Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Eylül '07

 
Kategori
Psikoloji
 

Dağlar da ağlar.

Dağlar da ağlar.
 

Bir yaban sevdaydı onlarınki, bir yaman sevda. Çevirisini yapamadılar henüz hiçbir dilde dünyaca bilinen ünlü çevirmenler. Onlar bile anlayamadılar, açıklayamadılar ki kendilerine ne olduğunu, çevirmenler anlatsınlar. Ağızlarda mühür, boşlukta kül olup dağıldı da gözlerinde tutuklu kalan cümleler, külünü bile yakalayamadılar. Binlerce kez öldüler, binlerce kez dirildiler de lacivert akşamlarda öldüklerini bile anlayamadılar; gün be gün büyürken içlerinde dağ gibi yangınlar.

Onları tutan neydi onu da bilemediler. Bazen kara bir kedi gibi girdi aralarına sağı solu çevreleyen zivrinç arılar, bazen bir çocuk ağlaması olup aralarına sokuluverdi tam yol alacakken sarı sıcak bir yolculuğa dokunuşlar. Bir şey vardı ne olduğunu bilmedikleri. Sanki görülmeyen bir el! Ne zaman tan yeri atacak olsa gökte; göğü kaplayıveriyordu kara bulutlar. Ardından; bir kar, bir boran, bir fırtına. Kaç yağmur atlattılar da bu yolculukta, kaç fırtına, kaç boran, yine de; kopamadılar onları çepeçevre saran bu ne olduğunu anlamadıkları rengarenk ışıktan.
Şarkılara, türkülere emanet ettiler söyleyemediklerini. Şiirlerde kanadı, ağladı cümleler. Çaresizlik nasıl anlatılırdı ki; mühürlenmiş bir ağızda. Çaresizlik ancak düşmüş bir omuzda, kirpiklerin tene değdiği yerde anlatabilirdi kendini. Orada konaklayıp kaldılar.

Acının darmadağın ettiği gecelerde darmadağın oldu uykular. Gezinirken bir başka tende elleri el gibi, hep birbirlerinin tenini arayıp gözlerini kapatarak kaderlerine ağladılar.

Ne zamanki bir koku aldılar havada, birbirlerin kokusu olduğunu hemen anladılar. Koştular birbirlerine deli gibi; ama o görünmeyen ellerde oradaydılar!
Coşamadılar, taşamadılar istedikleri gibi. Karabasan oldu akşamlarında kokusuna aldandıkları rüyalar. Etraflarını sardı hemen kara gözlü yarasalar. Hangi birini kovsaydılar ki, o kadar çoktular…!

Yeni yeni şiirlere emanet ettiler, kendilerine bile anlatamadıklarını. Yeni yeni türkülerde ağladı köpük beyazı maviler.

Hiçbir şiiri türküye, hiçbir türküyü şiire uyduramadılar. Ne şiirlerin yüzü güldü o günden beri, ne de türkülerin.

Rivayet odur ki onun için ağlar hep türküler ve şiirler. Oysa yazılan bütün kitaplarda onların yaşadığını aşk diye tanımlarlar. Fakat ne yazık ki aşkta aralarındaki karlı dağları aşamadılar. O günden beri kimse bilmez ama dağlarda ağlar.

Dağların ağladığını ancak; kökleri yamacında boy veren ağaçlar anlar.

Bu yazının üstüne Tuncay Bozyiğit' in çok beğendiğim bu şiirinin iyi gideceğini sanıyorum.

Ayrılıklar uyandırmalı kör yüreğimi.
Cehennem yangınlarından
Ölmeden çıktıysa bedenim;
Artık benim olmalıyım, benim.
Yeter yüreğimi bir çift gözün
Ateşine rehin verdiğim.
Ateş artıyı değildir karşılığımız.
Pusatını dağ sisinden alan,
Firarını mermisine emanet eden bir namludur bu
Eşkıya sevda ki; zulasında asılı durur kefenlediği ölümü.
Ellerinin çeliğine su verilmiştir ta Adem`den beri.
Bilir ve intihar cüretiyle yoklar yüreğinin tetiğini.
Güneşin kızılca kıyametine çatar
Kuruyan umut dallarını
Yanacaksa cehennemden beter yanmalı!
Kim anlar ki; eşkıyanın sağlamlığını;
Özleminin çiseyle yıkanmış şafak
Değerini kim?
Hani ellerine kuşlar inerdi, kardan üşüyen kuşlar...
Bahçen kuş sevinçleriyle inlerdi ay
Şahrud.
Eşkıya yüreğime çığ düştü
Üşüyorum ha...
Aç ellerini.

Şiir ve ardından harika parçayı dinlemek için. Tıklayın.

http://youtube.com/watch?v=LmXdUl7HD5M&mode=related&search=

 
Toplam blog
: 669
: 1503
Kayıt tarihi
: 19.01.07
 
 

Bir on dört mart sabahı güneş henüz arz-ı endam ederken üzeri yongalarla kaplı, küçük pencereli, ..