Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Eylül '14

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Daha insanca bir göz ve yüz

Daha insanca bir göz ve yüz
 

İnsanoğlu ezelden ebede bir yolculuk yürümektedir. Kimi insanlar bu yolculuk esnasında yüce yaratıcısının da istediği istikamette, onun rızası için iki cihan olarak ifade ettiğimiz dünya ve ahiret yurtlarını herkes için saadet ve güzellik yurtları yapmaya çalışmaktadır. Bunu başarmak için ise hem kendisinin hem bütün insanların ve hem de diğer bütün canlı varlıkların hayatını güzelleştirmeye, mutluluk ve refah düzeylerini artırmaya çalışmaktadır.

Kimi insanlar ise yüce yaratıcının razı olmadığı ve uyulması için koymuş olduğu kanun ve nizamlara aykırı olarak iki cihan yurdu dünya ve ahireti hem kendisine, hem de diğer canlılara çekilmez kılacak hale getirmektedir. İnsanlara ve diğer canlılara eza edip, cefa çektirmekte; adalet, hak, hukuk tanımaz bir şekilde davranmakta ve insanlığın adilce paylaşması ve birlikte kalkınması yolunda ilerlemesine set çekmekte ve tıkaç rolü oynamaktadır.

Halk ve ulus sözünü hiç ağzından düşürmemesine rağmen, hak ve doğal yollardan alamadığı, elde etmeyi başaramadığı şeyleri elde etmek için sözde çok sevdiği halka ihanet edip, halkına diz çöktürmek isteyen dış güçlere, istihbarat servislerine şikâyet etmekten çekinmez. Onlardan destek istemekten çekinmez.

Müslüman’dır ama din adına Müslümanları yaşlı, çoluk çocuk, kadın, sivil, Pazar yeri, cami, medrese ayrımı gözetmeden kendisini kirli emellerini sağlamak için açık veya gizli bir şekilde maşa olarak kullanan güçlerin ve servislerin isteğini yerine getirirler.

Hak adalet, özgürlük ve barış için çalıştıklarını söylerler. Ama ülkemizin huzur ve güvenliğini sağlamaya çalışan askere, polise ve memura saldırırlar. Bu şekilde ülkemizin ekonomik ve politik anlamda savunma gücünü azaltarak ülkemize diz çöktürmek isteyenlerin emellerine ve bu yönde çalışmalarına destek olurlar.

Allah yolunda öğrenci yetiştirip, insanlara ilim öğretip İslam dinini yaymak insanlığı kurtarmak için çalıştıklarını söyleyen, yıllardır biz Türk halkını ve hatta birçok dünya halkını buna inandırırlar. Ülkemizin idari ve yargısal anlamda köşe başlarını ele geçirerek yine ülkemizi diz çöktürüp emir eri gibi kullanmak, her dediklerini yaptırmak, ekonomik ve siyasi olarak bizi zayıf bırakarak sömürmek isteyenlere destek olurlar.

Güya Türkiye cumhuriyetini ve ülkemizin her bir metre karesinde yaşayan herkesi çok severler. Ülkemizin gizli sırlarını yabancı servislere servis ederler. Onlar razı olsun diye sudan bahaneler ile çeşitli isyanlar çıkarırlar. Tıpkı yeniçeri askerlerinin yağsız hoşaf ismezük deyip çıkardıkları isyan gibi.

Demokrasi yanlısıdır ama halktan alamadıklarını bu yolla almaya alıştıkları için darbelere kucak açarlar. Yeşilcidirler, 3-4 ağaç için gezi parkından başlayıp tüm ülke sathına yayılarak ortalığı yakıp yıkmayı ve hükümet kurumlarını ele geçirerek darbe yapmayı kendilerinde hak görenlerin; gelin taksimdeki 3-4 ağacın yerine oraya yüzlerce ağaç dikelim ve orayı yeşillendirip güzelleştirelim deyince yine ortalığı ayağa kaldırmaya hazırlanmaları gibi.

Kalkınmacıdırlar ama günümüzde en önemli kalkınma hamlesi olan enerji sektöründe ülkemizi söz sahibi edecek hamleler olan termik santrallere karşı çıkmaları gibi. İstikbal göklerdedir derler, Atatürk’ün de öyle söylediğini söylerler; ama ülkemize kurulacak en büyük hava limanına karşı çıkarlar.

Baz istasyonuna karşı çıkarlar ama telefonu ellerinden düşürmezler. Telefonların modelleri Madein İsrail, Madein ABD, Madein İngiliz, Madein Fransız, Madein Alman, hatta çakma olup Madein Chine yazdığı sürece telefonlar zaten insana zarar vermez herhalde. Ama bak Türkiye telefon üretimi sahasında söz sahibi olmaya kalkarsa o zaman zararlı olduğu hemencecik anlaşılır. O gün gelirse sizlerde görürsünüz ve de duyarsınız.

Uranyum enerjisinden İsrail, ABD, İngiltere, Almanya, Fransa, Rusya gibi ülkeler yararlanırken, kimyasal bomba üretip savaştıkları gariban ülkelerin şehirlerini içindekilerle birlikte yok ederken zararsızdır. Ama onların ekonomik ve siyasi olarak çıkarlarını gözettikleri ve onların yanlışlarını güçlendiklerinde dur diyebilecek Türkiye ve İran gibi ülkeler insani amaçlarla sadece enerji amaçlı olarak bile olsa üretmeye kalkarsa hemen insanlara ve çevreye zarar verebileceği hemen anlaşılır.

Ülkemizdeki maşaları çevreci yaklaşımlar ile hemen sokağa çıkarlar ve eylem yapmaya seslerini duyurmaya başlarlar. Seslerini duyurmak ve eylem yapmakla kalsalar iyi, bay ve çoğu da bayan, bide masum görünüşlü çocuklardan oluşan çevreciler; çevrecilik adına arabaları, evleri, dükkânları, halk otobüs ve binalarını yağmalayıp, Molotof ve benzeri silahlarla ateşe verirler. Bu esnada engel olmak isteyen emniyet güçlerinin hatası sonucu birinin başına bir şey gelirse, o zaten üç mahalle aşağıdaki fırına yüzü gözü sarılı halde ekmek almaya gidiyordu olur.

İşte bu Yavuz Sultan Selim hikâyesinde olduğu gibi düpedüz ülkemizin başını tutuvermektir. Halkımızın geleceğini ipotek altına aldırarak, ülkemizin avlanmasını sağlar. Yavuz Sultan Selim pazarda keklik satılan tezgâhın önünden geçerken; bütün kekliklerin 1 altın, sadece ayrı bir kafes içindeki kekliğin ise 100 altın olduğunu görür.

Yavuz Sultan Selim sorar:
-Bunlar 1 altın da bu neden 100 altın?

Satıcı:
-Hünkârım 100 altınlık olan keklik ötüşüyle diğer keklikleri kendine çeker ve yakalanmalarını sağlar.

Yavuz Sultan Selim 100 altını çıkarıp adama verir ve kekliği aldıktan sonra halkın şaşkın bakışları arasında kafasını tuttuğu gibi gövdesinden koparır ve şöyle der; ‘Kendi ırkına ihanet edenin sonu budur.’

Güya kekliğin derdi de onları çiftleşmeye çağırarak onlara mutluluk vermektir. Ama aslında anlatmaya çalıştığımız hainler gibi, asıl hedefi çağırdığı diğer keklikleri maşası olduğu insanlara yakalatmaktır. 

Maverdi Şöyle diyor; ‘Kul geceleri, gündüz yaptığı işlerin muhasebesini yapmalıdır. Zira geceleyin insanın aklı ve fikri daha topludur. Muhasebe edince, gündüz yaptığı işi faydalı bulursa, ona devam eder. Şayet kötü bulursa, onu telafi etmeye çalışır ve ileride bundan ve bunun benzerlerinden sakınır.’ Ama keklik gibi hapsedildiği kafesinde önüne atılan bir avuç yeme çalışırken, o kafesten kurtulup bütün ekili arazileri hayal etse daha güzel değil mi? kendisi kurtulamayacak olsa bile soyunu ve diğer keklik halkını buna mahkûm etmeye çalışması, hiç olmaz ise onları bu tuzağa çekmese daha iyi değil mi?

Bir hikâye daha anlatarak bu yazıya da son noktayı koyalım. Hikâye şöyle cereyan eder:
Kayıp vermek istemeyen, yani ekonomik ve siyasi gücünü kaybetmeden yer altı zenginlikleri olan bir ülkeyi almak isteyen başka büyük ülke, almak istediği yer altı zenginliği olan ülkenin söz sahibi generalini satın alır ve bir şekilde kendisinin çıkarları istikametinde çalışmaya ikna eder. Derken kendi halkı onun ihanetinin farkına varır. Kendi ülkesinin halkını dize getirmek için halkına savaş açar. Kendi parasıyla çıkarları için çalıştığı büyük ülkeden aldığı silah ve bombalarla şehirleri ve köyleri taşı taş üstünde bırakmayacak şekilde bombalar. Özel tim ekipleriyle tek tek evleri aratır ve temiz raporu alarak kendisine karşı gelecek tek canlının kalmadığından emin olmak istemektedir.

Yine başka bir yerleşim birimi, yine inanılmaz bir bombardıman başlar. Mantar gibi yükselen alev topları, bomba ve silahların sinir bozucu sesi ve arkasından korkunç bir ölüm sessizliği duyulur. Yine özel timlerin her bir deliği aramasında bir de ne görsünler. Açlıktan bir deri bir kemik kalmış bir çocuğu elinde bir tüfekle sağ olarak bulurlar sorgusuz sualsiz generalin önüne getirirler.

General çocuğu görünce çok etkilenir. Çünkü kimseleri görmeden uzaktan bomba yağdırmaya benzemez karşılıklı ilişki. Çocuğa bir kurtuluş ümidi vermek ister. Generalin sağ gözü hayli belirgin bir şekilde takma bir protezdir. ‘Sana bir şans vereceğim. Hangi gözümün gerçek olduğunu bilirsen seni kurşuna dizmeyeceğim’ der. Çocuk bir an generalin yüzüne bakar ve ‘sağ gözün gerçek’ diye cevap verir. General şaşırır. ‘Nasıl olur, sağ gözüm takma, niye böyle söyledin ki?’ deyince çocuk; ‘o daha insanca bakıyor’ diye cevabı yapıştırır. 

İnsanlarla yüz yüze konuşarak her sorunu halledebilirsin; ama bazı insanlar gelir önüne, hangi yüzüne konuşacağını bilemezsin.Pablo Neruda

Allah her insana insanca göz, insanca vicdan, insanca ahlak, insanca yaşam, insanca üretim ve paylaşım yapmayı ilke edinmeyi nasip eylesin. Âdemden bu yana iyi ve kötünün mücadelesinde iyiden yana hareket eden ve tercihini iyiden yana yapan bir topluluk ve halklar olmayı cümlemize nasip eylesin. Adalet ve kalkınma ile haksızlık ve yere çöktürme mücadelesinde başta kendi ülkesinin ve kendi halkının olmak üzere tüm halkların adalet ve kalkınmasından yana safını belirleyen bir topluluk ve halklar olmayı nasip eylesin. 

Feyzullah Kırca

 
Toplam blog
: 23
: 453
Kayıt tarihi
: 11.12.12
 
 

1973 Dursunbey Akbaşlar Köyü doğumlu ve kamuda da çalışıyor. haberdenhaber,com,  balikesirdur..