Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Şubat '13

 
Kategori
Kültür Turizmi
 

Dağa kaçtım ~İzmir'in kayıp gölü; Halkapınar

Dağa kaçtım ~İzmir'in kayıp gölü; Halkapınar
 

Halkapınar


Bugün mazide kalmış korulukların hatırasını yâd edercesine, onların adlarıyla anılan Çamdibi, Çınarlı ve Mersinli semtlerinin sokaklarından geçerken kim duyar bülbüllerin, ispinozların ve kukumav kuşlarının sesini? Aklınıza getirir misiniz hiç; buralarda bir zamanlar balıkların oynaştığı, rüzgârlarla fısıldaşan sazların serpilip geliştiği bir kayıp gölün hikâyesini… Anlatacaklarımız o göle ve o gölden doğan efsanevi çaya dairdir.

 

19.yy. kartpostalı; Halkapınar Gölü, önde bir kervan; hemen arkasında solda su derleme yapısı

 

 

Çok uzakta değil; zamanımızdan daha 50 sene kadar önceleriydi. Tatlı su kaynaklarıyla şehre hayat veren bu yaşam pınarı ile ilgili tanıklıklar hala içimizdedir ve canlılığını korumaktadır. Yazın kavurucu sıcaklarında çevrede gelişen yeni yerleşim alanlarından yada Kadifekale’nin eteklerine konumlanmış nispeten şehrin dar gelirli insanlarının yaşadığı mahallelerinden buralara gelip bu cenneti keşfeden çocukların dünyasında iz bırakan bir hatıradır şimdi yaşananlar. Aile büyükleri, Mübadele sürecinde Selanik – Kozana’dan Manisa’nın Koldere köyüne göçen, daha sonraları 1950’lerde de Manisa’dan kalkıp İzmir’e yerleşen Ballıkuyulu Hasan Ali Çağlar Amca, Selvili Mescit yokuşlarında göl ve çevresi ile ilgili şunları anlattı:

 

 

 

“50’li yıllardı. İzmir’e Manisa’dan yeni göçmüştük. Askerden sonra Tekel’de işe girdim. Halkapınar gölünde o zamanlar yüzmeye giderdik. Orada çok çocuk boğuldu. Bayraklı’da şimdiki Adliye’nin denize doğru biraz ötesinde Manda Çayı ile birlikte sulak alanlar vardı. Ördeklerin konaklayabileceği sazlık alanlarla kaplıydı o civar. Oralara ördek avına giderdik, Vurduğumuz ördeği hemen Tekel deposundaki arkadaşlara götürürdük; onlar hazırlar, bize bir bacağını verirler, gerisini tüm arkadaşlar birlikte yerlerdi.”

 

 

 

20.yy.ın başında, iki kıyısında yavaş yavaş baş veren fabrikalarla gelecekteki bir yok oluşun ilk işaretlerini veren kısa Meles Çayı o yıllarda kış yaz aynı kararlılıkla taşmadan, kurumadan usul usul kaynağının bulunduğu Halkapınar Gölü’nden körfeze doğru akardı. Yüzyıllar süren bu serüveni antik çağ yazarları şöyle anlatıyorlar:

 

 

 

İ.S. 4.yy.da yaşayan Himerios’a göre; “Bu Meles Çayı İzmir’in varoşları içinde doğar. Çayın kaynakları pek çoktur ve birbirlerinin yanından çıkmaktadırlar. Bu kaynaklardan oluşan çay, hemen bu kaynakların yanında bir göl halini alır ve bunun her tarafında küçük sandallar, gerek kürek ile ve gerek sahilden yedekleme suretiyle seyredebilirler. Çayın etrafı serviler ve zarif sazlarla bezenmiştir. Çay, çok yakın bir mesafede denize akmaktadır. Fakat bilmem ki akmak tabirini kullanmak caiz midir? Çünkü çayın aktığına delalet edecek bir ufacık şırıltı bile yoktur. Ve gizlice denize karışmaktadır.” (1)

 

 

 1 Mayıs 1906 tarihini taşıyan bir kartpostal; Meles Çayı ve kıyısında fabrika bacaları

 

 

İ.S. 2.yy.da İzmirli hatip Aelius AristidesMeles Çayı’nı ve Diana Hamamları’nı tanımlarken, “Şehrin sokaklarına hâkim olan Apollon’un kapılar önünde ziynet olacağı yerde deniz perilerine ismini veren ve kaynağından denize kadar yatağını kazan Meles, şehrin kapıları önünden kolunu uzatmaktadır. Bu kaynaklar, suları kısa bir mesafede denize akan bir hamamdır. Meles, mağaralardan, evlerden ve ağaçlardan geçerken aynı suretle akar, yatağının ortasında parıldar ve denize gider. İleride kaynağın yüksek kısmında havuza benzer bir duvar vardır ve kanal burada başlar. Meles kaynağında çağıldamaz, bunların dalgaları yavaş yavaş, sessizce denize kavuşur. Bazı defalar rüzgârlar, tehditleri altında denizi kabartınca Meles’in sularını geri atar, o zaman ki iki suyun satıhları ayrı ayrı görülür ve nerede birleştiklerini anlamak mümkün olmaz. Zaten Meles’in her tarafı balıkla doludur. Meles, yazın da kışın da aynı ebattadır; hiçbir zaman yağmurlar onun taşkınlığına yol açmadıkları gibi sıcaklar da onu kurutmamıştır. Cansız bir şeymiş gibi daima aynı şekil ve aynı rengini muhafaza eder. Meles, serseri değildir, yatağından uzaklaşmak elinden gelmez. Şehrin aşığıymış gibi oradan uzaklaşmaya cesaret edemez ve şehre karşı dinmeyen bir aşk beslediği için ebedi yatağını muhafaza eder. Bunun içindir ki şehri biraz dolaşır ve çıktığı yerde biter” demektedir. (2)

 

Strabon ise İzmir ile Meles arasındaki ilişki için şunları anlatmaktadır:

 

 

 

“Kentin bir parçası tepededir ve surla çevrilidir, fakat büyük kısmı ovada limanın, Metroon’un ve Gymnasion’un yakınındadır. Kentin caddelere ayrılışı özel bir şekilde düzenlenmiştir. Bunlar birbirlerine olabildiği kadar dik doğrular şeklindedir ve taşlarla döşenmiştir, alt ve üst katları bulunan portikler vardır. Bir de içinde Homeros’un Ksoanon’u bulunan Homereion adı verilen dörtkenarlı bir portik (stoa, revak) bulunur. Bu nedenle Smyrnalılar Homeros üzerinde özellikle hak iddia ederler ve gerçekten de kentin bir tip tunç sikkesi Homereion adını taşır. Meles nehri surların yakınında akar, kent diğer kuruluşlarının yanı sıra bir de kapatılabilen bir limana sahiptir.”(3)

 

19 Aralık 1907 tarihini taşıyan bir Halkapınar kartpostalı; önde su derleme yapısı

 

 

Prof. Dr. Ersin Döğer; İzmir’in Smyrna’sı isimli kitabında artık tarihin derinliklerinde kaybolmuş Halkapınar Gölü’nden ve buradan doğan Halkapınar Deresi’nden şöyle söz eder:

 

 

 

“Bugün bulunduğu semte ismini veren Halkapınar kaynakları ve bu kaynakların yeryüzüne çıktıktan sonra oluşturduğu gölcük, Prehistorik çağlardan 50 yıl öncesine kadar bölgenin en büyük tatlı su rezervi olarak hizmet verdi. Bizans Çağı’nda (13.yy.) yazar Georgios Akropolites tarafından Periklystra (Halkapınar) olarak anılan birkaç pınarın birleşerek oluşturduğu bu yuvarlak gölcük civarı bir mesire yeriydi. Helenistik Çağ’ın başlarında kent Bayraklı – Tepekule’deki eski yerinden Kadifekale ve yamaçlarına taşındığında Antikçağ’ın yazarları tarafından Homeros’un doğum yeri olarak efsaneleşen kutsal Meles Çayı’nın yeryüzüne çıktığı kaynak olarak bilindi. Gerçekten de bazı yazarların Meles Çayı ve kaynaklarına ilişkin tanımları Halkapınar gölcüğü ve bu gölcükten çıktıktan kısa bir süre sonra denize kavuşan Halkapınar Çayı’na uymaktadır.

 

 

19.yy. fotoğrafçısı Rubellin’in kamerasından Halkapınar Gölü ve çevresi

 

 

 

Yazan: İbrahim FİDANOĞLU

Düzenleyen: M.YC

 
Toplam blog
: 140
: 882
Kayıt tarihi
: 02.09.12
 
 

  Ben ve iki eski dostum; bilgi dağarcığımızı doldurabilmek ve şehrin keşmekeşinden uzaklaşab..