tarihiyle daha barışık ve samimi bir noktaya taşıyabilir.

 

Üstümüze gelen evlerden biri; eski mi eski...

Vadiye doğru inen sokaklardan birinde; bir üç yol ağzında, neredeyse yaşadıklarından yorulduğundan mıdır nedir; üstümüze doğru eğilen iki katlı eski bir Arapgir evinin önünden geçiyoruz. Hüzün sinmiş kararmış tahtalarına. Ses seda yok; kimse yaşamıyor çoğunda bu eski konakların. Kimindir; sahipleri yada varisleri nerededir? Bilinmez; ama ot bürümüş bahçelerindeki görmüş geçirmiş ağaçlar, bir şeyler anlatmak ister gibi rüzgâra uyup fısıldamaktalar. Bir anlasak; ah bir anlasak dediklerini...

 

Asım Bey Evi; beşikler, sandıklar, daha neler neler

 

 Asım Bey Evi; duvardaki kilim ve peşkirler

Sokakta biraz ilerleyince, yemyeşil bir bahçenin içinde iki katlı bir evin bulunduğu bir avluya girdik. Evin sahipleri; Asım Bey ve eşi, ağaçlar altında bir kahvaltı sofrasındaydılar o an. Eşiyle birlikte bizi sevgiyle ve büyük bir konukseverlikle karşıladılar. Avlu ve iki katlı ev bir müze gibiydi. Asım Bey, bir yandan topladığı her türlü etnografik malzeme ve efemeradan oluşan kapsamlı bir koleksiyona sahipti; diğer yandan müzik ve tasavvufla olan yakın ilgisi nedeniyle başka uğraş alanları da vardı. Evin ikinci katındaki balkona çıkan merdivenin ve balkonun içleri; salça, biber ve domates kurusu, muhtelif reçeller ve dut kurusuyla dolu tepsilerle kaplıydı. Balkon ve balkondaki masanın üstü bile türlü büyüklükte çanlar, hedikler, eski sandalyeler, mutfak kapları gibi türlü eski eşya ile doluydu. Bu kadar çok malzemeyi bu mekâna sığdırmak ve onları sergilenebilir kılmak hiç de kolay olmasa gerekti. Asım Bey’in müzik, hat sanatı ve diğer uğraşları için ayırdığı oda ise gerçekten görülmeye değerdi. Duvarlarda ve odanın eşya konulabilecek her yerinde başka bir obje vardı. Kendi evini büyük bir konukseverlikle Aragir’e gelen ziyaretçilere açan bu adam, bir anlamda gerçekten bir Arapgir gönüllüsü gibiydi. Kendisine teşekkür ederek ayrıldık ve vadiye doğru yürümeye devam ettik. 

 

 Kaşkaloğlu Konağı

 

Kaşkaloğlu Konağı; oda ve pencere önünde divan

 

 Kaşkaloğlu Konağı; ikinci kat balkonu

Sokaklardan biri vadiye doğru iniyor. Orada restorasyonu devam eden bir konak daha var. Kaşkaloğlu Konağı burası… Mustafa Bey’in rehberliğinde taş ve ahşabın uyum içinde kullanıldığı gösterişli binaya giriyoruz. Merdivenlerle çıkılan girişteki sahanlık geniş bir hole; hol ise aşağıdaki ağaçlıklar içindeki yemyeşil vadiye doğru bakan ahşap dolaplı ve kerevetli odalara açılıyordu. Yine bir ahşap merdivenle çıkılan ikinci katta da benzer bir yerleşim planı mevcut. Geniş ve yüksek tavanlı odalar, ışığı içeri alan geniş pencereler ve bazılarında yer alan gömme banyolarıyla her bir oda zenginlik dönemlerinin konforunu sunar gibi. Rehberimiz Mustafa Bey’in anlatımlarına göre; Belediye tarafından yürütülen restorasyon sonrasında bu mekanının da konukevi olarak kullanımı planlanıyormuş.

 

 Cevat Çobanlı Konağı'nın arkasındaki ceviz ağaçları

 

Cevat Çobanlı Konağı; genel görünüş

 

Cevat Çobanlı Konağı; ön cepheden

Kısıtlı zamanda; Mustafa Bey’in teşvikiyle ziyaret ettiğimiz diğer bir mekân, Atatürk’ün silah arkadaşlarından ve Atatürk ile aynı yılda; 1938’de vefat eden Cevat Çobanlı Paşa’nın varislerine ait konak oldu. Bu yapıda restorasyonu yeni tamamlanmış, asırlık ceviz ağaçlarının arasındaki bir dere yatağına bitişik konumda; son derece etkileyici ve üç katlı bir yapı idi. Yapının en üst katında ise, bunlara ek olarak bir de teras bulunmaktaydı. Haremlik ve selamlık girişleri farklı; birbirine benzer geniş pencereli, kocaman gömme dolapları olan, pencerelerin hemen önüne konumlanmış çepeçevre divanların yer aldığı odaların içinde ayrıca şömineler de bulunmaktaydı. İçerden bağımsız merdivenlerle ulaşılan; birbirinden bir anlamda yalıtılmış haremlik ve selamlık bölümlerinde dolaşırken mekânların karmaşıklığı ve planlarındaki benzerlikler, insanın nerede olduğunu karıştıracak düzeyde idi. Hele evin ana girişlerinden birindeki kapının üstünde yer alan kilit sistemi ise, ıssız dağ başında bir derebeylik şatosunun zenginliklerinin korunma içgüdüsünü hatırlatır gibiydi. Zaten evin; uzaklardan fark edilen ve çevresine hâkimiyet hissini veren ihtişamlı görüntüsü de bir tür kale-şato çağrışımını akla getiriyordu. Yapının Belediye tarafından Cevat Çobanlı Paşa’nın Anafartalar Muharebelerinde Mustafa Kemal Atatürk’le birlikte savaştığı Çanakkale Savaşı’nın merkezinde yer aldığı bir müze olarak düzenlenmesinin düşünüldüğünü öğrendik.

 

Cevat Çobanlı Konağı'ndan vadiye bakış

Göremediğimiz daha çok mekân vardı; restore edilmiş başka konaklar, camiler, hamamlar ve diğerleri… Ama Kemaliye’ye doğru gitme zamanıydı. Mustafa Bey'le vedalaşarak Arapgir’den ayrıldık.

Dipnotlar:

 

(1)   Arapgir Katedrali'nin fotoğrafı, http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/d/d4/Arapgir_church.png adresinden alınmıştır.

 

Yazan ve fotoğraflayan: İbrahim Fidanoğlu

Düzenleyen: M.YC

 
 
Toplam blog
: 140
: 882
Kayıt tarihi
: 02.09.12
 
 

  Ben ve iki eski dostum; bilgi dağarcığımızı doldurabilmek ve şehrin keşmekeşinden uzaklaşab..