Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Haziran '11

 
Kategori
Güncel
 

Daktilo sana ilk defa kızdım

Daktilo sana ilk defa kızdım
 

Bayramiç'te çektim.


Ben neden okul okudum? 

Sen neden okudun? 

Bu soruyu ilk defa kendime sordum. 

Çaresiz kalınca, sordum işte. 

“Okuma yazma” bilmemin işe yaramadığını anladığımda, kızdım sadece. 

Kime kızdığımı da bilmiyorum. 

“Hadi ya!” diyenler olabilir, bu duruma. 

“Hem okuma yazma bileceksin, sonrada yazmak için başka birisine ihtiyaç duyacaksın.” 

Ben muhtaç oldum. 

Hem de birkaç gün önce. 

Arabamın ruhsatında, fenni muayene onay yeri kalmadı. 

Sordum arkadaşlara “nasıl olacak bu iş?” diye. 

Dediler ki; 

“Trafik Tescile git, yeni trafik belgesi çıkart.” 

Gittim trafiğe. 

Dediler ki; 

“Şoförler cemiyetine git. Bir form al, doldurt. Sonra arabanı fenni muayene yaptır. Formu getirip trafiğe ver. Yeni Trafik Belgeni al.” 

Nerede Şoförler Cemiyeti? 

Halk Bahçesi’nin alt tarafında. 

Saat 08.40’ta girdim, Şoförler Cemiyeti’ne. 

Büroda birisi bayan, iki kişi var. Benden başkada işi olan, kimsecikler yok. 

Anlattım derdimi. 

Erkek görevli, üç adet form verdi bana. Formların üst tarafları, ıslak mühürlü. Görevli sonrada iki makbuz kesti. 

Birinci makbuzda form bedeli (Basılı Evrak) 1.35 lira yazmakta. 

İkinci makbuzda 3.65 lira yazmakta. Bu parada, “Hizmet Karşılığı” olarak alınmış benden. 

Toplam 5 lira verdim. 

İş tam, 25 saniye sürdü. 

Görevli şöyle dedi bana; 

“Bu üç formu doldurunuz. Ancak el yazısı olmaz. Daktilo ile doldurulması gerekiyor.” 

Dedim ki; 

“Elle yazmak niye olmuyor ki!” 

“Olmaz. Daktilo ile olacak. Bir muhasebeciye doldurtun.” 

Şaşırdım iyice. 

“Kardeşim okumam yazmam var, üniversite bitirdim. Niye olmaz ki elle yazmak.” 

“Öyle beyefendi, daktilo ile yazılacak. Öyle istiyorlar.”. 

Hafiften sinirlenmeye başladım. 

“Kardeşim memlekette daktilo mu kaldı? Benim yapabileceğim işi niye başkasına yaptırayım ki? Niye zora koşarsınız insanları?” 

İçimden tekrarladım bu cümleyi, görevliye dedim ki; 

“Siz doldurun.”(Aslında görevi. Doldurmak için tam 3.65 lira aldı benden.) 

Memur pişkin bir şekilde; 

“Bugün işim çok. Yanımdaki arkadaş doktora gitti. Yarın gelirsen yapayım.” 

“Kardeşim işinin çok olduğunu anladım. Sırada bir sürü insan var. Haklısın” demedim. 

İki kişinin oturduğu, sinek avlanan çalışma ofisinden ayrıldım. 

Yolda gidiyorum. Sinirim tepemde. Kafamdan buhar çıkıyor. 

Evden, hanım aradı. 

Telefonu kapatıp ben aradım.(Kontörü gitmesin.) 

“Alo hayırdır?” 

Süpürgenin hortumu delindi. Gelirken bir hortum al gel.” 

Hay senin süpürgenin hortumunu da… Süpürgeni de… Arabanın ruhsatını da… Formunu da… Daktilosunu şeridini de…” 

Kapattım telefonu. 

Benim hatun bir şey anlamadı ne olduğundan. Ayıp ettik kadına. 

Gidiyorum yolda. 

Bir arkadaşla karşılaştım. 

Elimdeki ruhsatı görünce anlattım durumu. 

Bana dedi ki; 

“Benimde başıma geldi. Gittim bir muhasebeciye yazdırdım. Üç kâğıdın doldurulmasına 10 lira verdim.” 

Demek ki, okuma yazma bilmek yetmiyor. 

İş daktiloda bitiyor. 

Eşek gibi, gittim bir leptop aldım. Ah vidon kafam ah! Gidip, keşke bir daktilo alsaydım. 

Otururdum bir köşe başına, günde üç form doldur. 30 lira. 

Yuh lan bana! 

Memlekette birde, “bürokrasi şekilcilik” bitti derler. 

Bitmemiş. 

Bitti gibi görünse de, başa gelince anlaşılıyor her şey. 

Adam benden, 3.65 lira hizmet parası (Hizmet Karşılığı) aldı. Hiçbir şey yapmadı. Vallahi makbuzu bende duruyor. Üç adet boş kağıııııtttt. 

Kısacası, okuma yazma bilmemin, ilk defa işe yaramadığını gördüm. 

Çocukluğumda, ilkokulu bitirdiğimde Çanakkale’ye gelmiştim. 

Babamın bir işi için. 

Babam, şimdiki Ziraat Bankası Kordon Şubesi’nin olduğu yerin bitişiğinde bir binanın girişinde, merdiven önünde bir adama dilekçe yazdırmıştı. 

Adamın eski bir masası vardı. Tahta bir sandalyede tüneyen adam, tak tak sesleriyle iyi döktürüyordu. Bir dilekçe yazmıştı. Babamdan müthiş bir para almıştı. 

Adamın yazdığı dilekçeyi okuduğumda, şimdi hatırlıyorum. Müthiş bir yağcılık vardı. 

“Yüksek Makamına”, “Derin saygılarımla arz ederim.” 

Eskiden okuma yazma oranı düşüktü. Devletle işi olan birisi, mecburen oturuyordu daktilonun karşısına. 

Tak tak tak. 

Hadi kalk. 

Yık parayı. 

Geçenlerde Bayramiç’e gittim. Bir arzuhalci gördüm. Devam ediyor “tak tak” işi, bazı yerlerde. 

“Bize de mi tak tak?” 

Ben okuma yazma biliyorum. 

Yine de tak tak. 

Bu kadarı da olmaz ki! 

Bir form yanlış yapmadan elle doldurulunca ne gibi sorun olur? 

Aslında daha iyi olur. 

Olur da. 

Birileri işgüzarlık edip “daktilo” diyor. 

Demek ki “tak tak” sesi güzel bir şey. 

Bunu yapanlar. 

Yapmayın ya. 

Bırakın insanlar elle yazsınlar. Okunsun yeter. 

“Güzel yazmış, çirkin yazmış” önemli değil. 

Herkesin yazısı kendisine güzeldir. 

Şimdi, okuma yazma oranı yüzde doksanı geçti. 

“Bilişim” çağındayız. 

Bilgisayarlar var. 

“Bu formları elle dolduramazsın.” 

Ayakla doldursak? 

Daktilo ile doldurulacak. 

Daktilo bitti ya! Yok, yok! 

Bu formun bilgisayar formatı da var da… 

Neyse. 

Elle yazamazsın. 

Daktilo ile olacak. 

Daktilo nerede? 

Çanakkale Kent Müzesi’nde. 

Daktilo kardeş! 

Kusura bakma, “ilk defa” sana kızdım. 

 
Toplam blog
: 420
: 1641
Kayıt tarihi
: 19.12.08
 
 

1957 Çanakkale/Yenice doğumluyum. Öykü ,deneme, şiir yazarım. Yazdığım bir çok şiirin bestesini d..