Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Mayıs '14

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Daha gülmesini bile öğrenmemişken

Daha gülmesini bile öğrenmemişken
 

Eski Bartın, Şimdiki Merkez Valimiz İsa KÜÇÜK


Aşağıdaki yazıyı, halen Merkez Valisi olan İsa Küçük yolladı. “Bilgilenmem” için. “Çağdaş Türk Dili  Dergisinin Mayıs /2014 tarihli, 315. Sayısında bu yazının yayınlandığını söyleyen İsa Bey’den habersiz, bu yazıyı,  "güncel  ve edebi " olduğundan,  Blog okurları için,  aşağıya aynen alıyorum.

Dün akşam sinemada “Kelebeğin Rüyası” filmini izledik. Zonguldaklı iki şair Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu’nun hayatının anlatıldığı filmin yönetmeni Yılmaz Erdoğan. Film, gösterime girmeden hakkında epeyce reklam yapıldı, “bilgi bombardımanına” tutulduk. Bartın’da görev yaptığım son bir yıl içinde duymuştum ben de şairlerin adını; bölgede ekonominin en önemli dayanağı “kömür meselesinin” sosyo kültürel yaşamı nasıl etkileyip belirlediğini anlamak ve bir ilin geleceğine ilişkin politika belirlemek çalışması için yaptığım araştırmalar sırasında. Kömür Meselesi, Türk, dünya ve bölgenin tarihi açısından ilginç: esasen, 1876 da başlayan Kömür çıkarma süreci, gerek yabancı şirketler dönemi gerekse devletleştirme sonrası dönemde içinde çoğunluk acıları çoğaltıp büyüterek bu günlere ulaşmış; bakalım daha nerelere kadar gidecek. 2 Yıl önce, Amasra’da bir söyleşide, hocam, Prof. Dr. İlber Ortaylı, ‘Kömürle abat olmuş bir yöre yoktur’ demişti; aslında yaşanan ve yaşanacak olan her şeyi özetlemiş. Dönüp geriye bakınca sönmemiş acılar tarihi. Film, 1940’lı yıllardan bir kesit sunuyor gözler önüne, II. Dünya savaşı koşulları unutularak, “mükellefiyet” uygulamalarından birkaç dik açı, hüzün aşk ve acı.

Önce, Yılmaz Erdoğan’ı kutlamak gerek: Sadece iyi bir filim yaptığı için değil, adı sanı bilinmeyen iki şairin yaşamına hepimizi ortak etmeyi başardığı için kutlamalı. Sonra, şiirin bir işe yaradığını “milletin” gözüne sokarak gösterdiği için ve bir şairin duygu dünyasını yalın ve içten anlatmayı başararak, hepimizin içindeki şairi uyandırdığı için de teşekkür etmeli elbette. Gördük işte: Şair ve şiir bir işe yarıyor; hastane kapısında sıra beklemekten kurtarıyor insanı, aç doyuruyor, yeri geldiğinde aşk olup kutsayıp yüceltiyor hayatı ölüme karşı. Ölümü yeniyor, şiir ve şair.

Filimle ilgili haberleri okumaya başladığım günden beri, neden şimdi diye kendi kendime sorup durmuştum; filmi izleyince buldum cevabı: İnsanlık ölmemiş daha. Hepimizi sarıp sarmaladı, duygu seline kapıldık. Yaşarken unutup geçtiğimiz, ihmal ettiğimiz sevgi ve saygı duyacağımız ne çok insan, ne çok olay, ne çok anı var?

Bir iş, para için yapılmayınca güzel olabiliyor, bunu gösterdi yönetmen ve tüm sanatçılar, tüm emeği geçenler. Hepsine teşekkürler. Ya şairlere, Rüştü Onur ve Muzaffer T. Uslu’ya, bir teşekkür yok mu? Onlara bin teşekkür; filimdeki bir diyalogdan esinle “Neden böyle erken gittiniz / Daha gülmesini bile öğrenmemişken?” diye sitemle karışık bir yürek sızısı, bir soru; yanıtsız.

Sinemadan çıkarken bir seyirci, telefonla aradığı arkadaşına müjde veriyor: ‘Yılmaz Erdoğan’ın filmi var ya, Bir Kelebeğin Rüyası, ondan çıktık, çok güzel!” diyerek; ağlıyor mu seviniyor mu belli değil. “Bir” eklemesi heyecanından, yüreğinden taşan çağlayanın vurgusu. Sahi bu filim kimin: Yönetmenin mi, rol almış sanatçıların, çalışanların, izleyicilerinin mi, yoksa şairler Rüştü Onur ve Muzaffer T. Uslu’nun mu? Kimin olursa olsun, Türkiye’de “şair patlaması” yapacağı kesin; dileyelim güzel şiirler doğsun. Elbette güzel aşklar da.

Belirtmem gerek, Behçet Necati’yi daha yakışıklı, ince ve zarif düşünüyordum, Yılmaz Erdoğan biraz çatık kaşlı, kaba ve sert “gösterdi”, üstelik günlük sakal tıraşı da olmamış, oysa öğretmenlerimiz, günün en temizi, sabah serinliği değil miydi, anılarımızda? Filimler, kahramanlarımıza dokunmamalı, onların her birimizin hayal ettiği gibi yaşamalarına izin vermeli. Bana ilk şiirimi yazdıran o “Gizli Sevda” nın büyük şairi Behçet Necatigil’i, bir kere daha saygı ile anmalı, selamlamalıyım: Karaelmas Dergisi’nin 6. Sayısında yayınlanmış (1943) ‘Sade’ adlı şiiriyle, dönemine ve filme uygun olarak: ‘Fazlası istenmez bence,/Gözlerin olmalı sade/Görüp göreceğim.’

İçim bir türlü rahat etmedi: Behçet Necatigil’i oynayan Yılmaz Erdoğan için demiştim ya, filimde ‘günlük sakal tıraşı olmamış, kaba ve sert göründü’ diye, duramadım, dayanamadım ‘Google Amca’nın albümüne baktım. Evet, Necatigil’in siyah beyaz fotoğraflarına benzemiş, filimde gördüğümüz Behçet Necati. Ama o, çok anlamların, bir kelimeye sığdırdığı farklı anlamların şairi, şiire aşk, aşka şiir gibi tutunmuş büyük şairin inceliğini yakalayamamış, sadece fotoğraflarına bakmış ve ona benzemeye çalışmış, sanatçı Erdoğan, başarmış olmalı, bizi buralara sürüklediğine göre…
Muzaffer Tayyip Uslu ve Rüştü Onur’u tanıma, öğrenme olanağı yakaladık filmle, ya o, aşık oldukları güzel kız, Suzan, kim? Gerçek mi, yoksa bir çok şair gibi, onlar da bir düş sevgilisine mi yazdılar şiirlerini, yoksa gösterildiği gibi zengin kız fakir oğlan aşkı mıydı? Bilmiyoruz, araştırmalı.
Behçet Necatigil, “Gizli Sevda” şiirini Muzaffer Tayyip Uslu ve Rüştü Onur’un aşklarına bir selam durmak olarak yazmış olabilir mi? Bu soru sorulabilir mi, bilmiyorum, ama sormuş bulundum. Onlara yazdı ise acaba hangisi için yazdı?

“Yedi sekiz sene önceki sevgili” den bahseden o şiir, ilk defa Varlık Dergisi’nin 1 Ocak 1953 tarihli sayısında yayınlandığına göre olası en yakın yazılış tarihi 1952 olmalı. Rüştü onur 1942, Muzaffer Tayyip Uslu’nun 1946 yılında öldükleri dikkate alındığında, olsa olsa Muzaffer T. Uslu’ya yazmış olabilir. “Seni sordu” ve “sana selam söyledi” bilgilerine ne diyeceğiz? Ölmüş bir insanı sorması, ona selam söylemesi olağan bir durum mu? Neden olmasın. Bu sorunun yanıtı, şiirin şifresidir diyelim; öyledir, meraklısı arasın bulsun.

Kendisi “Sevgilerde”, “bize” şöyle dememiş miydi, yine bir şifre vererek?

Sevgileri yarınlara bıraktınız / Çekingen, tutuk, saygılı / Bütün yakınlarınız / Sizi yanlış tanıdı. / Bitmeyen işler yüzünden / (Siz böyle olsun istemezdiniz) / Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi Kalbinizi dolduran duygular / Kalbinizde kaldı
 

Siz geniş zamanlar umuyordunuz / Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek. / Yılların telaşlarda bu kadar çabuk / Geçeceği aklınıza gelmezdi. / Gizli bahçenizde / Açan çiçekler vardı, / Gecelerde ve yalnız. / Vermeye az buldunuz / Yahut vakit olmadı

Güncemdeki sorulardan birine -3 ay sonra- yanıt kendiliğinden geldi: Varlık Dergisi’nin (Haziran 2013) 1269. Sayısının içine “saklanmış” bir yazının içindeki küçük bir ayrıntı, başladığım çağrıştırmaların buzlu camını biraz daha sildi, arkasındaki gerçeğe yakınlaştırdı beni. Hüseyin Özmen, (“Kelebeğin Rüyası” Hakkında) başlıklı yazısında, filmle, öykünün gerçeği arasındaki yakınlaşmalar ve uzaklaşmalara dikkati çekiyor; eksik ve yanlış bulduklarını da paylaşıyor bizlerle, meraklısı ile… Ben, Suzan’ı merak etmiştim ya, araştırdıydım da: gerçekten böyle bir kız var mı, varsa kim ve halen yaşıyor mu? Zonguldak tarafında görev yapmış olmanın da verdiği, gerçeğe yaklaşma ve yakalayabilme olanağını kullanarak tanıdığım, sorduğum kişilerin çoğu böyle birisinin varlığına ve filmdeki Suzan’ın bir valinin çocuğu olduğuna işaret etmişti. Halen de İstanbul’da yaşadığı bile söylenmişti…

Yanlışmış. Doğrusunu, Hüseyin Özmen’in yukarıda adını belirttiğim yazısından öğreniyoruz. Şunları yazmış Özmen: “Suzan olarak filmde işlenen kişinin aslında adı Sultan’dır. Kız, bir işadamının kızı da değil, Rüştü’nün Kemal Uluser’e yazdığı bir mektupta söz ettiği gibi, Sultan; çingene mahallesinde oturan onlara çok benzeyen ama çingene olmayan bir kızdır.” Yazının başka bir bölümünde bu mahallenin ‘On Temmuz Mahallesi’ olduğu belirtilmiştir. Suzan, Acaba yaşıyor mu? Yaşıyorsa nerededir? Filmin yönetmeni acaba bu soruların cevaplarının peşine düşmüş müdür? (Bu bilgiler doğrudur, kuşkusuz doğrudur; Hüseyin Özmen bunları yazmış, benim daha önce duyduklarım yazılı değildi, yazıya inanırım ben, söze değil)

Biz de “Bartınlılar olarak”, “Nokta Noktam” şairinin (Rıza Polat Akkoyunlu) ve şiirdeki kızın peşine düşelim demiştik yıllar önce: Değerli araştırmacı Çetin Asma, bulmuştu, yeniden konuşmayı denese, ısrar etse… “Nokta Noktam” konuşur mu, konuşsa, bir “şiir filmi” daha çıkar mı ortaya. Kim bilir.

 
Toplam blog
: 1616
: 918
Kayıt tarihi
: 13.08.06
 
 

Hayatın dikenli yollarından geçmenin  sırrı, aralarından çabuk geçmektir. Ümit, naylon çorap giyd..