Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Aralık '13

 
Kategori
Dünya Şehirleri
 

Dağa kaçtım ~~ Özbekistan notları-1.2

Dağa kaçtım ~~ Özbekistan notları-1.2
 

Mirza Uluğbey


Bugün gelinen nokta itibariyle, Özbekistan, 16 eski Sovyet cumhuriyetinden birisi ve sosyalizm denemesinde hüsrana uğramış bir pratiğin mağdurları olarak, bugün yeniden bağımsızlık denemesine girişmiş durumda. Bu yeni durumun, dünyada değişen politik-ekonomik-sosyal şartlar göz önüne alındığında ve de özellikle dünyanın stratejik ekseninin Doğu Asya ve Pasifik’e doğru hareketlendiği bir dönemde nasıl sonuçlanacağı merak konusu olmalıdır. 11 Eylül 2001’den itibaren Dünya’da başlayan yeni süreçte Afganistan’ın bir çekim ve terör merkezi haline gelişi, Özbekistan’ın da bu gelişmelerden ister istemez etkilenmesi sonucunu doğurmuştur. 2003’lerden beri özellikle Fergana ve Ahdican’da gelişen din eksenli ayaklanma ve darbe girişimlerinin de bu politik konjonktürden bağımsız geliştiği düşünülemez. Ancak, ne olursa olsun dış dinamiklerin etkisinde gelişen Maveraünnehir coğrafyasındaki bu ayaklanma girişimleri, hiçbir zaman halkların üzerindeki “tek adam” yönetimlerine haklılık kazandıramaz ve zaten 21.yy.da bu tür girişimlerin sürdürülebilirliği de artık kalmamıştır.

 

 Hz. İmam Türbesi

 

Şaş’dan (yada Keş) Taşkent’e-“Ekmek Şehri”ne yolculuk

 

Tarihi İpek Yolu üzerinde yer alıp da diğerlerine göre daha geri planda kalmış ve 19.yy.dan sonra Rusların elinde hayat bulmuş bir şehir olarak Taşkent, 1966 yılında yaşadığı büyük deprem sonrasında Sovyetler Birliği döneminde baştanbaşa yeniden tasarlanmış. Geniş bulvarları, şehirde yaşayanların nefes almasına imkân veren son derece geniş yeşil alanları, 1966’da yapılan meşhur metrosu ile yer altına çekilmiş yaya ve araç trafiği sayesinde, çağdaş insanın yaşamına olanak verecek yaşam şartlarını bağrında taşıyan bir kent kısacası Taşkent. 

500 metre yüksekliğinde, 2008 yılında 2200’ncü kuruluş yıldönümünü kutlamış, 1888’den itibaren de bölgenin resmi başkenti unvanını taşıyan Taşkent, 2.Dünya Savaşı’nda Rus mültecilerin bir anlamda sığınağı ve doyduğu yer olmuş. Bu nedenle de o günden beri Taşkent; “Ekmek Şehri” olarak da anılıyormuş. Doğrusunu söylemek gerekirse, Taşkent’te yediğimiz; halka şeklindeki ve üstünde onu yapan fırıncının mührünü taşıyan, oldukça tok, simit tadındaki ekmekleri nedeniyle, şehrin bu unvanı hak ettiğini de belirtmeliyiz.

“Bizim gücümüze inanmazsanız bizim yaptırdığımız binalara bakın” diyen ve müstakillik döneminde yeniden keşfedilen Timurlenk’e selam gönderen dev boyutlu ve son derece gösterişli kamu binaları, kentin en dikkat çeken mimari yapılarını oluşturuyor. Özellikle 1991’den itibaren ülkede başlatılan bir bağımsız Özbekistan rüyasının tetiklediği imar hamleleri, bize geçen yıl Üsküp’te Makedonların sürdürdüğü kente yepyeni bir çehre kazandırma uğruna giriştikleri İskender’den başlayıp 19.yy. Bulgar-Makedon komitacılarına kadar uzanan bir ulus yaratma serüvenini hatırlattı.

 

Taşkent'te Hz. İmam Camisi yada Cuma Mescidi

3 milyon civarı nüfusuyla eski Sovyet Cumhuriyetleri içinde Moskova, Petersburg ve Kiev’den sonra en büyük kent olarak dikkat çeken Taşkent, Orta Asya’nın da en büyük kentidir. Gençlik yıllarımızda Taşkent Film Festivali’ne ülkemizden katılan sinema oyuncularının uğurlama törenleriyle hatırladığımız Taşkent, bugün için artık o eski Taşkent değildir. Bir yandan belli “muhit”leriyle “yasak şehir” hezeyanlarına kapılmış ve eskinin gölgesinde kalmış silüetine ruh verebilmenin telaşı içindeki yorgun kent, halkıyla ne kadar barışık olduğu tartışılır bir yönetim anlayışının acımasız nüfuzu altında kaderine yürümektedir şimdi.

 

 Hz. İmam Türbesi

 

Taşkent ve diğer İpek Yolu üzerindeki Özbekistan şehirleri, İslam’ın Orta Asya’daki hâkimiyetinin simgesi olarak görünen mescitler (onlar camiye mescit diyorlar; bunu sonra konuşuruz), dev medreseler, türbeler ve külliyelerle kaplı vaziyette. İnsan bu dini yapıların büyüklüğü ve ululuğu karşısında ezim ezim ezilirken, Cuma ve bayram namazlarının kılındığı muazzam büyüklükteki yaklaşık 10.000 kişinin birlikte namaz kılabildiği Cuma mescitlerini dolaşırken bir şeylerin eksik olduğunu hissediyor. Bir dini yapıya ruh veren ve onu bir anlamda yaşatan en önemli şey içinde inananların yaptığı ibadet olsa gerek. Özbekistan’daki 10 günlük seyahatimiz sırasında bu muazzam yapıların en büyük eksikliği olarak gözlemimiz, bu yapılara bir ruh kazandıracak bu ruhani atmosferin mevcut olmamasıydı.

 

 Hz. İmam Külliyesi; Medreseler önündeyiz

 

Bunu bir politik yada dini söylem olarak belirtmiyorum, bir gözlem sadece bizimkisi. Yeniden bizleri düşündüren de; Timur’a selam gönderecek büyüklükteki bu yapıların içini boşaltacak ölçüde yalnız bırakılmış o hüzünlü ve kimsesiz duruşlarıydı sanki. En azından 10 gün boyunca o kadar dini ağırlıklı yapıyı ziyaret etmemize, şehirlerin ara sokaklarında ve caddelerinde günlerce dolaşmamıza rağmen, bir ezan sesini ülkemizdeki netlikte duyamadık. Burada istisna olarak belirtebileceğimiz durumlar ise, Buhara’da Poyi Kalon Camisi’nin son derece geniş avlusunda dolaşırken derinden derine duyduğumuz Kuranı Kerim okuyan bir hafızın sesi ve Hiva’da yine böyle bir camide çok kısık sesle ve sadece içeri verilmiş olarak işittiğimiz öğle ezanının sedasıydı. Bu durum gerçekten hayret vericiydi; dini yapıları ve şekli kabulüyle o kadar İslam görünüp de uygulamada bunun izlerini görememek, başka türlü bir “din” uygulamasını ele veriyordu sanki.

 

Bu noktadan başlayarak, Taşkent’te sabahın erken saatlerinde ilk uğradığımız yer de, şehrin biraz çeperinde yer alan Hz. İmam Külliyesi idi. Hz. İmam yada asıl adıyla Ebubekir Muhammed Kafali Şaşi, 10.yy.da Maveraünnehir’de İslam’ın Şafii Mezhebi’nin yayılmasına öncülük eden, anahtarcılık yaparak geçimini sağlayan (kafali oradan geliyormuş), Taşkentli bir İslam önderi olarak biliniyor. Şaşi sözcüğü ise Taşkent’in o dönemdeki ismi olan Şaş’dan geliyor; Taşkentli Anahtarcı Ebubekir Muhammed anlamında yani. Hz. İmam, aynı zamanda Taşkent’in koruyucu dini önderi olarak da kabul ediliyor; bu da bize Avrupa kentlerindeki kenti koruyan azizleri hatırlattı nedense.

Külliye, 2000’li yıllarda adı bilinmeyen(!) bir takım iş adamlarının desteği ile adeta yeniden yapılmış. Çünkü “tek adam” yönetimlerinde asla o kişinin önünde yada yanında başka isimlerin telaffuz edilmesine pek de iyi gözle bakılmıyor. Özbekistan’da gördüğümüz bütün dini yapılarda; mimari yapıların korunması ve yeniden ayağa kaldırılması açısından hep aynı yaklaşım vardı diyebiliriz. Yapılar, zamanın tahribatına karşı restorasyon adı altında, aslında tamamen sil baştan yapılıyor; çünkü yanlarına gidip incelediğinizde yapı gıcır gıcır… Sanki yıkılıp yeniden yapılmış gibi. Bir de şunu söylemeliyiz bitmeyen sürekli bir restorasyon ve tamirat süreci de hep mevcut.

 

Külliye, Ebubekir Kaffal Şaşi TürbesiSakalı Şerif MedresesiBarakhan Medresesi, Müftülük Binası ve Halife Hz. Osman’a ait olduğu belirtilen ceylan derisine yazılmış Kuran-ı Kerim’in saklandığı kütüphane binası ve revaklı Hz. İmam Mescidi’nden oluşuyor. Hz. İmam Mescidi, aslında bir Cuma mescidi... 5000 kişiden fazla insanın aynı anda namaz kılmasına olanak verecek boyutta geniş bir mekâna sahip caminin içinin hiçbir özgünlüğü yok. Tamamen yeni yaklaşımlarla yapılmış, koskocaman salonda küçücük bir mihrap ve tavandan sarkan kocaman yeni bir avizeden başka neredeyse ortada bir şey yok. Yani gözümüzü dolduran bizim selâtin camilerinin içindeki şatafat ve görkem göz önüne alınırsa, son derece sade kalıyor. Bir başka açıdan bakıldığında, belki de din de sadelik açısından bu daha iyi de olabilir. Ancak; tezat olan şey, avlusunun çevresi ahşap revaklarla kaplı tarihi bir caminin namaz kılınan bölümünün bu kadar yeni ve her türlü süslemeden uzak bir şekilde tasarlanmış olması. 

 

Caminin en önemli unsurlarından birisi, aslında bu revaklı avlu ve caminin ana yapısında ayrı bir konumda yükselen yaklaşık 54 metrelik dev minaresi. Revaklı bölüme avludan birkaç basamaktan oluşan merdivenlerle çıkılıyor. Revaklar, genellikle karaağaçtan yada ceviz ağacından yapılan, alttan üste doğru gidildikçe incelen bir kesite sahip, üzeri son derece güzel desenlerle işlenmiş ahşap kolonlar tarafından taşınıyor. Son cemaat yeri işlevi gören bu revaklarda kullanılan mimari üslubu, aşağı yukarı tüm Özbekistan camilerinde gördük diyebiliriz.

 

 Hz. İmam Camisi'nin 54 metrelik dev minaresi

 

Hz. İmam’ın Makberası da denilen ve turkuaz kubbesi ile çok uzaklardan seçilen Hz. İmam Türbesi, çevresinde yer alan tuğla malzemeden örülmüş çok sayıda başka kabirlerle dolu bir alanda ve külliyenin arka bölgesinde yer alıyor. Her bir kabrin düzgünlüğüne, yıpranmamışlığına ve hatta kırmızı küçük tuğlalarla muntazaman örülmüş standart duruşlarına ve hadi daha açık söyleyelim; yapaylığına bakıldığında, bunların altında gerçekten yatan var mı diye de insanın aklından geçmiyor değil. Ama Özbekistan’da gerek Hiva surlarında gördüğümüz; şehri Ortaçağ Arap akınlarından korumak amaçlı konumlanmış mezarlar ve gerekse bu tür önemli dini kişiliklerin türbeleri çevresine yerleşmiş mezarların hepsinde buna benzer bir durumu gözlediğimizi söyleyebiliriz.

Devamı gelecek...
 
Daha fazla fotoğraf ve bilgi için:
 
Dipnotlar:

(1)   http://en.wikipedia.org/wiki/Bactria adresinden alınmıştır.

(2)  http://en.wikipedia.org/wiki/Roxana adresinden alınmıştır.

(3)  http://en.wikipedia.org/wiki/Stateira_II adresinden alınmıştır.

(4)  http://en.wikipedia.org/wiki/Bactria adresinden alınmıştır.

(6)  http://en.wikipedia.org/wiki/Khanate_of_Khiva adresinden alınmıştır.

 

Yazan ve fotoğraflayan: İbrahim Fidanoğlu

Düzenleyen: M.YC

 
 
Toplam blog
: 140
: 882
Kayıt tarihi
: 02.09.12
 
 

  Ben ve iki eski dostum; bilgi dağarcığımızı doldurabilmek ve şehrin keşmekeşinden uzaklaşab..