Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Temmuz '20

 
Kategori
Alışveriş - Moda
 

Daha KaçBahar

DAHA KAÇ BAHAR???...

 

Neredesin yâr haftalar, aylar eklenip mevsimler oldu. Kara kışlar bahara durdu sen neredesin. Hani bekle beni bu bahar geleceğim demiştin üzerinden kaç mevsim geçti sayamadım yâr. Orada mevsimler baharı bulmuyor mu? Bak, burada diktiğin ağaçların üstünden kaç bahar geçti. Dallarına kumrular yuva yaptılar da yavrularını uçurdular. Leylekler var ya hani seninle birlikte göç etmişlerdi. Dün komşunun bacasında gördüm bu görüşüm ya beş ya ondu sayamadım gidip dönüşlerini. Komşu demiştim ya hani? Mehmet amca vardı hanımı Çiçek teyzeyle yaşıyorlardı onlarda hep penceresinin önünden geçen yola bakar dalıp giderlerdi. Sonra da derinden bir of çekip sessizce, gizliden gözlerini silerlerdi. Belliydi bir bekledikleri yol gözledikleri vardı ama bir türlü yolları bitirip gelemeyen. İşte o evdeki Mehmet amca sen gittiğin yılın bahar başında sessizce göçüp gitmişti. Ardından Çiçek teyze de Mehmet amcanın yokluğuna dayanamadı sanki neylerim sensiz baharı yazı dercesine arkasından gidiverdi..

Ertesi bahar evlerine bir çift leylek geldi. Büyük bir telaş içindeydiler. Sanki bir şeylerin peşinde, geç kalma korkusuyla gidip gelmeleri hiç bitmiyordu. Biri konup diğeri uçuyor kalan bir şeylerle meşgul oluyordu. Bacanın üstünde harıl harıl çalışıyor. Getirdiklerini daha önce getirip koyduklarının üzerine koyuyordu. Birkaç gün bu büyük telaşın sonunda bacanın üstünde bir yuva ortaya çıktı. İki leylek yuvada etraflarına baktılar yaptıklarıyla gurur duyuyorlardı. Yuvanın yapımından birkaç hafta sonra yuvayı yapan leylek yuvada yatmaya başladı. Aradan bir bir buçuk ay kadar sonra yuvada yatan leylek kalktı havada birkaç tur attı tekrar yuvasına döndü. İki gün sonra yuvadan iki tane küçük yavru gagaları göründü.  Meğer tüm bu telaş yavrular içinmiş artık anne leylek sürekli yuvaya yem getiriyor yavruları besliyordu. Anne leylek gittiğinde baba leylek, baba leylek gittiğinde ise anne leylek yuvada yavruları bekliyordu. Baharın sonlarında yavru leyleklerin sesleri ve kanat sesleri duyulmaya başladı. Acemice kanat çırpışları ve uçmak için çabaları başlamıştı. Günler sonra anne leylek yavruları yuvanın kenarına getirip gagasıyla yuvadan itmeye onların uçmalarına yardım etmeye başladı. Havada kısa bir uçuştan sonra tekrar yuvalarına dönüyorlardı.  Onların bu uçma dersleri görülmeye değerdi. Yavru leyleklerin çabaları anne ve baba leyleklerin yardımları sonunda nihayet uçmaya başlamışlardı. Yavrular gün geçtikçe uçuşta ustalaşıyor kanatları da güçleniyordu. Mevsim artık yaz sonunu bulmuş yavrular yetişkin birer leylek olmuşlardı. Sonbaharın sonunda göç mevsimi başlamıştı. Havada leylek sürüleri geçiyor üçüncü kafileyle birlikte bizim Mehmet amcanın kiracıları da gitmek için havalanmışlar. Yuvalarının üzerinden bir iki kere uçtuktan sonra kafilenin ardına takılarak gitmişlerdi. Leyleklerin gidişinin üzerinden geçen kış çok çetin geçmiş. Cemrelerin düşmesiyle birlikte havalar ısınmaya başlamıştı. Gözüm karşımızdaki Mehmet amcanın bacasında ısınmaya başlayan günlerin ardından Mehmet amcanın beklenen misafirleri de gelmişlerdi.  O bahardan itibaren her bahar gelir baharı müjdeler yavrularını orada büyütüp uçururlardı. Sonrada bir başka bahara diye giderler. Ama bilirim baharın ilk aylarında gelir yuvalarını tamir eder. Sonra da yeni yavrularının hazırlıklarına başlarlardı.

Bu bahar yalnız evin başka konukları da vardı. Şakaklarına karlar yağmış kumral bir İstanbul beyefendisi, yanında sarışın bir kız çocuğuyla orta yaşlı bir bayan ile birlikte taşındılar. Bahçesinde mor salkım ve çardak güllerinin sarmaş dolaş olduğu kemaliyenin altına konulmuş iki tekli, bir tane ikili, birde üzerinde yatılabilen koltuk koymuşlardı. Kumral Beyefendi zamanının büyük bir bölümünü burada geçiriyordu. Onun için oturduğu koltuk bazen uzanıp yatacağı, bazen de oturup çay içtiği, yazılar yazdığı bir yerdi. Sağ yanında her zaman bir kitap, mavi renkli bir dosya, vazo içinde beyaz ve kırmızı güllerin bulunduğu beyaz örtülü küçük masa vardı. Sol yanında ise bir sürahi su ve ağzı kapalı bardağı koyduğu üzerinden eksik olmayan çay tepsisi ve çayıyla orta sehpası bulunuyordu. Beyefendinin vazgeçemediği üç şey gülleri, çayı ve kitaplarıydı. Genelde o koltukta uzanıyor kimi zaman kitap okuyor kimi zaman da gözlerini kapatıp dinleniyor. Genç kızda zaman zaman ona katılıyordu.

 Günün büyük bir bölümünü yalnız ve kitaplarıyla geçiren beyefendi bazı zaman başını kaldırıp uzaklara dalıyor, gözleriyle sanki birilerini takip ediyordu. Kimi vakit yüzünde gülümseme kimi vakit öfke nöbetleri geçiyor. Böyle olduğu zamanlarda birden yattığı yerden kalkar asabi bir şekilde bahçede dolanmaya başlardı. Onu bu şekilde gören genç kız ve kadın etrafından çekilir sesini duyana kadar ortalıkta görünmezler, tâki yorulup tekrar yerine oturana kadar. Oturduktan bir süre sonra içeriye seslenir, sonra bayan elinde çay tepsisi üzerinde ince belli bir bardak ve çaydanlıkla görünür genç kız altına Osmanlı ocağını getirerek üzerine çaydanlığı koyar, kadın yavaşça çay servisini yerine getirdikten sonra genç kızla birlikte sessizce içeri geçerlerdi.

Geleli neredeyse altı ay kadar oluyor, şimdiye kadar hiç misafiri olmadı kendisi de bir yerlere gitmedi. Mevsim baharın ilk günlerinden sonbaharın son günlerine doğru yol alıyorken birden yardımcısı telaşla yanına geldi birşeyler söyledi. Yalnız süvari olduğu yerden kalkıp kapıya yöneldi. Bir süre sonra aşağı yukarı kendisi yaşlarda, bir iki santim uzun esmer karayağız bir adam kolunda gülerek bahçeye geldiler. İlk defa kendisinin de gülümsediğini gördüm. Uzaktan uzağa duyduğum kadarıyla gelen bir askerdi ve kendisine tertip diye hitap ediyordu. Aralarında koyu bir sohbet başlamış ara ara sesleri geliyordu. Arkadaşı “yeter bu kadar tatil, bıkmadın mı? Artık görev başına” diye sitem etmiş O da “tamam ben hazırım, siz isteyin bugün başlayayım” dedi. Bunun üzerine arkadaşı elindeki çantadan bir zarf uzatarak  “gözünaydın pazartesi başlayabilirsin” dedi. Zarfı alıp şöyle bir baktı ve “nihayet, beni unuttunuz sandım” diyerek gülümsedi. Uzun bir sohbetten sonra arkadaşı yanından ayrıldı.

Akşamın ilk ışıkları etrafı aydınlatırken hem yalnız süvari hem de ben yalnızlığımıza döndük. Bilmem nedendir bu adamda beni çeken bir şeyler vardı. Sanki bir yanı yarım, bir yanı öksüz gibiydi. Her gördüğümde gözlerinde derin bir acı vuslata dair, yüzünde yalnızlığın izleri vardı. İşte böyle yâr sen gittiğin günden beri bizim buralar böyle her gelen yalnızlığıyla beraber geliyor. Zaman yine yalnızlıklara gebe. Zamanı su gibi harcadık. Sevgiden yana hiçbir şey yapmadan. Her şey çift çift yaratılmışken bir biz çift olamadık.

O günden sonra bizim yalnız süvari bahçede görülmedi tâki hafta sonuna kadar hafta sonunda her zaman ki gibi sabahın ilk ışıklarıyla beraber bahçedeki yerini alıyordu. Sanırım tekrar görevine dönmüş. Yüzünde belli belirsiz bir mutluluk var. Çalışmak kendisine iyi geliyor gibiydi. Yüzüne renk gelmiş, zaman zaman ıslıkla bir türkü tutturuyordu. .”yeşil ayna takındın mı beline” diye. İşte o zaman bende içimden kendisine eşlik ediyordum, bilmeden fark etmeden sanki kendisine bağlanmış gibiydim. Her gün yolunu gözlüyor penceremin önünden geçişini seyrediyordum. Tıpkı yıllar önce seni beklediğim gibi şimdi de onun yolunu bekliyorum. Onun gelişleri beni mutlu ediyor.

Onlu hayaller kuruyor tekrar mutluluk oyunları oynuyorum, say ki aynı evi paylaşıyoruz. Her sabah işe gönderiyor akşamları da gelişini bekliyorum. Geçen gün onun geliş saatine yakın bir saatte dışarıya çıkmıştım tam da kapısının önünde karşılaştık. Elinde bir demet kırmızı ve beyaz gül vardı. Beni görünce gülümsedi, bir an durakladı bir güllere bir de bana baktı sonra da gülleri bana uzattı başıyla selam vererek evine girdi. O kadar mutlu olmuştum ki yıllar sonra bir erkekten çiçek almıştım. Hem de kırmızı ve beyaz güller. Bilirsin ben gülleri çok severim ve bir sana bir de güllere olan tutkum bizi tanıyanların arasında biliniyordu.

Hani hayallerim vardı küçük bir ev, bahçesinde beyaz ve kırmızının tüm tonlarında güller ve yer yer çardaklar yapan sarmaşık gülleri arasında mor salkım ve leylakların bulunduğu… ille de beyaz ve kırmızı çardak güllerinin altında gözlerine ve sana şiirler yazacaktım. Velhasıl olmadı… senin uzaklara olan sevdan yüzünden bu hayalim yarım kaldı yâr… şimdi yarım kalan hayallere şiirler yazıyorum…

 

Gül gülüm gül, bülbül gül demese de gül

İçinden geldiği gönlünden geçtiği gibi

Hayal, düş misali, sensiz yaşadığım sevda

Ne zaman hatırlasam seni, aklıma gelir gözlerin

Bir de dudaklarındaki sitem

Yalan mıydı, tenhada verdiğin buse

Gül gülüm gül ki bülbüller kıskansın

Güle gül demeyen bülbül yüreğinden vurulsun

Serilsin gönlümün yollarına

Sinesindeki şerbet derman olsun

Bakışların vurur açtığın yarayı

Gül gülüm gül, bülbül gül demese de gül

Gül dalında bülbül şakısın

Gül ki güller açsın mühürlü dudaklarında

 
Toplam blog
: 17
: 57
Kayıt tarihi
: 11.05.18
 
 

sultan gürbüz ev hanımıyım şiir ve hikayeler yazıyorum. gezmeyi seviyorum özellikle deniz kıyısın..