Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Temmuz '09

 
Kategori
Küresel Isınma
 

Daha sıcak bir dünyada nasıl hayatta kalabiliriz.

Daha sıcak bir dünyada nasıl hayatta kalabiliriz.
 

Dünyamızın 4 derece ısınması durumunda – ki içinde bulunduğumuz yüzyılda çok büyük bir olasılık- insan türü hayatta kalmak için çok büyük bir savaş verecek. Su baskınları, kuraklık, açlık, susuzluk nedeniyle dünyanın büyük bir kısmı yaşanamaz hale gelirken, Kanada, Sibirya, Grönland ve Antarktika'nın batı kıyıları gibi çok az bölge, insan türünün yaşamını sürdürebilmesine izin verecek.

En fazla bir milyon kişinin barınabileceği bu dünyada, enerji ve gıda üretimi de zor koşullarda sürdürülecek. Böyle karamsar bir senaryonun yaşanmaması için tek umut, var olan ulusal sınırların ortadan kalkması ve yepyeni bir dünya düzeninin kurulması.

Timsahlar, İngiltere sahillerinde kol gezerken, Saygon, New Orleans, Venedik ve Mumbai gibi kentler sular altında kalacak. İnsan türünün %90’ı yok olacak. Bu bir film senaryosu değil; içinde bulunduğumuz yüzyılda dünyanın dört derece ısınması durumunda ortaya böyle bir tablonun çıkması çok büyük bir olasılık.

Açıkça kimse böyle bir geleceğe sahip olmak istemese de, bugünkü göstergeler daha farklı bir geleceğin mümkün olmadığını gösteriyor. Sera gazı emisyonlarını azaltma girişimlerinin sonuçsuz kalması veya gezegenin iklim geribesleme mekanizmalarının ısınmayı hızlandırma olasılıkları, bilim insanları ve ekonomistlerin yalnızca bu dünyanın geleceğinden değil, giderek artan insan popülasyonunun sürdürülebilirliğinden de kaygı duymalarına yol açıyor. Bugünkü insan sayısının hayatta kalabilmesi için dünyada köklü bir düzen değişikliğine ihtiyaç olduğunu düşünüyorlar.

Bu arada iyi haber, insan türünün yok olma olasılığının çok düşük olması. İnsan türünün, sayıları birkaç yüz bine düşse bile yeryüzünden silinmesi çok zor. Fakat yaklaşık 7 milyarı bulan bugünkü nüfusu devam ettirmek gerçekten çok ciddi bir planlama yapılması gerekiyor.

‘Dört derecelik ısınma nedir ki’ demeyin!

Dört derecelik bir ısınma, ilk bakışta çok fazla değilmiş gibi görünüyor. Bu, gece-gündüz sıcaklık farkından bile az. Öyle ki bu kadarcık bir ısınmanın keyifli bile olabileceğini düşünebilirsiniz. Böylece kuzeyin soğuk ve karanlık kentlerinden Akdeniz’in sıcak ve güneşli sahillerine taşınmaya gerek kalmaz. Ancak tüm gezegenin ortalama 4 santigrat derece ısınması, çok farklıdır ve bu farklılık insanoğlunun felaketine yol açabilir. Bu ısınma 18.yüzyıldan başlayan insan faaliyetlerinin bedelidir. “Yeni Jeolojik Çağ” olarak tanımlanan bu döneme bazı bilim insanları (Başta Almanya, Mainz’deki Max Planck Enstitüsü’nden Nobel ödüllü atmosfer kimyası uzmanı Paul Crutzen) “Antroposen” adını veriyor. Sıcaklıkta dört derecelik artışın meydana gelmesi de çok zor değildir. 2007 yılında İklim Değişikliği Üzerine Hükümetlerarası Panel’in (IPCC- Intergovernmental Panel on Climate Change) yayımladığı bir rapor, içinde bulunduğumuz yüzyılda 2 ile 6.4 derecelik bir ısınmayı öngörüyor. IPCC’nin eski başkanı Bob Watson’a göre dünya dört derecelik ısınma olasılığına karşı önlemleri şimdiden almalı.

Isınma kaçınılmaz

Daha sıcak bir dünya ile nasıl başa çıkacağız? Bu konuda en önemli faktör, bu aşamaya gelmeye ne kadar süremizin kaldığı ile ilgilidir. Dört derecelik artışın ne zaman başlayacağı ise atmosfere ne kadar sera gazı pompaladığımıza değil, dünyanın ikliminin bu gazlara ne kadar duyarlı olduğuna bağlıdır. Ayrıca bu, iklim geribesleme mekanizmasının ısınmayı hızlandırdığı “geri dönüşü olmayan noktaya” erişip erişmediğimiz ile de ilgilidir. Modeller dünyanın dört derecede “pişmesi”nin 2100 yılında gerçekleşeceğini gösterse de bazı bilim adamları bu noktaya 2050 yılında erişebileceğimizi öngörüyor.

Bu aşamaya geldiğimizde bilim insanları Dünya’da yaşamın kâbusa dönüşmesinden korkuyor. İngiltere’deki Exeter Üniversitesi’nden iklim sistemlerinin dinamiği konusundaki çalışmalarıyla tanınan Peter Cox, görüşlerini şöyle dile getiriyor: “İklim bilimciler başlıca iki gruba ayrılır: Biri, sera gazı emisyonunu vakit geçirmeden kesmemiz ve yüksek küresel sıcaklıkları aklımızdan çıkartmamız gerektiğini söyleyen ihtiyatlı bilim insanları. Diğeri ise, ne yaparsak yapalım felaketin kaçınılmaz olduğuna inanan ve her şeyi bırakıp yüksek tepelere kaçmamız gerektiğini söyleyen karamsarlar. Ben orta noktadayım. Değişiklikler kaçınılmaz ve bizler adımlarımızı bu değişikliklere göre atmalıyız.”

Sıcak bir gelecek nelere gebe?

Şu anda hayatta olan insanların bu felaketi yaşayabileceği olasılığını aklımızdan çıkartmadan, mümkün olan en az kayıp ile hayatta nasıl kalabileceğimizi düşünmemiz gerekiyor. Böyle bir gelecek bize nelere mal olacak?

Dünya buna benzer bir sıcaklık artışını son olarak 55 milyon yıl önce Paleosen-Eosen Termal Maksimum olayında yaşamıştı. O dönemde suçlunun “klatrat”lar (iki kimyasal cismin kristalsel birleşmesi; bu birleşmede cisimlerden birinin molekülleri, diğer cismin moleküllerinin oluşturduğu kristal örgüdeki atom boşluklarına yerleşir-kimyasal olarak kafeslenmiş ve donmuş metanın bulunduğu geniş topraklar) olduğu düşünülüyor. Metanın derin deniz dibinden serbest kalıp, atmosfere püskürerek 5 gigaton karbon oluşturduğu tahmin ediliyor. Zaten sıcak olan gezegen 5 veya 6 derece ısınınca, buzlardan arınmış olan kutup bölgelerinde tropik ormanlar yetişmiş ve okyanus suları o kadar asidik hale gelmiş ki deniz canlıları kütlesel olarak ortadan kalkmış. Deniz seviyesi bugüne göre 100 metre yükselmiş ve güney Afrika’dan Avrupa’ya kadar olan bölge tümüyle çölleşmiş.

Deniz seviyesinin yükselmesi kıyılarda suların iki metre yükselmesine yol açabilir. Öyle ki eğer Grönland buzul tabakası ve Antarktika’nın bir kısmı erirse bu yükselme daha da fazla olabilir. New York’ta NASA’nın Goddard Uzay Çalışmaları Enstitüsü’nden iklim bilimcisi James Hansen, su seviyesindeki yükselme konusunda şunları söylüyor: “Batı Antarktika’daki buzul tabakalarının bu yüzyıldaki ısınma karşısında direneceğini hiç sanmıyorum. Bu da deniz seviyesindeki yükselmenin en az 1 veya 2 metre arasında olacağı anlamına geliyor. CO2 yoğunluğunun 550 ppm (parts per million) seviyesine (bugün yoğunluk 385 ppm seviyesinde) yükselmesi ise kıyamete yol açacak. Bu da deniz seviyesinin 80 m veya daha fazla yükselmesi demek oluyor.”

Hangi bölgeler etkilenecek?

Dünya yüzeyinin yarısı 30 ve -30 derece enlemleri arasında tropik bölgelerde yer alıyor ve burası özellikle iklim değişikliğinden en fazla etkilenecek bölgeler. Örneğin Hindistan, Bangladeş ve Pakistan daha şiddetli muson yağmurlarına maruz kalacak. Bu da bu bölgelerin şimdi olduğundan daha yıkıcı su baskınlarına hedef olacağı anlamına geliyor. Yine de toprak daha da sıcak olacağı için bu su daha çabuk buharlaşacak. Sonuçta Asya büyük bir kuraklığa teslim olacak. Bangladeş’in topraklarının üçte birini kaybedeceği düşünülüyor.

Afrika musonlarının, daha az bilinmesine karşın, daha da yoğun olması bekleniyor. Bu da Sahel Bölgesi’nin –Sahra Çölü’nün güneyinde kıtayı bir ucundan diğerine bölen kuşak- yeşillenmesine yol açabilir. Ancak diğer modellere göre Afrika’daki kuraklık daha da kötüleşecek. İçme suyu sıkıntısı dünyanın her yerinde hissedilecek. Çin’de, güney-batı ABD’de, Orta Amerika’da, Güney Amerika’nın büyük bir kısmında ve Avustralya’da daha sıcak havalar, toprağın nemini buharlaştıracak ve kuraklık başlayacak. Dünya’da bugün var olan çöller daha da genişleyecek. Öyle ki Sahra çölü Orta Avrupa’ya kadar ilerleyecek.

Buzulların erimesi, Tuna’dan Ren’e, Avrupa nehirlerinin kurumasına neden olacak. Benzer etkiler Peru’daki And Dağları, Himalayalar, Karakurum Dağları’nda da hissedilecek. Dolayısıyla Afganistan, Pakistan, Çin, Butan, Hindistan ve Vietnam susuz kalacak.

Karamsar bakış

“Yeterli su garantisine yalnızca yüksek enlemlere çıktıkça sahip olabileceğiz” diye konuşan NASA’da görevli James Lovelock, “Bu bölgede her şey çıldırmış gibi gelişecek. İşte yaşam yalnızca burada barınacak. Dünya’nın geriye kalanı birkaç vahanın bulunduğu koskoca bir çöl olacak” diyor. “Gaia Kuramı”nın kurucusu olan Lovelock, bu kuramıyla Dünya’yı kendi varlığını koruyabilen ve düzene sokan bir organizma olarak değerlendiriyor. Bu durumda gezegenin yalnızca bir kısmında insanlar yaşayabilecekse bu kadar geniş bir popülasyon nereye sıkışacak? Lovelock gibi bilim insanları bu konuda çok da iyimser değiller: “İnsanlar çok güç bir durumda ve önlerindeki bu zorlu evreyi aşabilecek kadar da akıllı olduklarını sanmıyorum. Tür olarak varlıklarını sürdürecekler ama çok fire verecekler” diye konuşan Lovelock, “Bu yüzyılın sonunda sağ kalan insanların sayısı bir milyarı geçmeyebilir” diyor.

İyimser bakış

Almanya’daki Potsdam İklim Değişikliği Araştırmaları Enstitüsü’nden John Schellnhuber gelecekle ilgili daha iyimser görüşlere sahip. Dört derecelik bir ısınmanın çok büyük bir etkisi olacağını kabul ediyor ama insanoğlunun bu felaketin üstesinden geleceğine de inanıyor.

Hayatta kalabilmek için insanların radikal değişiklikler yapması gerekiyor. Schellnhuber topluma jeopolitik açıdan değil, kaynak dağılımı açısından bakılmasının daha doğru olduğunu söylüyor. “Her ülkenin yiyecek, su ve enerji bakımından kendi kendine yetmesi gerektiğine inanmak gibi bir yanılgı içindeyiz” diye konuşan Cox, “Dünyayı daha farklı ve taze bir bakış açısıyla değerlendirmemiz gerekiyor. Başka bir deyişle, kaynakların nerede bulunduğuna bakıp, popülasyonu, yiyecekleri ve enerjiyi, planlamamız gerekiyor. Eğer uzaylılar Dünyamıza inse, Pakistan ve Mısır gibi dünyanın en kurak bölgelerinde pirinç gibi çok fazla su isteyen bitkilerin yetiştirilmesini delilik olarak nitelendirebilir” diyor.

Politikayı devre dışı bırakmak

Doğal kaynaklar üzerindeki çatışmaların, iklim değişiklikleri ile birlikte artması kaçınılmaz. Kaldı ki dünya liderlerinin siyaseti bir kenara bırakarak, kendi serbest iradeleriyle sahip oldukları yetkilerden vazgeçeceklerini düşünmek bile hayaldir. “İnsanoğlunun tek şansı siyasi engellerin üstesinden gelmektir” diye konuşan Mikronezya’da sular altında kalmak üzere olan ada devleti Kiribati’nin Devlet Başkanı Anote Tong, “Bizim için artık çok geç. Halkımızı yavaş yavaş Avustralya ve Yeni Zelanda’ya taşıyoruz. Dünyanın diğer bölgelerinin de benzer bir akıbete maruz kalmasını engellemek için ulusal sınırları ortadan kaldırmak gibi sert tedbirler almalıyız” diyor.

Cox da aynı fikirde: “Hayatta kalmamızın önündeki tek engel ulusal sınırlar ise bu konuda gerekli adımları atmalıyız. Hayatta kalmamız herşeyden önemli.”

İklim modellerinin çoğu gezegenin kuzey ve güney uçlarının daha fazla yağış alacağını öngörüyor. Kuzey yarıkürede Kanada, Sibirya, İskandinavya ve Grönland’ın buzullardan temizlenen kısımları, güney yarıkürede ise Patagonya, Tasmanya, Avustralya’nın ve Yeni Zelanda’nın kuzeyi, Antarktika’nın buzullardan arınmış batı kıyıları insan yaşamına uygun görünüyor.

Bir insana gerekli olan yerleşim alanının 20 metre kare olduğunu varsayarsak, 9 milyar insana 18.000 kilometre kare genişliğinde bir alan gerekir. Kanada’nın tek başına 9.1 milyon kilometre kare olduğuna göre ve Alaska, Rusya ve İskandinavya gibi yüksek enlem ülkeleriyle birleştirildiğinde, herkesin yerleşmesine yetecek miktarda toprak bulunduğu sonucu çıkıyor.

Suya erişimi olan bu değerli topraklarda yiyecek üretmek mümkün olabilecek. Dolayısıyla insanlar, yüksekte kalan bu bölgelerde kalabalık kentlerde yaşayabilecek. Ne var ki bu kadar sıkışık ortamlarda yaşam sürdürmek beraberinde birçok sorunu da getirecek. Örneğin salgın hastalıklar kolayca yayılabilecek ve kitlesel ölümlere yol açabilecek.

Vejeteryan bir dünya

İnsanların yeni bir yaşam kurduğu bu bölgelerde büyük bir olasılıkla vejetaryen bir dünya kurulacak. Isınma ve asitlenmeye bağlı olarak denizlerde balık kalmayacak. Kümes hayvanı yetiştiriciliği yalnızca çiftliklerden arta kalan bölgelerde görülecek. Hayvancılık da otlak azlığına bağlı olarak yalnızca keçi gibi çöl bitkileriyle beslenen hayvanlarla sınırlı tutulacak. Et azlığı sentetik etlerin üretimini artıracak. Yosun temel gıda maddeleri arasına girecek. Bataklık ve sulak arazilerde tarım yapılması sağlanacak.

Enerji üretiminde darboğazlar

Yeni kentlere enerji sağlamak için de yaratıcı fikirler yaşama geçirilecek. Afrika, Ortadoğu ve Güney ABD’yi kapsayacak şekilde geniş bir kuşak, güneş enerjisi üretim tesislerine ayrılacak. Yüksek-voltaj doğru akım nakil hatları bu enerjiyi kentlere taşıyacak veya bu enerji hidrojen olarak depolandıktan sonra nakledilecek.

Eğer güneş enerjisi üretim tesisleri Ürdün, Fas ve Libya’da 2010 yılında devreye girerse, 2020 yılında toplam enerji sevkiyatı yılda 55 teravat saate çıkabilir. Bu da 35 milyon insanın evde kullanacağı elektrik gereksiniminin karşılanacağı anlamına geliyor. 9 milyara çıkacak olan dünya nüfusunun enerji talebini karşılamaktan çok uzak olan bu miktarın arttırılması için güneş enerjisi üretim tesislerinin geniş bir alana yayılması gerekiyor. Nükleer, rüzgâr, hidro-enerji, jeotermal ve açık deniz rüzgâr jeneratörleri de devreye girerek, enerji arzına katkıda bulunacak.

Eski, yeşil dünya umudu

Toprak, enerji, yiyecek ve suyu planlı bir şekilde kullandığımız takdirde insan popülasyonunun hayatta kalma şansı artar. Ancak buna yaşamak denirse… Bir kere Dünya’daki biyolojik çeşitlilik azalacak, çünkü pek çok organizma yüksek sıcaklığa, susuzluğa, ekosistemlerinin yok olmasına dayanamayacak veya aç insanlar tarafından avlanacaklardır. Schellnhuber, koşulların bu kadar elverişsiz olduğu bir dünyada insanların eski yeşil dünyalarını geri getirmek için ellerinden geleni yapacaklarına inanıyor: “İnsan türünün hayatta kalması CO2 düzeyini 280 ppm’ye çekmesine bağlıdır. Artan sıcaklık yüzünden ormanları yeniden oluşturamazsak da bazı bölgelerde yeni ağaçlar yetiştirebiliriz. Böylece az sayıda ağaç, yerel iklimi değiştirerek yağmur miktarını arttırmaya yetebilir. Bu da ormanların gelişmesi için uygun zemini yaratır.”

Geri dönüşü olmayan nokta

Dört derece ısınmış bir dünya ile ilgili en korkutucu senaryo bugünkü dünyamızın koşullarına bir daha sahip olamayacak noktaya gelmemizdir. Daha da kötüsü pek çok model, dört derecelik sıcaklık artışının bir kere meydana geldikten sonra durdurulamayacak hale geleceğini öngörüyor. Daha da sıcak bir dünyada bilim insanları insan türünün akıbeti hakkında hiç de olumlu şeyler düşünülmüyor.

Crutzen iyimser olmaya çalıştıklarını ancak bugünkü verilerin buna izin vermediğini söylüyor: “Gelecek hakkında iyimser düşünmek için karbon emisyonunu 2015 yılına kadar %70 oranında düşürmemiz gerekir. Oysa biz ne yapıyoruz? Karbon emisyonunu her yıl %3 oranında arttırıyoruz.”

Kaynak: New Scientist, 28 Şubat 2009 http://www.ipcc.ch/ http://www.climaticchange.com/ www.metoffice.gov.uk/climatechange

 
Toplam blog
: 24
: 1041
Kayıt tarihi
: 10.07.09
 
 

Birçok hayalin kahramanı bu yoldan geçerken, hepimiz aslında tek bir ideale koşuyorduk... ..